Muhalefet de bize ‘Canım Benim’ diyor sanki

Muhalefetin başrol oyuncularıysa adeta “canım benim” dercesine yanağımızı okşayıp, gıdımızı sıkıyor. Bizden de pelte gibi yumuşayıp, gerdan kırıp, “ıhıhıhı” diye sırıtmamız bekleniyor.

Halkın gerçek (?) dertleriyle uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı öne sürülen bizim (“biz” kimiz, orası da ayrıca şüpheli) köyde Önder Algedik’in muhalefetin sansür yasası görüşülürkenki meclis performansını eleştirdiği tivitleri ve Soli Özel’in Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık iddiasını sorguladığı yazısı alışılageldik deyimle “tartışma yarattı.”

Üzerine Bartın-Amasra* maden katliamına cenaze namazlarında saf tutmak ve Ankara’ya dönüp TBMM’de gürlemekle verilen kısıtlı cılız tepki, dünkü Soma’nın bile tıpkı Gezi, 15 Temmuz vb. artık tarih öncesinde kaldığını düşündürdü.

O arada Kılıçdaroğlu, CHP PM ve MYK’ye pek danışmadığı anlaşılan zamanlaması ve yerindeliği oldukça kuşkulu başörtüsü çıkışının ardından, yine anlaşıldığı kadarıyla PM ve MYK’ye pek danışmadan ve tam da Sansür Yasası mecliste görüşülürken zinhar siyasal temas yapmamak önkoşuluyla ABD’ye gidip, dönmüştü. Duyurulan Bernie Sanders görüşmesi de gerçekleşmemiş, Manhattan’dan gökdelen yayınıyla yetinilmişti. Temaslarına beraberinde götürdüğü gazetecileri de almamayı yeğlemesi de konuşuldu.

Pekiyi Elif Gökçe Aras takma adlı yazarın “alınız duvarlarınıza asınız, Allah cem-i cümlemize zihin açıklığı versin” dercesine yazısı acaba adresine ulaştı mı? Devlet “pişkin olmayan” muhafazakârları bulup, onlardan mı af dilesin? Yoksa o “pişkinlik” denilen nitelik, nedense muhafazakârlık sanılan İslâmcılığın özü olan takiyyenin daha anlaşılır ifadesi mi? İslâmcılığın demokrasiyle uzaktan yakından bağdaşan, onu kanserli hücreler gibi içinden kemirmeyen bir versiyonu var mı?

Devam edelim: Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın (HDP) Serkan Alan’ın (GazeteDuvar) yaptığı söyleşide dile getirdiği “CHP’li bir isim çıkıp ‘terör suçları asla’ diyor. Terör kim? İktidar açısından o da ben de terör kapsamındayız. Ne demek terör suçları asla?” yakınması yersiz mi?

Benzer bağlamda Mehmet Y. Yılmaz’ın, genel af konusunda Kılıçdaroğlu’nun "Bu af sadece belli başlı suçları kapsayacak; terör, taciz tecavüz ve benzer suçlar kapsam dışı kalacak, kader mahkûmlarına yönelik olacaktır." açıklaması üzerine yaptığı “Bu suçları işleyenleri ‘kader mahkûmu’ olarak nitelerken, Erdoğan'ın iş cinayetinde ölen işçiler için ‘kader kurbanları’ nitelemesine karşı çıkmak, size de çelişkili bir durum gibi görünüyor mu?” yorumu yanlış mı?

Başa dönersek Algedik’e kişisel olarak CHP ve HDP’ye garezi olduğundan, hatta bu iki partiye kişisel husumeti bulunduğundan tutun, manipülasyon ile aymazlık arasında bir yelpazeye yayılan tepkiler verildi. Parlamenter muhalefeti esasen gereksiz bulanlar da yine ortaya çıktı. Hani duvardan ses gelir, muhalefetten ses gelmez ama bu kere ağırlarına gitmiş olacak ki, en azından HDP adına İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu yanıt verme gereği dahi duydu.

Oysa basit bir şey demeye getiriyordu Algedik: 1. Konu aritmetik değil politik. Politikada merhum Ecevit’in deyişiyle “2+2 her zaman 4 etmez; bazen 3 bazen 5 de edebilir.” 2. Siz de TBMM’yi takmayacaksanız, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e kimi nasıl inandıracaksınız? 3. Bunu da ben ekleyeyim: Mevcut anayasa uygulanmazken (bkz. Kavala ve Demirtaş, gösteri ve yürüyüş hakkı vb.), bir Muhterem İnce’nin üyelik sandalyesine inceden paraşütle inebildiği bir AYM’den ve zamanında kendiniz de “anayasaya aykırı ama evet” diyerek bu işleri pek takmadığınız izlenimi vermişken hakikaten ne medet umuyorsunuz?

Ya Prof. Dr. Emre Erdoğan, “şu andaki cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde kazara parlamento seçimini yapmayı unutsak adaylar haricinde kimse fark etmez” diye yazarken haksız mı? Göbek nahiyesinde düğmeleri patlamak üzere organik ketenden mamûl pahalı slimfit beyaz gömleklere, behşuş çehrelere yansıyan adeta gülsuyu kokulu “geliyor gelmekte olan” özgüven patlaması orada. Sansür Yasası’nın geçmesiyle marifet yapmış gibi toplu resim çektirip sırıtan çehreler burada. İkisi de aynı derecede gerçeklerden kopuk gelmiyor mu? Hayır! Öyle ya, asıl “biz” halkın “gerçek” gündeminden kopuk azgın azınlığız. Önemli olan (misal) Kırşehir esnafının nabzını tutmak.

Soli Özel ise yazısında parti içi demokrasi eksikliğinden, 1950’lerin ilk yarısındaki İnönü aktivizmine dek pek çok bam teline birden basıyordu. Ona da tepkiler “çok sert olmuş, şimdi gerek var mıydı” ve artık hepten iç kıyıcı “iktidara yarar” ile “ya kim olsun aday, İmamoğlu mu?” aralığında dışa vuruldu. Bunun bir adım ötesi yine o bildik “çok hoşnutsan, sen Erdoğan’a bas mührü.” Ne yapmalı? “Hep destek, tam destek” şiarıyla sandık önümüze konuncaya dek durmadan avuçları mı patlatmalı?

Bana şunu düşündürdü: Güntekin Onay, Ankaragücü-Fenerbahçe maçı öncesinde Karagümrük’ün 4 atıp, 5 yediğini anımsatarak, iyi savunma zorunluluğuna vurgu yaptı. Oysa bir hafta önce Beşiktaş iyi savunduğu için attırmamıştı ama kendi de atamamış, kilidi açamamıştı. Jesus ise taktik tahtası elinde son dakikaya dek odağını hiç yitirmeden yaptığı hamlelerle maçın sonunda deplasmana gelmiş Fenerbahçe taraftarını “Jorgeeee Jesuuuuss” diye hançerelerini yırtarcasına bağırtmayı bildi. Demek ki isteyince, imkân ve kabiliyet olunca, karakter de varsa oluyor. Hem ıslık çalıp, hem merdiven inmeyi becerebilmek gerekiyor.

Özcesi, MGK salonunun ortasındaki omuzlanmayı bekleyen tabut gibi orta yerde durup duran bir veri var: Erdoğan’ın “kemik” oyu, altına hiç inmeden 30% dolaylarında ve olası desteği de yüzde 40 dolaylarında seyrediyor. “Mutfakta yangın var” diyen CHP’ye destek ise tüm esnaf ziyaretlerine ve kapı kapı gezmelerine rağmen yüzde 30'larda sabit. İYİP’de yükseliş durdu, yüzde 15 civarı mukadder görünür oldu. HDP’nin yüzde 10’un altına inmeyecek “sigorta” veya “anahtar” görünümü de berdevam. Maçı henüz koparan yok. Fotofinişte bitecek bu başkanlık ve milletvekili seçimine yürek dayanmaz. Velev ki seçim kazanıldı, ya sonrası?

Seçime en fazla sekiz ay kadar süre var. Uzun değil ama çok kısa da değil. Kronometre işliyor. Altılı Masa düdüklü tencerenin üzerinde oturuyor. Tencerenin düdüğü epeydir “tiiii” diye ötüyor. Benim gibi beyhude kökten dönüşüm uman azınlıkla, muhalif seçmenin çoğunluğunu oluşturan hiç yoktan değişim beklentisindekiler maça bakıyor. Muhalefetin başrol oyuncularıysa adeta “canım benim” dercesine yanağımızı okşayıp, gıdımızı sıkıyor. Bizden de cennetmekân Kemal Sunal’ın unutulmaz filmlerinde canlandırdığı karakterler gibi pelte gibi yumuşayıp, gerdan kırıp, “ıhıhıhı” diye sırıtmamız bekleniyor. Öyle ya, “gidiyorlar.” Bilenler, öyle diyor. Ben bilmez.

Ben der, “şuur ve tasavvur”: Bu ikisi mühim. Tıpkı Putin Rusya’sı gibi “televizüel” olanın “reel” olanın, algının gerçeğin önüne geçtiği; dış politika ve ulusal güvenlik konularının da içerideki ekonomik ve ekolojik yıkım ile özgürlüğün boğuntuya getirilmesi ve halkın çöktürülmesinin üzerlerini örtmek için alabildiğine araçsallaştırıldığı bir kampanya dönemi bu. Hepimizin haliyle uzmanı olduğu futboldan bir örnek daha verirsek, Kayseri deplasmanında ev sahibi taraftarın kale arkasındaki bir pankartı dikkatimi çekti: “Hayallerimiz, bütçelerinizden büyük.” Ve Kayseri Galatasaray’ı yendi. Bilmem zikredebildim mi?

*Bartın-Amasra maden faciasına politik yaklaşımın ne ve nasıl olması gerektiği konusunda Mehveş Evin, Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal’ın ArtıTv’de yayınlanan bu haftaki ayıltıcı “ArtıEksi” programını özellikle öneririm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi