Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Mümkünse her şeyi birlikte yapmayalım

Ortak davranmanın gerekli olduğu koşullar toplumsal krizlere ait, bizliğin sorumluluk inşası için beliren tarihsel arsaya, kişisel çıkarları bir tarafa bırakarak girmek lazım.

En sevdiğim karakterlerden biri Katip Bartleby'dir, hani şu kendisine ne önerilse, sakince, “yapmamayı tercih ederim” diyen Malville'in karakteri. Sadece bunu söyleyerek herkesi delirten ve eğer karar vermişse kendisine hiçbir şey yaptırılamayan Bartleby. Bu pasif direnişçinin sarsılmaz inadını aklıma getiren ise, gündelik hayatta, sosyal medyada tanımadığınız insanların sürekli aynı cümleyi beraber doğurmuşsunuz gibi, önce sahiplenip sonra da sizi istemediğiniz bir ortaklığa özne olarak iliştirmesi oldu.

Bir şey söylediğinizde sanki aynı zihinsel serüvenden geçmişsiniz, o cümleyi oraya birlikte getirmişsiniz gibi, “bundan sonra şöyle yapalım ya da yapmayalım”cılara karşı içimden mümkünse sen kendin yap, beni rahat bırak diye homurdanırken, kökten itirazcı ama bir o kadar da telaşsız Bartleby'nin neye, ne kadar katılacağının sınırını bu kadar net çizmesine bir kez daha hayran oldum.

Çocukluğumdan beri işittiğim bütün lüzumsuz bizli cümleleri hatırladım, “düşündüğümüz gibi”, “babamızı bekleyelim”,artık şundan vazgeçelim”, “şu yoldan gidelim”, “yemeğimizi yiyelim”, “az önce konuştuğumuz gibi”-yoo ben konuştum sen bir şey demedin- hepsi başımın üstünde dönmeye başladı ve aniden herkese mümkünse her şeyi birlikte yapmayalım'dan başka bir şey söylememek geldi içimden. İliştirilmiş öznelikten sıkıldığımı, doğru yerlerde asla ortak davranmayı başaramayan bir toplum için bu kadar çok benlik ihlalinin açıkça saçma olduğunu bağırmak istedim. Hatta onlara, cümleme sızma, düşüncemi durdurma, bir ortaklığın yolu buradan geçmiyor yazan zihinsel pankartlar hazırladım.

Şunu şöyle yapalım'cılar için de üzerine dizilecekleri bir süreel ip tasarladım. Bir dil, ağıza yapışmış, tekil olanla genel olanı nerede ayıracağını hiç bilmiyor. Sürekli yanlış bizliğin içine hapsediyor herkesi. Uzadıkça uzuyor ip, dizi dizi benliğin bizlikleri üzerinde asılı. Bütün sınır ihlallerinden ortaklık üretenleri o ipe diziyorum. Sizi uzaya benim ip götürecek, yerli uzay aracı değil diyerek ipteki bebeklere iğne batırıyorum. Yerli uzay aracını ise hükümete armağan ediyorum, gidişleri hızlı olsun diye. Ve en sevdiğim şey bu, bana ait olmayanı hediye etmek. Kimin malını kime veriyorsun deseler daha çok sevineceğim. Beni dahil ettiğiniz bizliklere karşı bir jest çünkü bu diyeceğim.

Bir dil, ne kadar klişe varsa, düşünce sanıp ona yapışmış, doğru ve yanlış bizlikleri birbirinden hiç ayıramamış. Oysa bir şeyi ortak yapmanın çok gerekli olduğu zamanlar vardır, işte hepsini kaçırmış.

Ortak davranmanın gerekli olduğu koşullar toplumsal krizlere ait, bizliğin sorumluluk inşası için beliren tarihsel arsaya, kişisel çıkarları bir tarafa bırakarak girmek lazım, buradaki biz, geçiciliğin kıyısında kurulacak ve sorumluluk denilen yapı, malzemeden çalmadan efendice inşa edilecektir. Bunu asla beceremeyenlerin kişisel düzlemleri ihlal ederek kurdukları saçma bizlikten elbette bir şey çıkmaz, öyle dizilirler bir ipe işte.

SAF TUTMA YETKİNLİĞİ VE HOPLİT DURUŞU

Bu bizdeki ben'i alıp uzaklaşıyorum, demiştim bir defasında, konuşanlarla en ufak ortaklığımın olmadığı bir toplantıda. Bu kişisel alanın kurtarılmasıdır, başka bir şey değil. Ama bir yükümlülük yüklemişse size bir geçit, o zaman mecburen Sokrates'in söylediği gibi “bir hoplit gibi duruşunuzu korumanız” gerekir. Buradaki ben, bize bağlanmıştır. Çok savaşçı bir dünyadan geliyor ama bir benzetme olarak seviyorum bu hoplit hikayesini. Ve Frederic Gros'tan aktarıyorum: Az sayıda Yunan'ın Persler'e karşı kazandığı Maraton savaşındaki ağır piyade sınıfı savaşçılarıdır hoplitler.

Bunlar sol kollarında hoplon denilen bir kalkan taşıyorlar. Hoplonlar hem onu taşıyanı hem de yanındaki kişinin sağ yanını koruyor. Sağ elinde bir mızrak, belinde de kısa bir kılıç. Hoplitlerin sıra sıra dizimi aralarından birinin düşmesi durumunda arkadakinin hemen yerini alabileceği biçimde gerçekleştirilmiş. Bu modelin gücü birlik ve dayanışmaya dayalı bir düzenlemeden geliyor. Burada duran herkes bir başkası durduğu için durur ve ancak başkasını korursa o da korunabilir. En temel özelliği saf tutma yetkinliği. Onu geriletecek her türlü kaçış tepkisi ya da bilinçsizce ortaya çıkarak öne atılmasına sebep olacak bir gözü peklik silah arkadaşlarının hayatını riske atar. Böyle durumda ne fazla ürkek ne de fazla cesur davranmak gerekir. Sadece safını korumak ve duruşunu bozmamak önemli. Yunanlılar buna hupomenein dermiş.

Toplumsal koşulların yüklediği zorunluluk, bu türden bir bizliğe ihtiyaç duyurduğunda, ve bu zorunluluğu bir seçim olarak yüklendiğimizde, buradaki rıza dışsal bir şey olmaktan uzaklaşır ve mecburiyet içselleştiği için dayatılan bir şey olmaktan çıkar. Bizlik böyle bir şeydir. Bir hoplit gibi duruşunuzu korumanız gerekir, yoksa yanınızdaki arkadaşınız da düşecektir.

Bir dil, anlamsız sözlere yapışmış, herkesi düşmanı sanıyor. Bizliği başkasını bir totalliğe iliştirmek sanıyor. Ben düşersem hepiniz düşeceksiniz oysa, sıkı durun!


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi