Muhammed Salar
Müslümanlar Kerbela ile yüzleşmeliler!
İslam tarihine "Kerbela Faciası" olarak geçen bu olaydan sonra sarayında rahat uyuyamayan Yezid’in yaklaşık üç buçuk yıl süren saltanatında iç karışıklıklar bitmemiştir. Medine ve Mekke’de isyanlar devam etmiştir. Öldükten sonra da bu defa Hz. Hüseyin’e sahip çıkmadıkları için olup bitenden kendilerini sorumlu tutup pişmanlık duyan Kûfeliler isyan etmiştir. Özellikle meşhur faciaya ğaddarca karışan Yezid’in valisi ve iki komutanı da öldürülmüştür. (Ubeydullah bin Ziyad, Ömer bin Sad ve Şemir bin Zil Cevşen)
Emeviler, insanlık dışı cigersuz bu facia ile birlikte özellikle Yezid’in şahsında tarihlerinin en büyük hatasını yapmışlardır. Peyğamber torunu bir Zatın şahsında ehl-i beyt’e kılıç çekerek İslâm Aleminde kapanmayan bir yara açmışlardır.
Zaten yeterince trajik olan bu facianın ne daha da efsaneleştirilmeye ihtiyacı vardır ne de ‘doğru Müslüman’ kimliğine kanaat etmeyerek inşa edilmeye çalışılan Şiicilik-Sünnicilik gibi çeşitli sosyo-siyasal mühendisliklere alet edilmeye. Diğer bir tabirle son derece trajik olan Kerbela’nın ne daha da dramatize edilmeye ne de araçsallaştırılıp politize edilmeye ihtiyacı vardır.
Bu mücadele kesinlikle İmam Hüseyin ile Yezid’in valisi arasında geçen bireysel bir husumet veya iktidar savaşı değildir. İzzetli bir ölümün zilletle geçecek bir hayata al-i beyt tarafından iradi olarak tercih edilmesidir. Dahası; Hz. Hüseyin’in temsil ettiği özgürlük ve adalet buudlu Din misyonu ile Yezid’in temsil ettiği vahşet ve cehaletin beslediği zorba ‘Emevi Milliyetçiliği’nin mücadelesidir.
Emeviler; sosyolojik olarak ilk kez Müslümanları ırkçılıkla tanıştırdılar.
Halkların özgür iradelerinin ifadesi olan meşvereti bypass ederek İslâmın tasvip etmediği, otoriter, hiyerarşik saltanatçı idareyi ithal ettiler.
Müslümanlara, hala da ceremesini çektiğimiz "Milletin veya devletin selameti için şahıslar feda edilir. Vatan için her şey feda edilir!" gibi Yezidî siyasetin "kutsal" ilkelerini miras bıraktılar. Hz. Hüseyin’le akrabaları son derece cesurca ve haklı olarak bu zulüm-zulümatla savaşıp manevi yüksek makamlara ulaştılar.
Durum bu iken meseleyi bireysel, fevri bir içtihad veya çıkışa, Muaviye’ye hazret denilip denilmeyeceğine indirgemek gibi basit ve sığ yaklaşımlara yeltenmek bilimsel olmadığı gibi etik de değildir.
Müslümanların Kerbela’dan bu yana facia ile ciddi bir yüzleşmeye giriştiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü Hz. Hüseyin ve ev halkını orantısız güç kullanarak hem de vahşice kılıçtan geçirenlerin Yezid’in camiye gidip namaz kılan, sakallı, sarıklı ‘Müslüman’ askerleri olduğu malum. O zaman Hz. Hüseyin ne için yola çıkmış ve ne için şehit edilmişti?
Gecikilmiş olsa da bunun iyi sorgulanması gereken bir mesele olduğu apaçıktır. Din’in önemli emirleri ve simgeleri olan namaz, başörtüsü, cami, ezan hatta hırsızın elini kesme gibi had cezalarını vermek de yürürlükteydi. Tüm bunlara rağmen Hz. Hüseyin; Emevi idaresinde Din’in temel bir maksadı olan adalet ve hürriyet anlayışını göremiyor; milliyetçilik ve zulme karşı çıkmayı kendine farz görüyordu.
Başta Ortadoğu olmak üzere İslâm alemindeki durumun bugün de çok değişmediğini söyleyebiliriz. Zalim ulus devletlerin güttüğü Yezidî siyasetin despot uygulamalarıyla insanların özgürlük alanları iyice daraltılmıştır. Din; namaz ve camiye indirgenmeye çalışılıyor. Toplum; camiye gidip namazını kılan, hanımı örtülü olduğu halde baskı, sömürü, kısacası haksızlık ve zulme taraf olan adeta ‘dinci zalim’ bir çoğunluktan ibaret! Muhaliflere tolerans yok! Ya darağaçlarında sallanıyorlar ya da zindanlarda inim inim inliyorlar. Mazlum koca bir coğrafya baştan başa adeta Kerbela kesilmiş vaziyette!
Zalim iktidarların değnek ve sopaları ile ‘terbiye’ edilen koca mağdur yığınları gördükçe; yine milli, mezhebi, dini veya ideolojik gerekçelerle kendi mahallelerinde yapılan nice hukuksuzluk ve ahlâksızlıklara ses çıkar(a)mayan muhafazakâr çoğunluğu gördükçe Yezid’in ölmesiyle beraber Yezidîliğin bitmeyip aksine güç kazandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Unutmayalım; zulme, haksızlığa karşı susmak, cehalet ve ilkellik Yezidîliği besler! ‘Din’den uzak kalarak değil, sosyo-adalet boyutu hak ettiği ilgi ve önemi bulan; inanç, ahlâk ve hukuka dair yaşamsal ilkeleriyle halkı diri tutan ‘doğru Din’le Yezidîliği yenebiliriz.
Sonuç olarak;
Kerbela’yı anmanın, Hüseynî duruşu anlamaya bunun da Yezidî siyasetle doğru bir mücadeleye bağlı olduğunun bilinciyle Şii-Sünni doğru Müslümanlara, hakiki insanlara selam olsun. (SON)