Namuslu olmanın çıkmazları

Namus narsizmi besler ve saygınlık kazandırır, bir “sosyal kapital”, "sembolik sermayedir". Kadınların, cinsel bütünlüklerini koruyarak ailenin namusunu sürdürmek gibi bir görevi vardır. Erkek namusu ise büyük ölçüde kadının zorunlu namusundan beslenir.

Çok övündüğümüz namus çok problemli bir konsept. Bu yazıda namuslu olmanın övünülemeyecek yanlarını anlatmayı deneyeceğim...

Namus kavramı bir süperego organizasyonudur. Bizde bir kadının kocasına verebileceği önemli bir hediye, namusudur, denir. Yani çok değerli bir hediyedir. Marcel Maus’un anladığı anlamda bir niteliğe sahiptir: Her insan ilişkisi bir değiş tokuşa, bir takasa bir alışverişe dayanır. İnsan hediye yoluyla bir ilişkiye girer. Bu hediye mal veya iyilik, hediye değişimi biçiminde olur. Bu ilişki simetrik veya asimetrik olabilir. Simetrik olduğunda karşılık öngörülebilir bir gelecekte gerçekleşir: “Komşudan gelen tabak boş gönderilmez.” Asimetrik olduğunda ise karşılık uzun bir süre içinde gerçekleşir: “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var”dır ve düğünde takılan hediyeler “ödünç”tür. Ve bu takının karşılığı yıllar sonra bile ödenebilir. Kişiler karşılıklı olarak ve zaman bakımından birbirine hediye üzerinden bağımlıdır. Namus narsizmi besler ve saygınlık kazandırır, namus aslında bir “sosyal kapitaldir”. “Otorite ve zenginlik” namusla elde edilir (Maus, 1990, s. 88-91).

Evlilikler kolektif toplumlarda bireysel değil (yani iki kişi arasında değil) iki grubu bir araya getirir. Evliliğe iki grup, iki aile karar verir. Kişi evlendiğinde sadece eş olmaz. Damat olur. Enişte olur. Ağabey de olur. Evlenen kadın yenge, abla, gelin de olur. Bu adlandırmalar her kişiye yeni roller ve vazifeler de yükler. Evlilik genellikle iki aile arasında bir mesele olduğundan, aileler veya aile toplulukları arasında namus formunda bir hediye alışverişi de vardır. Bu bakımdan namus bir “sembolik sermaye”dir (Bourdieu, 2012, s. 81). Bunun sayesinde kişi, sosyal ilişkileri düzenleme fırsatı bulur; aile, bozulmamış namus sayesinde kızları veya oğulları için daha iyi bir evlilik adayı bulabilir. Namus aynı zamanda bir “sosyal sermaye”dir (Bourdieu, 2012, s. 83), çünkü onun aracılığıyla kişi sosyal prestij sahibi olur. Türk ailesi (yapısı) veya Türk insanı için namus hayatın anlamıdır: “İnsan namusu/şerefi için yaşar!” denir. Şeref kaybı nedeniyle insanlar, toplumda “kişi/adam değil” diye ilan edilebilir (Schiffauer, 1987, s. 49).

KADIN VE NAMUS

Namusla ilgili kullanılan kavramlardan biri olan şeref, samimiyet, itibar, saygı, güvenilirlik ve dürüstlük anlamlarına gelir. Şeref, bir ailenin, ilişkilerde sembolik davranış biçiminde saygı yoluyla ifade edilen toplumsal itibarıdır. Ailenin reisi olarak baba, oğullarının da yardımıyla, ailenin saygınlığını ve onunla birlikte gelen saygıyı sağlamakla yükümlüdür. “Şeref, cömert olanlarca, borçluları çok olanlarca edinilir” (Schiffauer, 1983, s. 70). Sosyal ilişkileri düzenler, aile ve toplumda düzen yaratır. Tüm aile fertleri, şerefi/namusu korumak ve onun lekelenmemesini garanti etmekle yükümlüdür. Şerefin kirletilmesi, kirletenler ile kirletilenler arasında saldırgan çatışmalara yol açabilir. Sonrasında şerefin asla geri edinilemeyeceği belirli kirlilikler vardır. Şerefin aksine, namus (mahrem cinsel sınır) “edinilemez, sadece kaybedilir” (Schiffauer, 1983, s. 70). Namus, kadınların cinselliğini ifade eder. Kadınların, cinsel bütünlüklerini koruyarak ailenin namusunu sürdürmek ve böylece ailenin bütünlüğünü korumak gibi bir görevi vardır (Schiffauer, 1983, s. 70).

Şeref ve namus farklı olmalarına karşın iç içe kavramlardır; şerefli olmanın en önemli ön koşulu, namuslu da olabilmektir. Namussuz ama aynı zamanda şerefli olmak olanaksızdır. Bunun bir anlamı da şudur: Şerefli olabilmek için "namusunuzun taşıyıcısı olan kadınları" (anneniz, karınız, kızınız, kız kardeşiniz ve gelininiz) kontrol etmek, onların cinsel yaşantılarını gözetlemek durumundasınızdır. Şerefli olmak, namuslu olmak adına namus taşıyıcısı olan kadınların kontrol altında tutulması demektir.

Namus ve şeref konseptinin regülasyonu arlanma duygusu üzerinden dizayn edilir ve namus kaybı namussuzda utanç yaratır. Bunun yanı sıra ceza olarak kişi ya da aile ile tüm sosyal ilişkiler kesilir. Namussuzluk, namussuz biri için “sosyal ölüm” anlamına gelir. Bu nedenle insanlar kendilerini, namuslarını korumak ve savunmak zorunda hissederler. Türk erkekleri maço davranışlar sergilediklerinde bunu bir güç ve namus göstergesi olarak görürler. Onların deneyimlerinde zayıf olmak, namuslarını savunamayacakları anlamına gelir.

“Namus sadece yaşanmamalı, her şeyden önce gösterilmelidir” der Schiffauer (1987, s. 49). Toplumsal olarak, kişinin şerefli olması ve şerefini koruması istenir. Örneğin, bir erkek olarak Türkiye’de bir kasabada bir çiftle karşılaşır ve adres sorarsanız, muhatap olarak erkeği seçersiniz. Böylece diğer erkeği şerefin kamusal alanda temsilcisi olarak tanıdığınızı sembolik olarak göstermiş olursunuz. Şayet erkeği değil de kadını muhatap alırsanız, ki bu genellikle yabancı kültürden insanlar tarafından yapılır, kadın değil erkek cevap verir. Bununla karısını ya da partnerini koruduğunu gösterir; kadın da cevap vermeyerek kendi adına sınırlarını göstermiş olur.

Televizyonun kasabalara kadar girmesiyle başlayan süreç içinde kültürde hızlı bir değişime tanık olduk. Bu değişim iç göç ve kentlileşmeyle birlikte daha da hızlandı. Marjinal sayılabilecek gruplar kentlerde kendi kültürel yaşam alanlarını yarattı. Bu değişimler sanki "insanı" da çok değiştirmiş gibi algılanıyor. Psikanaliz, kültürün kolektif bilinç ötesi olduğunu vurgular. Günlük yaşamdaki değişimler, insandaki kültürel derinlikte aynı hızda bir değişime yol açmaz. Mesela son yıllarda otomobil yaşamımıza iyice oturmasına rağmen biz otomobili ata binmek biçiminde kullanıyoruz. Uçak en güvenli ulaşım aracı olmasına, örneğin otomobil uçaktan daha güvensiz olmasına rağmen, bilinç ötesi insanın uçuştan daha çok korkmasına yol açabiliyor. Geleneksel toplumun ritüellerinin değişmesi, bilinç ötemizde aynı dönüşümü aynı hızla sağlamaz. Kentteki ikinci ve üçüncü kuşaklarda değiştiğini ve unuttuğumuzu sandığımız bazı konular, kültürel bilinç ötemizdeki kodlanmadan ötürü varlığını sürdürüyor. Bu bağlamda biraz da unuttuğumuzu sandığımız, yaşamımızda karşılığı olmayan konulardan söz ediyorum.

ERKEKLER VE NAMUS

Ataerkillik iki sütun üzerinde güvence altına alınmıştır: ikisi de iç içe geçmiş olan din ve namus. Namus konusunda neredeyse her şey kadınların bedenleri ve cinsellikleri etrafında döner. Erkek namusu böylelikle, büyük ölçüde kadının zorunlu namusundan beslenir. İslam dini de insanlara “ataerkil düzenin istikrarını” (Vinnai, 2004, s. 191), güvensizliğin ve kaosun azaltılmasını vaat eder. Yaşamın değerli bir kutsal ve sıradan bir kutsal olarak ikiye ayrılmasının böyle bir amacı vardır. Sürekli gözetlenme inancı, kontrole hizmet eder. Sağ ve sol taraf ayrımı, aynı zamanda, orallığın idealleştirilmesi (sağ elle yemek) ve analitenin değersizleştirilmesi (tuvaleti sol elle kullandıktan sonra temizlik) anlamlarına gelir. Modern yaşam, insanları her gün birçok karar almaya, dolayısıyla sorumluluk almaya zorlamaktadır. Bu kararlar aynı zamanda rahatsızlık ve ikirciklilik yaratır. Din, insanlara bu sorumluluğu daha yüksek bir güce devrederken, aynı zamanda özgürlüklerinden de vazgeçmelerine "yardımcı" olur.

Namus üzerinden çok mahrem olanı, cinselliği konuşuyoruz. Dinin, devletin, toplumun ve ailenin cinsel alanı bir yandan mahrem ilan etmesi ve gizli alana taşıması, ama aynı zamanda cinselliğe burnunu sokması ve denetlemeye çalışması çok eskilere uzanır. Hammurabi Kanunları'nın birçoğu cinselliğin düzenlenmesine dairdir. Tanrılar ve devletler kim, kiminle ve nasıl seks yapacak, bunları düzenlemek istiyor. Eşcinsellere yasak koymak, anal seksin günah olup olmadığını tartışmak, nikâhın dini mi yoksa resmi mi olması gerektiğine dair sonu gelmeyen sorular, dini tartışmalarda cinselliğin öne çıkması, devletin LGBTİ’leri hizaya çekmeye çalışması... Tanrılar, devletler, aileler belirli bir yaşa ulaşmış insanları rahat bırakmalı galiba.

Devam edecek...


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi