Celal Başlangıç
Ne yazık ki faşizmde oluyor böyle şeyler!
Avrupa’da faşizm şaha kalkmıştır. Diktatör Mussolini İtalya’yı demir yumrukla yönetmektedir.
Ülkenin liman kenti Rimini’de muhalifler "biz buradayız" diyebilecekleri bir eylem peşindedirler.
Bir gece vakti kentin meydanına bakan kilisenin çan kulesine bir gramofon yerleştirirler gizlice. Sonra da Enternasyonal Marşı’nın plağını koyup gramofonu çalıştırırlar.
Marşı usul usul çalan kemanın sesi dalga dalga yayılır tüm alana.
Bu sırada bardaki içkilerini bitiren Mussolini’nin faşistleri biraz da sarhoş şarkısına dönen marşlarını söylemektedirler bağıra çağıra.
Çan kulesinin önüne geldiklerinde gramofonda çalan Enternasyonal’le faşistlerin bağıra çağıra söyledikleri marşları karşı karşıya gelir. Bu aynı zamanda iki dünya görüşünün arasındaki kalite farkını da göstermektedir.
Enternasyonal’i fark edince birden donup kalır faşistler. Kısa bir şaşkınlıktan sonra ellerini bellerine atıp silahlarını çekerler ve çan kulesindeki gramofona ateş etmeye başlarlar.
Ancak birazda sallana sallana ayakta durabildikleri için uzun süre vuramazlar gramofonu. Kurşunlar kulenin çanına, duvarına vurup geri sekmekte, Enternasyonal Marşı alanın dört bir yanında dalga dalga yayılmayı sürdürmektedir.
Faşistler marşın sürdüğünü duydukça deliye dönerler, çılgın gibi ateş etmeyi sürdürürler. Uzun bir süre sonra gramofonu vururlar. Plaktaki melodi kayarak susarken gramofon da çan kulesinden aşağı yuvarlanır.
Ünlü İtalyan yönetmen Federico Fellini’nin unutulmaz filmi Amarcord’dan (Anımsıyorum) muhteşem bir sahnedir bu.
Benzer sahne Costa Gavras’ın Sıkıyönetim-1972 filminde de vardır. Ancak anlatılan olay bir çan kulesi çevresinde değil bir üniversite avlusunda geçmektedir.
CIA kontrolünde baskıcı bir yönetimin egemen olduğu Uruguay’da gerillalar bir ABD ajanını kaçırırlar.
Polis kaçırılan ABD ajanını bulmak için yoğun operasyonlar yapmaktadır. Bu çerçevede üniversiteyi de basar.
Öğrenciler direnseler de polisin orantısız gücüne yenilirler. Polis üniversite avlusuna girer. İşte tam bu noktada orantısız güce karşı orantısız zekâ devreye girer.
Avlunun bir köşesindeki hoparlörden Che için yapılmış Hasta Siempre ya da daha bilinen adıyla Comandante Che Guevara şarkısı çalmaya başlar. Polisler peşlerine düştükleri öğrencileri bırakıp deli gibi sesin geldiği yere koşarlar.
Avludaki binalardan birinin duvarına asılmış hoparlörden yükselmektedir Comandante Che Guevara’nın şarkısı.
Atlaya zıplaya yere indirirler hoparlörü. Bir anlığına şarkı susar. Ama hemen ardından avlunun başka bir köşesinden devam etmeye başlar şarkı. Deli gibi oraya da koşarlar kablosunu kopartıp sustururlar bir anlığına. Ama o da ne! Bu kez de tam ters köşedeki duvara asılmış hoparlörden devam eder aynı şarkı.
Avluda bir duvardan öbür duvara çılgın gibi koşan polislerin çaresiz ve gülünç hali kazınır zihinlere.
Fellini’nin Amarcord’undan Gavras’ın Sıkıyönetim’inden bu sahneleri hatırlatan, önceki gün İzmir’de yapılan bir eylem oldu.
Görüntüleri sosyal medyaya da yansıyan bu eylemde İzmir’in bazı semtlerindeki camilerin minarelerinden bir süre Bella Ciao çalmış. Yani Mussolini faşizmine karşı direnen devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin, antifaşistlerin ortak marşı Bella Ciao yükselmiş minarelerin hoparlörlerinden.
Coranavirus salgını nedeniyle uzun süredir ibadete kapalı olan, sadece ezan okunan, akşamları dua yayını yapılan camilerin hoparlörlerinden merkezi ezan sistemine sızılarak, frekanslarla oynanarak İtalyanca marşın yayınlandığı olasılığı üzerinde duruluyor.
Bu korsan eylem üzerine İzmir Cumhuriyet Savcılığı da harekete geçmiş:
"20.05.2020 Çarşamba günü bazı internet sitelerinde, İzmir ilindeki farklı camilerin hoparlörlerinden aynı anda ezan yerine İtalyanca Bella Ciao (Çav Bella)’nun çalındığının haber konusu yapılması karşısında; söz konusu eylemi gerçekleştiren kişi ya da kişiler ile söz konusu haber videolarını övücü ve destekleyici ifadelerle sosyal medya hesaplarından paylaşanlar hakkında, Cumhuriyet Başsavcılığımızca ‘Dini değerleri alenen aşağılamak’ suçundan resen soruşturma başlatılmıştır."
Önce birkaç saptama yapalım.
Birincisi, hangi dine inanırsa inansın, insanların ibadethanelerine ayırımsız herkes saygı göstermelidir.
İkincisi, İzmir’de cami minarelerindeki hoparlörlerden müzik çalınması nasıl kınanıyorsa; kilise kapısı yakmaya kalkışanlar da, cemevine kapıları kırarak giren, içeriye göz yaşartıcı bomba atanlar da, AKP’nin seçim şarkısı Dombra’yı cami hoparlörlerinden yayınlayanlar da aynı şiddette kınanmalıdır.
Gelelim esas meseleye…
Bir ülkeyi bu kadar ağır baskı altında yönetmeye kalkarsanız…
İnsanlara en küçük bir muhalefet etme, sesini duyurma alanı bırakmazsanız…
Yurttaşların bütün nefes borularını kesmeye kalkarsanız…
Birilerinin de doğruluğuna yanlışlığına bakmadan, iktidarın ekmeğine yağ süreceğini düşünmeden, iradesi dışında bir provokasyona yol açacağını hesap etmeden "ben buradayım" demek için doğru ya da yanlış olduğuna bakmadan bulabildikleri en küçük fırsatı bile değerlendirmelerine engel olamazsanız.
Bu da iktidar olma biçiminin yan etkileri işte; ne yazık ki faşizmde oluyor böyle şeyler!