Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Neyin tanzimi ve neyin ıslahı?

Aslen birer açılım programı olarak anılabilecek Tanzimat ve Islahat Fermanları, 21. yüzyıl başında Türkiye’de örneklerini gördüğümüz açılım paketleri gibi, sadece niyetler ve vaatler seti deklarasyonundan ibarettir.

Günümüz Türkiye’sinde saymakla bitmez sorunlardan sadece biri, ama diğer birçok sorunun kaynağı niteliğinde olan eşitsizlikler üzerine bir süredir bu köşede yazıyorum. Bu bağlamda çizdiğim genel eşitsizlikler haritası şablonunda altı düzleme yer vermiştim:

  1. Kolektif Kimlikler Düzlemi
  2. Merkez-Çevre veya Kuzey-Güney (Küresel) Düzlemi
  3. Ova(lı)-Dağ(lı) Düzlemi
  4. Sınıf Düzlemi
  5. Şehir-Köy Düzlemi
  6. Toplumsal Cinsiyet Düzlemi

Elimizde böyle bir haritayla coğrafyamıza baktığımızda görülen tabloda ‘tarih tersleri’ köşe yazılarında şimdilik birinci düzeleme odaklanıyorum ve bu düzlemde hemen karşımıza çıkan eşitsizlikler ilişki ağına Osmanlı-Türkiye tipi kast sistemi adını veriyorum.

Ancak bu düzlemi tartışırken, diğerleriyle arasındaki karmaşık ilişkinin her zaman dikkate alınması gerektiğini tekrar belirtmeliyim.

Çok katmanlı bu sorunun diyalektik bütüncül analizini yapmak veya haritasını tüm boyutlarıyla çıkarmak neredeyse olanaksızdır, ama sağlam bir teorik-kavramsal çerçeve çizdikten sonra belli bir boyuta odaklanmak doğal ve aslında kaçınılmazdır. Önemli olan, bunu yaparken düzlemler arasındaki karmaşık ilişki ağını mümkün olduğunca gözden kaçırmamaktır.

*****

Güncel eşitsizlikler haritasının niceliksel analizini sunarken bu çok boyutlu bakışı başaran bir çalışmayı iyi bir örnek olarak önermek isterim: Sayısal verilere dayalı genel bir tablo sunan Ayşen Candaş ve Volkan Yılmaz’ın yayına hazırladığı Türkiye’de Eşitsizlikler: Kalıcı Eşitsizliklere Genel Bir Bakış başlıklı çalışma önemli bir boşluğu dolduruyor. Memlekette her iyi iş yapan kurumun yaşadığı cezalandırmalardan bugünlerde payını almakta olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu çatısı altında 2012 yılında gerçekleştirilen bu kapsamlı çalışmada olduğu gibi, genelde eşitsizlik konulu çalışmalarda sınıfsal eşitsizlikler odağa oturmaktadır.

Bir dönem sayısı artan benzer güncel çalışmaların son yıllarda maalesef pek yapılmaması eşitsizlikler sorununun azalması değil, tam tersine her düzlemde giderek artan eşitsizlikler konusunda makro düzeyde söz etmenin imkânsız hale gelmiş olmasıdır. Şehir ve ilçe bazlı lokal veya mikro düzeyde, özellikle saha çalışmalarının eksik olmadığını, kısa bir internet taraması hemen göstermektedir.

*****

Kapsamlı ve karmaşık eşitsizlikler haritası üzerinde kolektif kimlik düzleminde bugünkü eşitsizliklerin kaynağını görmemizi sağlayacak olan modern Osmanlı ve Türkiye tarih terslerinin yararlı olacağına inanıyorum.

Tersleri anlamak için bazen düzlerden başlamak iyi olur düşüncesiyle, yaygın eşitlik efsanelerinin merkezi unsuru olan ‘Osmanlı Barışı’ veya ‘Osmanlı Huzuru’ anlatısının ters yüz edilmesinin gerekli olduğunu düşünerek bu konu üzerinde özellikle duruyorum.

Üstelik, bunu yapmak için- çoğu eleştirellikten uzak olan -mevcut literatürün sunduğu olgusal bilgi bile yeterlidir.

Bugün asıl gerekli olan, mesafeli ve eleştirel bakış ve (eğer seçilecekse) ‘taraf’ olarak alt kastların tarafını seçme prensibidir. Entelektüel-akademik etik icabı olarak da bu prensip unutulmamalıdır.

Memlekette günümüzde çok vahim boyutta yaşanan ve aslen küresel bir krizin parçası olan demokrasi krizinin veya bazılarının tercih ettiği boyutuyla popülizm sorununun kökenlerini görmek için bu tersler hayati önem taşıyor.

Bu nedenle bir süredir, tarih terslerinde odağa oturan Osmanlı ve Türkiye’de kolektif kimlik düzleminde eşitsizliklerin tarihine baktığımızda, modernleşme sürecinde yaşanan kopuş döneminin özellikle ele alınması gerekiyor.

*****

Açılım Paketleri Olarak Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları

Osmanlı’da modernleşme sürecinin parçası olan demokrasi tarihi dönemlendirmesi içinde - özellikle hukuk devletinin inşası bağlamında - başlangıç dönemi olarak kabul edilen Tanzimat Dönemi (1839-76), günümüz demokrasini anlamak için hayati önemdedir. Sultan III. Selim’in (saltanat dönemi 1789-1807) bilinçli iradesi ve önderliğiyle gerçekleştirilen reform girişimlerinden dolayı anlaşılır nedenlerle 1790’lı yıllara kadar geri götürülen bu sürecin dönüm noktaları olarak alınan Sened-i İttifak (1808), Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) örgün eğitim tarih derslerinde ve üniversite seviyesinde, aynı zamanda (demokrasi tarihinin parçası olan) anayasa tarihinde dönüm noktaları olarak bolca işlenir.

Bu dönemin sonu ve demokrasi tarihinin ilk doruğu niteliğinde olan Birinci Meşrutiyet dönemini (1876-1878) bilahare ele almak üzere, 1839-76 dönemine baktığımızda, karşımıza çıkan önemli gelişmelerin dolaysız arka-planını oluşturan ‘gavur’ Sultan II Mahmut’un (1785-1839, saltanat dönemi 1808-1839) önderliğinde 1820lerden itibaren gerçekleştirilen, bir tür zemin hazırlığı olarak görülecek gelişmeler, genelde modernleşme bağlamında önemli dönüşüm ve modern-öncesinden kopuşun ilk doruğudur.

Nitekim, Sultan II. Mahmut öldükten kısa bir süre sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı (03 Kasım 1839), sadece bu kopuşun resmen ilan edilmesinden ibarettir. II. Mahmut döneminin 1820’ler sonrasındaki devrimci birikime dayanarak Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) önderliğinde modernist devlet erkanı tarafından hazırlanan fermanın konumuz bağlamında en önemli özelliği, hukuk devleti ve yurttaşlık anlayışını vaat etmesidir. Metin içeriğinde eşitlik sorunsalı açıkça ifade edilmese de ruhunda (kolektif kimlik düzlemi de dahil olmak üzere) eşitlikçi anlayış hakimdir.

Aslen Mustafa Reşit Paşa’nın yetiştirmesi olan ve 1860’lı yıllara damgasını vuran (Mehmet Emin) Ali Paşa (1814-1871) ve (Keçecizade) Fuat Paşa’nın (1814-1869) mimarlığını yaptığı Islahat Fermanı (18 Şubat 1856) ise) Sultan Abdülmecid’in (1823-1861, saltanat dönemi 1839-1861) ve sarayın önderliğinden çok, artık tamamen Babıali bürokratlarının modernleşme sürecinde direksiyona geçtiği bir dönemde ilan edildi. Dolayısıyla, barındırdığı açık ve net eşitlikçi ve kısmi devrimci niteliğini bu modernist bürokrat elitlere borçludur.

*****

Ali ve Fuat Paşaların vefatları sonrası 1870li yılların ilk yarısında, Sarayın Sultan Abdülaziz (1830-1876, saltanat dönemi 1861-1876) önderliğinde, Babıali ve bürokrat elitler ile giriştiği erk çekişmesine sahne olan Osmanlı siyasetinde, (modernleşme sürecinin parçası olarak) eşitlikçi siyasetin devam ettiğini söylemek mümkündür.

Ancak, aynı zamanda resmi Osmanlıcılık bağlamında tartışılabilecek devlet politikasına karşı sergilenen sivil tepkilerin en önemli kaynaklarından biri, inanç merkezli kolektif kimlikler hiyerarşisinin (Osmanlı-tipi kast sisteminin) tasfiye çabasına karşı olan, dolaysıyla zımnen eşitlik karşıtı politikaları savunan karşı-devrimci tutumdur. Denklik fobisine dayanan ve sivil Osmanlıcılık çerçevesinde değerlendirilebilecek bu tutumu sergileyen Namık Kemal (1840-1888) gibi aydınların, sonradan yüceltilerek günümüze kadar modernist demokratların öncüleri olarak kabul görmeleri, bu yazıdan çıkarılacak belki de birinci tarih tersidir.

*****

Aslen birer açılım programı olarak anılabilecek Tanzimat ve Islahat Fermanları, 21. yüzyıl başında Türkiye’de örneklerini gördüğümüz açılım paketleri gibi, sadece niyetler ve vaatler seti deklarasyonundan ibarettir.

Her iki fermanın içeriği kadar önemli olan, pratiğe geçirilmesi, yani 1840lar ile 1870ler arası dönemdeki (oldukça inişli çıkışlı bir çizgide) uygulanma sürecidir, ama bunu burada ele alma olanağım yok maalesef.

Konumuz bağlamında bu fermanların (açılım paketlerinin) önemli boyutu, kolektif kimlik düzleminde belirleyici olan inanç kategorisi bağlamında eşitlik (müsavat) niyetiyle ilgilidir.

Daha genel ve dolaylı olarak Tanzimat Fermanı ve dolaysız olarak Islahat Fermanı, hukuk devleti olmanın gereği olarak kolektif kimlik düzleminde eşitsizliği kaldırma vaadiyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Dönemin kolektif kimlik düzleminde merkezi konumda olan ve belirleyici olan inanç kategorisi bağlamında farklı kastlara ait inanç grupları (milletler) arasındaki hiyerarşiyi (her milletin kendi içindeki hiyerarşisi ile birlikte) ortadan kaldırma veya en azından aşındırma vaadi, bu hiyerarşinin açıktan kabulü anlamına gelir.

Elbette tanzim ve ıslah edilmek istenen, devletin kendisi ve bir bütün olarak devlet-toplum-birey ilişikleridir.

Ancak bunun parçası olarak, milletlerin (kastların) hem kendi aralarındaki hem devletle aralarındaki hem de kendi içlerindeki bariz hiyerarşik (eşitsizlik) ilişki de tanzim ve ıslah edilecekler arasındadır.

O halde, Tanzimat ve Islahat Fermanları, Osmanlı-tipi kast sitemi adını verdiğim millet sisteminin eşitsiz ilişki üzerine kurulu olduğunun resmen kabulü anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, elinizdeki yazının önemli tarih terslerinden biri de Barış ve Huzur timsali Osmanlı millet sistemi anlatısının efsaneden ibaret olduğunun kanıtları olarak Tanzimat ve Islahat Fermanlarını değerlendirmek olabilir.

Savunmacı bir dille Osmanlı millet sistemini eşitlikçi çok-kültürlülük modeli olarak sunan bazı yazarlar, tanzim ve ıslahat ihtiyacının, tam de geleneksel sistemin 18. yüzyılda ‘yozlaşmış’ olmasından kaynaklandığı argümanına sığınabilirler. Modernleşme sürecinin ilk döneminde Osmanlı elitlerinin de pek sevdiği bu argümanın yanlış olduğunu, (yüceltme amaçlı olanlar da dahil olmak üzere) ‘klasik’ Osmanlı sistemiyle ilgili bugüne kadarki çalışmaların açıkça gösterdiğini önceki yazılarda anlatmıştım.

Ancak bizim tartışmamız bağlamında önemli olan, özellikle Islahat Fermanı’nın kast sistemini revize etme niyetine karşı egalofobik tepki sergileyen Müslüman muhaliflerin, o sırada muhafaza etmeye çalıştıkları sistemin, (öncesi nasıl olursa olsun) acilen ıslaha muhtaç bir eşitsizlik sistemi olduğunun kabulüdür.

Bununla ilişkili olarak bu yazıdan çıkarılacak bir başka tarih tersi de Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinde devlet ve sivil kategoriyle ilgilidir: Devlet eliyle yukarıdan aşağıya (çoğu zaman dayatılmış) anayasal metinler olarak görülen esasen eşitlikçi politikalara dayalı bu fermanların bahşedilmiş (octroi) ‘anayasa metinleri’ niteliğinde olması, sonraki süreçle ilgili çok açıklayıcıdır. Nitekim bu, Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinde modernleşme, cumhuriyet ve demokrasi sürecinin devlet eliyle yukarıdan aşağıya yürütülmesi gerçekliğinin başlangıç dönemidir.

*****

Eşitsizliklerin ortadan kalkma ihtimalinin, (Osmanlı ve Türkiye’de aynı zamanda çoğunluk konumunda olan) üst kast elitlerinde veya ‘temsilcilerinde’ yarattığı korkuyu anlamak, günümüz demokrat aydınlarının sorunsallaştırmadan Osmanlı’dan devraldığı sorunlu demokrasi ve cumhuriyet anlayışının hastalıklı köklerini görmek için elzemdir.

Özellikle Islahat Fermanı’na (bugün demokratlar tarafından rol model olarak görülen) dönemin çoğunluk aydınlarının ya da aynı anlama gelmek üzere en üst kast üyesi Müslüman aydınların verdiği egalofobik tepki, günümüze kadar evirilerek gelen ve nihayet Türkiye-tipi kast sistemi olarak bugün karşımızda duran hastalıklı yapının temelinde yatmaktadır.

*****

Bu köşedeki son birkaç yazıdan çıkarılacak belki de en önemli tarih dersi şu olabilir: Osmanlı’da bürokrat elitlerin, en azından kolektif düzlemde inanç kategorisi bağlamında eşitlikçi politika ve adımlarına karşı gösterilen sivil tepkilerin arkasında Gayrimüslimlerle eşit/denk olma veya görülme fobisi vardır. Günümüzde daha rafine ve zımni bir şekilde varlığını sürdüren bu fobi, Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin başlangıcında ortaya çıkan ve halen devam eden yüzleşilmesi gerekli bir hastalığın göstergesidir.

Sonraki yazılarda, bu egalofobik tepkiyi (sınıfsal ayrıcalığı kaybetme korkusuna dayalı Gayrimüslim elitlerinin tepkisi ile birlikte), 1839-76 döneminden başlamak üzere anekdotlar ve örnek vakalar üzerinden anlatmaya çalışacağım.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi