Süreyya Karacabey
Not almak
Bir şeyi unutmamak için not alırız, gündelik hayatımızı programlamak için, randevularımızı, toplantılarımızı unutmamak için not alırız. İçinde kısa bilgilerin bulunduğu defter aynı zamanda metaforik bir anlama da sahiptir. Örneğin, kara kaplı defter. Bu çoğunlukla hesaplaşılması gerekenlerin listelendiği bir hafızaya işaret eder; somut, fiziki bir varlığının olması gerekmez.
Bazı şeyleri aklımıza yazarken de not alıyoruz, deriz. Sevaplarımızı ve günahlarımızı yazan melekler vardır örneğin; sağ ve sol omuzumuzdaki melekler, bu yazma edimini herhangi bir materyal kullanmadan gerçekleştirirler ama fiil, yazmaktır. Yazı da deftere aittir. Günah ve sevapların hesaplanacağı bir zamana gönderme yapan bu dinsel figürler, aynı zamanda akla bir muhasebe defterini de getirirler. Adalet her zaman bir ölçü ile ilgilidir, terazi simgesi tesadüf değildir.
Not tutmak, belleğin güvenilmezliğine yöneltilmiş bir önlemdir, kaybolup gidecek olanı, gitmeden durdurma işlemidir. “Unutursak kalbimiz kurusun” dediğimizde, yaşanmış bir felaketi ya da acıyı unutmanın bir çeşit ölüm olduğunu tekrarlamış oluruz. Bizim için önemli bir şeyi unutmak, aslında bir çeşit yok oluştur, unutulmaması gerekenler tekil ya da kolektif hafızaya not edilir. Şarkısını dinlediğimiz çok eski felaketler bu notların bir sonucudur ya da notun kendisidir.
Vakti gelince açılacak defterler vardır bir de, ben buradaki ertelemeyi sevmem, daha doğrusu bir öfkenin vakti gelince patlatılmasında bir hesapçılık bulurum. Mecburi bekleyişlerden söz etmiyorum tabi, uygun koşullar denilen ve bir türlü ne olduğunu anlamadığım ruhsuz ertelemeden söz ediyorum. Ama her şey bizi bu ertelemenin gölgesinde tutar, şimdi sırası değildir, beklemeyi bilmek gerekir. Belki akılcıldır ama bu tür bir akla yabancı olduğumdan hiç anlam veremem. Vakti gelmeden açıldığında defter ne olur, onu da bilemem ama en azından dürüst bir spontanlık belirir karşımızda.
Biri bunları not ediyorum dediğinde, genellikle bizden üstün bir konumda olduğuna işaret eder çünkü zamanı düzenleyecek olan ve aldığı notlara ilişkin üstü kapalı-ya da açık tehditi- bildirme kudretine sahip olan odur. Biri, bunları not ediyorum dediğinde, ilk fırsatta bize fenalık yapacakmış gibi hissederim. Muktedirin aldığı notla, ezilenin tuttuğu not aynı statüde değildir. Muktedir, not alıyorum dediğinde performatif bir edimi başlatır, onun aldığı not, devletin güvenlik görevlileri tarafından bir gerçekliğe dönüşebilir. Tehdit zaten buraya aittir. Bizim aldığımız notların bulunduğu defter ise durmadan parçalanmıştır, burada akıl almaz olan, bize karşı yapılan kötülüklerde bile tehdite uğruyor oluşumuzdur. Kısaca muktedir, evimizi tepemize yıkıp, sonra niye ağlıyorsunuz diye bize bağırabilir.
Not almak ciddi bir iştir, özellikle insanlığa yöneltilmiş suçların tasnifi dikkatle yapılmalı ve kıyamete kalmasın diye bir dava, sık sık tekrarlanmalıdır. Not alıyoruz.
Katastrof, doğal yıkım, felaket biçiminde Türkçeleştirilmiştir, not alıyoruz.
ÜLKEMİZ BABANIZIN ARSASI DEĞİL
Kimse tepesine düşen bir şimşek yüzünden gökyüzünü suçlamaz, fırtınalı havalarda tehlikeli bölgelerde bulunmamaya çalışır. Eğer bulunmuşsa, uğradığı felaket üzücü sonuçlara yol açar ama bundan dolayı kimse suçlanmaz.
Bir sele kızılmaz çünkü doğanın kendi hareketleri vardır fakat evini dere yatağına yakın yere yapmış olan suçlanır, doğaya uyumlu davranmadığı için bir felakete uğrayacak olması tesadüf değil, zorunluluktur çünkü. Not alıyoruz.
Bir depreme kızılmaz, Gaia hareket eder, derin yarıklar oluşur gövdesinde, sonra kayar yeniden toplanır. Bu onun katmanlarına ve varlığına içkin bir şeydir, çok uzun zamanlardan beri bilinir. Niye kırıldın diye Gaia'ya kızmak kimsenin aklına gelmez ama onun vakti gelince bir uçuruma dönüşeceği ya da sıvılaşacağı yerlere bina yapanlara, buna izin verenlere, yapılmasına göz yumanlara kızılır. Not alıyoruz.
Deprem kuşağında bulunduğu bilinen bir coğrafyada, kentsel dönüşümü vahşi bir ranta çevirenlere, hasarlı binalarda insanların yaşamasına göz yumanlara, denetimsiz inşaat krallığına kızılır. Betonunda demir olmayan yapılara, insan hayatını hiçbir biçimde ciddiye almayan bu yapıların sorumlularına elbette kızılır.
Felakete kızılmaz, yas tutulur, insan eliyle ilgili değilse eğer. Ama başka türlü olduğunda her şey insanların kaybı daha az olacaksa, ve bu açıkça biliniyorsa, çığlık atılır. Üzerine kötü yapılmış binaların yıkıldığı insanların “neredesiniz” çığlığı işitilince sadece kızılmaz, delirilir. Elleriyle enkazı kazan, yakınlarına ulaşmak için çabalayan, donan, aç kalan, korkunç bir dehşetin içinde kalan ve ne yapacağını bilemeyen insanlara bağırılmaz. Kimse yapamaz bunu, kimse bu kadar büyük bir acı karşısında kendi büyüklüğünün hesabına geçemez. Kimse sorumlusu olduğu kabahatleri üstlenmemek için, enkazın altında kalmış olanları suçlayamaz.
Not alıyoruz: Burası bizim ülkemiz, babanızın arsası değil.
Not alıyoruz, bu kadar büyük bir yıkımın altında hepimiz kaldık.
Not alıyoruz. Artık kimsenin bizi tehdit etmesine tahammülümüz kalmadı, yaşadığımız topraklarda huzurlu ve barışçıl bir hayat istiyoruz.
Birileri zengin olsun diye ölmekten bıktık. İşte bunu not alın!
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.