Ölünüz, gerisiyle biz meşgul oluruz

Sadece iş cinayetlerinde değil, rant-imar politikaları nedeniyle sellerde, afetlerde meydana gelen ölümler sonrasında da iktidar, müsebbip olduğu enkazların üzerine “icraat” perdesi çekmeyi başarıyor.

14 Ekim’de Bartın'ın Amasra ilçesinde bulunan kömür madenindeki patlamada 41 maden işçisi hayatını kaybettiği halde iktidar, cenazelere “erken” ulaşma kudretiyle övündü. Aynı üslup 13 Mayıs 2014’te 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma’da da kullanılmış, Erdoğan “ebediyete intikal eden kardeşlerimizle ilgili adli tıp çalışmaları da Kırkağaç’taki mümkün olan en güzel şartlara sahip yerde süratle otopsilerini gerçekleştirme gayretine girdik” demişti.

Sadece iş cinayetlerinde değil, rant-imar politikaları nedeniyle sellerde, afetlerde meydana gelen ölümler sonrasında da iktidar, müsebbip olduğu enkazların üzerine “icraat” perdesi çekmeyi başarıyor.

Peki nasıl oluyor da alt sınıfların önemli bir bölümü, bunca felaketin, yoksulun emeğiyle zengini palazlandırma sisteminin en acımasız icracısı olduğu halde AKP’den kopamıyor?

Bu sorunun cevabını uzun yıllar erkek şiddetine maruz kaldığı halde bir türlü boşanamayan kadınların anlatımlarından çıkarsamak mümkün. Erkekler şiddeti sürdürülebilir kılmak için öncelikle kadınları güçsüz, iradesiz, değersiz, korunaksız, seçeneksiz olduklarına “inandırıp” zapturapt altına alırlar. Onların kollarını-kanatlarını bu şekilde kırarlar. Pek çok kadın, bu çemberi kıracak farkındalığa dışarıdan bir dayanışmayla, deneyim paylaşımıyla veya çok ağır fiziksel şiddet sonrasında gördükleri destekle ulaşabiliyor.

AKP’nin bunca felaketten, bunca çöküşten sonra bile sömürü ve şiddet düzenini rahatlıkla kader olarak sunabilmesi, alt sınıfları değersiz olduklarına inandırmasıyla mümkün. Öyle ki, kölelik koşullarında çalışan pek çok işçi, aldıkları asgari ücreti kendilerine verilmiş bir lütuf olarak görüyor.

Peki bir toplum böylesi bir çemberi nasıl kırabilir?

Amasra’daki basın açıklamasında Kılıçdaroğlu “hesap soracağız” diyordu. Peki sekiz sene önce Soma’da yaşanandan hesap soruldu mu?

İktidarın Soma’da attığı tekmenin izi geçti mi?

……

Bartın maden katliamı sonrası iktidarın tutumunun arkaplanını hatırlamak için, 18 Mayıs 2014 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayınlanan “Ölünüz, gerisiyle biz meşgul oluruz” başlıklı yazımı aşağıya koyuyorum…

Herkesin kendi yarasına ağladığı bir iklimde Somalıların acısına bakıp en azından mahcubiyet duymak politik bir tavır. İnsaniyet diye bir şey varsa mahcubiyet, utanç, pişmanlık da olmalı. Bir tarafta toplu mezara dönüşen Soma’nın memleketin üstüne çökerttiği kara kederden boynunu bükenler, öbür tarafta bu karanlığı görünmez kılıp tozpembe hülyalarda bizi uyutarak saadetlerini sürdürmeye çalışan muktedirler duruyor. Yoksulluk edebiyatı yapacak değiliz. Çünkü yoksulluğun edebiyatını yoksullar yapmaz; ölüm kuyusu madenin önünde “selfie” fotoğrafı çektirip “dayanışma” edebiyatı yapanlar gibi üst sınıf işbirlikçiliğiyle o kuyuya girmekten kurtulabilenlerden de değiliz.

Ölüm, yüceltilerek üstesinden gelinebilecek bir acı değil bizim için. Katillerin meşru, ölümlerin “mukadderat” diye belletildiği vahşet çağlarını yeniden deneyimlerken, siyasi mücadeleden azade yaşamak, insaniyetten de azade olmaktır. Yüksek teknoloji, hızlı otomobiller, sıcacık yuvalar, korunaklı siteler yoksulların sırtında yükselirken, yoksulluk ve ölümü kader diye belletmelerine karşı politik mücadele yürütmek bizim için yaşamsal önemde. Zira, bu mücadele uğruna veya değil, ecelsiz ölüyoruz.

Tayyip Erdoğan ’ın, Zamyatin’in ‘Biz’ romanındaki ifadeyle Velinimet’in Soma’daki basın açıklamasında hatırlattığı gibi, 1800’lerin Avrupası’nda yaşanan vahşi kapitalist düzendeki köle kırımlarından biri Soma’da yaşandı. “Şu an mühim olmayan rakamda” Somalı işçi, Erdoğan’ın tabiriyle “x” oldu. 700 işçinin toplam aylık maaşına denk düşen bir parayı koluna saat diye takıp Meclis’te de bunun garanti belgesini sallama cüreti gösteren -Yaşar Kemal’in tabiriyle- “gravatlılara” karşı çapulcuların, teröristlerin, hayata tutunamamışların alacağı konum belirleyecek kaderimizi.

Çünkü karşımızda sadece belli bir zümre/iktidar yok; bir dünya görüşü ve bir kötülük ittifakı var.

GÜZEL ÖLÜM

Soma kuyusundaki yüzlerce işçinin ölüsü çıkarılırken, bir TV spikeri yüzüne riyakârlık kokan ıstıraplı edayı takınıp şunu söylüyordu: “Sevinelim mi bilemiyorum ama en azından yanmadıklarını, karbonmonoksitle öldüklerini biliyoruz.” Hijyen ve gösteri çağında, yüzü kömür karası işçilerin bedenlerinin deforme olmadan can vermesi “güzel ölüm” sayılıyor. Çünkü efendiler kötü görüntü istemiyor! Bir gaz soluyup ölmüş olmaları, dehşet uyandıracak beden deformasyonuna, dolayısıyla “kötü görüntüye” mani olduğu için “güzel ölüm”dür. Ölen, dışlanmıştır, geriye kalan ölü canlar da “aşırı uç” olarak kenara iteklenmiştir. Artık mevzubahis olan ölenlerin, kalanların hafızasında bıraktığı izdir. Bu iz bile temiz tutulmalı ki, madenden ölü çıkarılanların yüzüne maske takılıyordu.

Ölenlerin ardında kalan öksüz çocukların, dul kadınların, ana-babaların on yıllarca Soma’nın duvar diplerine çöküp o ölüm soğukluğunu solumaları onların umurunda mı? Hem zaten devlet de arkada kalanlara biner lira aylık bağlayacak. “Tazminatsa tazminat”, gerisi teferruat!

Yaşar Çabuklu’nun ‘Kovulanın İzi’ kitabında aktardığı gibi, ne diyordu Amerikan cenaze şirketleri: “Ölünüz, gerisiyle biz meşgul oluruz”, “Bu, her insanın başına bir kez gelir”.

Soma’daki basın toplantısında ne diyordu Tayyip Erdoğan: “Ebediyete intikal eden kardeşlerimizle ilgili adli tıp çalışmaları da Kırkağaç’taki mümkün olan en güzel şartlara sahip yerde süratle otopsilerini gerçekleştirme gayretine girdik.” Ne de olsa “biz size efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik”, “laf milliyetçiliği değil, hizmet milliyetçiliği yapıyoruz” ve “biz sizi seviyoruz be!”

ALGI OPERASYONU

17 Aralık’tan beri kendilerine karşı bir algı operasyonu yapıldığını söylüyor Erdoğan. Algı operasyonundan kastı, insanların zihinlerinin hakikatle örtüşmeyecek hislerle donatılması çabasıysa, kendi fiilini tarifliyor. Mahpusları diri diri yakmaya “Hayata Dönüş operasyonu” adını veren devlet aklını devralmış bulunan Erdoğan, CHP’nin Soma’daki ölümlerle ilgili verdiği araştırma önergesini reddetme sebebini Soma’da gazetecilere şöyle açıklıyor: “Başlıkta Soma geçiyor ama içerde herhangi bir şey yok.”

Erdoğan kederden, mahcubiyetten ve utançtan çenesini oynatamayacak kadar bitkin olacağı yerde, yüzlerce işçinin öldüğü bir kasabada, son derece sakin ve soğukkanlı bir edayla algı operasyonunu sürdürüyordu: “İngiltere’de 1862 madende göçük 204 kişi ölmüş. 1866 grizu patlaması 361 kişi yine İngiltere. Fransa’ya geliyorum 1906 en ölümlü kaza ölen 1099... Japonya 1914’te 687 ölü... Mitsubishi kömür madeninde. Çin’de 1960’ta 684 kişi ölmüş. Japonya’da 1963’te 458 kişi ölmüş. Bu ocakların bu noktada bu tür kazalar sürekli olan şeyler.”

Gravatlı yaverlerinin Somalı gençleri tekmelediği, kara-zırhlı araçlarının yüzü kararmış yoksulları iteklediği sahneler de Erdoğan’ın hatırlattığı 1800’lü yıllar Avrupası’ndan kalmaydı.

X OLANLAR

Diş macunu şirketlerinkinden farkı olmayan pazarlama teknikleriyle de bu hali bize “Yeni Türkiye” paketinde sunuyorlar. Yersen, “dünyalar iyisi”sin. Yemezsen, çapulcu, terörist, “aşırı uç” olarak yaftalanır yahut Erdoğan’ın kravatlı adamları rugan ayakkabılarının izini bedenine nakşederler! Zira “x”lerin “sayıları mühim değil”, “Sen Türkiye’sin, büyük düşün!”

Soma’daki ölüm kuyusundan sağ kurtulan bir işçi tertemiz turuncu renkli sedyeye uzanırken isli çizmelerini çıkarmak istedi. Bir AKP’li milletvekili, işçinin bu tavrını Twitter’dan şöyle yorumladı: “Bir tarafta sedye kirlenmesin çizmemi çıkarayım mı diye soran dünyalar iyisi adam diğer tarafta yüzünde maske insanlığı kirletenler!”

Somalı işçinin bu hareketi bizleri gözyaşlarına boğarken, efendilerde memnuniyet yarattı. Zira her efendiye göre dünyalar iyisi köle, haddini bilendir. Somalı işçi “dünyalar iyisi”ydi, çünkü “temizi” “kirletmemesi” gerektiğini bellemişti. Soma’da doğmuş, ataları gibi yeraltında hayatını geçirmiş, “milli yas” ilanında “bile” televizyonlarda dakika başı neşredilen reklamlardaki “temiz” hayatların hülyasını bile kurmayıp kaderine ram olmuş modern yaşam mimarisinin kölesi, pre-modern çağın kalıntısıydı o.

5 yıldızlı otellerden farksız hastanelerde tedavi olan, yoksulun kirini görmeden, nefes kokusunu duymadan yaşayabilecek kadar “hayata tutunmuş” gravatlıların, kendi emeğini sömürdüğü bilinci bile elinden alınmış herkes köledir. Tayyip Erdoğan’ın “onları, yani bizleri ‘tutunamayanlar’ olarak tarif etmişti” diyerek Oğuz Atay’ın kemiklerini sızlattığı beyanatının aksine, daimi patron-siyasetçi ittifakının ekmek ile ölüm ikilemine hapsettiği “tutunamayan” tam da o işçidir, bizleriz.

Peki, hem “biz” hem “onlar” olmanın getirilerine doymayan Erdoğan aslında kimdi? Soma’daki katliam haberi geldiği sırada Erdoğan teşrif ettiği bir ödül töreninde omzuna kamera alıp “izleyicileri” kaydetmekle meşguldü.

Simit satıcılığından gelip ülkenin başına geçerek hepimize Velinimet olan bu Uzun Adam, omzundaki kameraya çektiği filmde herkese belli roller biçiyor. Bu filmde ölenlerin yüzleri yok, kir-pas yok. Bu kamera ölümleri kaydetmiyor. İlla birilerinin öleceği tutacaksa, sokaklara çıkıp cam-çerçeve indirmeyiniz; cenaze işlemleri “noktasında” kendisi bizzat meşgul olacaktır. Nizamı bozmak isteyenlerin suratına bizzat onun yumruğu inecektir. Çünkü biz onu, bize efendi olsun diye değil, hizmetkâr olsun diye seçtik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi