Özkan Uğur’un ardından

Özkan Uğur’u 8 Temmuz’da kaybettik. Öldü demeye dilim varmıyor. Kaybetmek sözcüğü (saçma da olsa) içinde bir umut, ölümse dönüşsüz bir kesinlik barındırıyor. Elbette ölmedi! Bıraktığı bunca zenginliği düşündüğümüzde, niye ölsün ki?

Özkan Uğur’u nasıl bilirsiniz? Bu soruyu özellikle bugünlerde kime sorsanız, iyi bilirdik sözü çıkacaktır ağzından. Bu “iyi bilme” hali, kuşkusuz geçmişten günümüze uzanan büyük bir sevginin yansıması. Bu sevginin içinde sanatçı kimliğinin yanı sıra insanlığı, samimiyeti, o çok renkli kişiliğinin her kesimden insanı etkilemesi var.

Popüler bir alanda olup geniş kitlelerce tanındığı halde, sanatının dışında başka unsurlarla öne çıkmayan bir isim olması da genelin nazarında önemli bir faktör olmalı. Çünkü sanatında gösterdiği samimiyet, yaptığı işten aldığı keyif, o keyfi dinleyene aktarmadaki coşkusu, müzikle, enstrümanıyla kurduğu bağdaki adanmışlık zaten en baştan Özkan Uğur’un tavrı hakkında yeterince fikir veriyor.

MÜZİKAL DOSTLUĞUN TOHUMLARI

1970’de Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası’yla başlayan müzik serüveni, 1971’de Mazhar Alanson ve Fuat Güner’le tanışması ve Kaygısızlar grubuna dahil olmasıyla devam etti. Bu tanışma, arada kesintiler olsa da, 52 yıllık bir müzikal dostluğun tohumlarının atıldığı dönem aslında.

Uğur'un kariyerinin köşe taşlarından olan Kaygısızlar grubu bir süre sonra dağıldı, araya Kurtalan Ekspres, Dostlar Orkestrası, Ersen ve Dadaşlar, Seyhan Karabay ve Kardaşlar gibi gruplarla yapılan çalışmalar girdi ancak, 1976 yılında Özkan Uğur, Mazhar Alanson ve Fuat Güner İpucu Beşlisi’yle yeniden bir araya geldi.

İpucu Beşlisi

SEKSENLERE DOĞRU...TOPLUMDA BİREYİN MÜZİKTE DE SOLİSTİN ÖNE ÇIKTIĞI DÖNEM

Gerçi İpucu Beşlisi bir süre sonra dağıldı ancak şunu da belirtmek gerekir ki, 1960’lar, 70’ler grup anlayışının hakim olduğu bir dönemdir ve birçok grubun kurulup dağılması veya başka bir isim ve kadroyla yoluna devam etmesi sıklıkla rastlanan bir durumdur.

Elbette dünden bugüne devam eden Kurtalan Ekspres ya da yine grup anlayışını, geleneğini iyi bilen Moğollar gibi uzun soluklu gruplar da oldu. 1980’lerin başında Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur’un kurduğu MFÖ de bu anlayışın devamı olarak bugünlere kadar sürdürdü müzik yolculuğunu.

Grubun ilk albümü 'Ele Güne Karşı Yapayalnız' 1984 yılında çıktığında büyük ilgi gördü. Hatta prodüktörünün ‘satmaz’ diye düşündüğü bu albüm, onu yalancı çıkarırcasına, 26 hafta müzik listelerinde yerini korudu. 'Ele Güne Karşı Yapayalnız' albümünü de MFÖ’yü de önemli kılan birçok faktör vardı.1980’ler her anlamda kolektif anlayışın yıkıldığı, dolayısıyla bunun müziğe de yansıdığı bir dönemin başlangıcıydı. Bireyin öne çıkmasının karşılığı, müzikte de solistin öne çıkmasıydı.

'Ele Güne Karşı Yapayalnız' albüm kapağı

HEM YERLİ HEM BATILI

Dolayısıyla grup anlayışının yavaş yavaş önemini yitirmeye başladığı 80’lerde, MFÖ bir arada olma bilinciyle kuruldu ve ilk albümleriyle, pop- rock tarihi açısından önemli bir başlangıç sayılabilecek bir işe imza attılar. Hem 1980 öncesindeki müzikal tavırlardan hem de o günün popüler müziğinden farklı bir yorumla dinleyicinin karşısına çıkmışlardı. Seksenler arabesk müziğin zirvede olduğu, düşüşte olan pop müziğin de bu rüzgardan yararlanarak arabesk müzikle yakın temas içine girdiği yıllardı. MFÖ’nün şarkıları, bu anlayıştan uzaktı. Ve herkesin dikkatini çekiyordu bu tavır.

İlhan İrem’in MFÖ hakkında, Münir Tireli’nin 'Türkiye’de Grup Müziği' kitabında söyledikleri önemli. İlhan İrem o günlerde MFÖ’yü “müziklerinde doğal, planlanmamış bir sentez var, ama sahnede batılı gibi çalıyor, söylüyorlar” diye değerlendirmiş. Müziklerinde buranın birikimi elbette vardı, ancak onlar kendilerine has bir dil, tavır oluşturmuşlardı. Kıpır kıpır ritimleriyle, anlattıklarıyla, sahnedeki şovlarıyla, üç değişik adamın, üç farklı sesin aynı seste buluştuğu ilginç bir gruptu MFÖ.

Elbette grubun yaşça en genci olan Özkan Uğur’un grup içerisinde yarattığı fark önemliydi. Bas gitarı çalma tekniğiyle daha ilk albümde bile grup için ne kadar önemli bir isim olduğunu göstermişti. Mesela, albüme adını veren 'Ele Güne Karşı Yapayalnız' şarkısındaki bas gitarı çalma tekniği, genç müzisyenler için ders konusu olabilecek niteliğinde.

Mazhar Alanson da MFÖ belgeselinde, ilk albümden söz ederken, Özkan Uğur’un çalma tekniğinin grup açısından önemini anlatıyor ve bu şarkıyı örnek göstererek, “Biz 9/8’lik şarkı yapmıştık ama Özkan Uğur bas gitarı çalma biçimiyle, batı tınılarıyla şarkıyı başka yere taşıdı,” diyor.

MFÖ/ (soldan sağa) Özkan Uğur, Mazhar Alanson, Fuat Güner

RİTMİN İÇİNDE BEDENİN SESİ

Şarkıyı parçalayarak dinlediğimizde, özellikle girişteki bas riffleriyle şarkının karakterinin sağlamlaştığını, aynı zamanda blues ritimleriyle de farklı bir yere doğru evrildiğini görüyoruz. Onun bas çalmadaki ustalığı, yarattığı melodiler, yaptığı besteler çok etkileyiciydi; ancak sahnedeki beden dili de oluşturduğu ritme dahildi. Onu izlerken, bedeninden başka bir beden çıktığı ya da kendini birkaç kez doğurduğu duygusuna kapılıyor insan. Ritmin içinde bedenin sesini duymak gibi bir şey bu.

Rol aldığı tiyatro oyunları, sinema ve dizi filmleri düşündüğümüzde oyunculuğunun da aynı etkiyi bıraktığını söylemek gerek. Bu hiç kuşkusuz onu izlemeyi oldukça keyifli kılıyordu. Bir insanın, bir müzisyenin saçından ayak parmağına kadar bir ritim yaratması ve bunu her şeyiyle dışarıya aktarması, gördüğüm en büyülü şeylerden biri.

Belki de bu yüzden bir solo albüm çıkarma ihtiyacı duymadı. MFÖ’de yaptığı veya katkıda bulunduğu bestelerin yanı sıra, kendine ait olan az sayıdaki şarkıya da imza attı. Bunlar, sözleri Aysun Aslan Uğur’a ait olan 'Bir Bakman Lazım', Gora Filmindeki 'Olduramadım', 'Karışık Pizza' filmi için yaptığı 'Maksat Muhabbet Olsun'dur. Bunların yanı sıra, Sertab Erener’in 'Sertab Gibi' albümünde yer alan, sözleri kendine ait olan 'Kera' adlı şarkıyı da sayabiliriz. Yine bir çok müzisyenin albümünde vokal yapmış müzik tarihine sesiyle, sözüyle, bas gitarıyla önemli bir iz bırakmıştır. Özkan Uğur, sadece müzik tarihine değil, hepimizin hayatına dokundu.

Şimdi o yok! Özkan Uğur’u 8 Temmuz’da kaybettik. Öldü demeye dilim varmıyor. Kaybetmek sözcüğü (saçma da olsa) içinde bir umut, ölümse dönüşsüz bir kesinlik barındırıyor. Elbette ölmedi! Bıraktığı bunca zenginliği düşündüğümüzde, niye ölsün ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Deniz Durukan Arşivi