Aydın Selcen
Paris cinayetleri
Milli Savunma Bakanı Akar, 2022 yılsonu değerlendirme toplantısında “Komşularımızın toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına saygılı, sadece ve sadece terör unsurlarını hedef aldığımızı tekrar tekrar söylememize rağmen maalesef içimizde ve çoğunlukla dışarıdaki bazı siyasi ve medya mensupları, ‘Türklerin Kürtlere karşı operasyonu’ şeklinde, bizim teröristlere karşı yaptığımız operasyonları tarif etmekte, bu tamamen yanlıştır. Gerçekten büyük bir alçaklıktır” dedi.
Ondan birkaç gün önce Paris’te üç Kürt, beyaz ve anlaşıldığı kadarıyla meczup ve kendi ifadesine göre ırkçı bir yaşlı Fransız erkek tarafından öldürüldü. Cinayetler kentin göbeğinde Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi gibi simgesel öneme sahip bir yerde ve çevresinde işlendi. Tam da Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in katledilmelerinin onuncu yıldönümüne denk gelecek bir zamanlamayla. Anımsanacağı üzere, o toplu cinayetin deyim yerindeyse “üzerine yatmayı” yeğlemişlerdi Türkiye ve Fransa devletleri.
Son cinayetlerin işlenmesinin hemen ardından olay yerine gelen Fransa İçişleri Bakanı Darmanin’in ayrılmasıyla şiddet olayları patlak verdi. Ertesi gün daha örgütlü biçimde PKK flamalarıyla düzenlenen yürüyüşte de daha şiddetli olaylar görüldü. Nihayet bir “beyaz yürüyüş” düzenlendi ve barışçıl gösteri hakkı bu defa doğru kullanıldı. Olayın üç tarafınca gösterilen ve gösterilmeyen tepkilerle, özellikle Fransa medyasının meseleyi ele alış biçimi üzerinde duralım.
Ankara önce sessiz kaldı. Oysa öldürülenler vatandaşlıktan çıkma yahut siyasal sığınma başvurusu yapmış olsalar bile bir başsağlığı çok görülmemeliydi. Ardından yine alışılageldik kibir dağları üzerinden İbrahim Kalın gibi sözcülerce Fransa’ya ders ve gözdağı verildi. Aynı MSB Akar’ın “besledikleri yılan kendilerini sokmaya başladı” açıklaması hiç de onun hedeflediği gibi olmayan bir biçimde Fransa medyasında yer buldu. Sonunda Fransa Büyükelçisi de bakanlığa çağrıldı.
Fransa tarafı cumhurbaşkanı, içişleri başkanı, savcı ve belediye başkanı gibi çeşitli düzey ve konumlardan desteklerini, üzüntülerini paylaştı. Yargı ve kolluk yönünden de katil önce gözaltına alınıp, psikiyatrik muayenenin ardından salınacakken, yeniden gözaltına alındı. Yetkililer soruşturma ve Kürtlere ek güvenlik önlemleri sağlanması konularında güvence verdi. Şiddet olayları üzerine Fransız toplum polisi de sert müdahale etmek durumunda kaldı. Olaylara karışanlardan gözaltına alınan olduğu yönünde bir habereyse ben rastlamadım.
Kürt tarafınca cinayetler İstanbul’da Fransa Başkonsolosluğu önünde de protesto edildi. Burada polisin 18 göstericiyi gözaltına aldığı bildirildi. Paris’teki ilk gösterilerde ortaya çıkan yıkıcı öfke özellikle diaspora Kürtlerindeki yılgınlık, aldatılmışlık, umutsuzluk, yalnızlık gibi duyguların doğrudan kitlesel dışa vurumu oldu. Bunun siyasal açıdan hiçbir kazanım sağlamayacağını, aksine olumlu ilgiyi, olumsuz dikkate dönüştürme potansiyeli taşıdığını herhalde Fransa Kürtleri de teslim edecektir. Nitekim değindiğim “beyaz yürüyüş” herhalde bu anlayışın paylaşıldığını kanıtlıyor.
Fransa medyasının ise düzayak “Türkler x Kürtler” anlatısına sarılması ve Kürdistan’ın dört parçasını harmanlayıp Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) bayraklarını, Suriye’de Kürtlerin YPG/YPJ aracılığıyla IŞİD’le mücadelesini bu katliam özelinde kendince anlamlı bir bütün sanarak sunması o tarafta da ne denli basmakalıp yaklaşımların, diz refleksi tepkilerin geçerli olduğunu gösterdi. Bunun böyle oluşunda aslan payının Ankara’nın sürekli yedi düveli azarlayıp, bıktıran iletişim stratejisini marifet sanması da herhalde başat etmenlerdendi.
IRKÇI MECZUBUN KÜRTLERİ SEÇMESİ DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Sözkonusu olay üzerinden komplocu biçimde akıl yürütmek de olası. Cinayetler tam mutasavver bir Macron ziyareti konuşulmaya başlanmışken gerçekleşti. Macron’un boşuna yani karşılıksız yahut Erdoğan’a bedavadan seçim desteği sunmak adına Ankara’ya gelmeyeceği belli. Ankara’nın da “sen hele gel, biz bir güzellik düşünürüz elbet” havasında olduğu da tahmin edilebilir. On yıl önceki katliamın ölümcül hasta bir maşa eliyle yaptırıldığı ama aydınlatılmadığı, bu defa da ırkçı bir meczubun yabancı düşmanlığı için arayıp, bulup Kürtleri seçmesi de en azından düşündürücü.
Her hal ve kârda ortada yatan sahipsiz naaşın adı Kürt Sorunu. MSB Akar, yukarıda değinilen 2022 yılsonu değerlendirmesinde, “kardeşlik” vurgusuyla başlayıp, aksini iddia edenlere “alçaklık” suçlamasıyla devam ediyor. Aynı Akar’ın “Çözüm sürecinin bittiği tarihten bugüne kadar yurt içinde, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde toplam 37 bin 285, bu yılın başından itibaren ise 3 bin 982 terörist etkisiz hale getirilmiştir” ifadesinde ise sanki alt metinde “çözüm süreci denen meretten elhamdülillah kurtulduğumuzdan beri” gibi bir yaklaşımın izleri görülebilir.
Esasen sanırım asıl mesele de bu. Paris cinayetleri olabilecek en trajik biçimde üç insanın hayatına ve başkalarının da ağır yaralanmalarına mal olarak kim bilir kaçıncı kere dışarıdan bakanların neden bahsettiklerini anlamadıkları gibi sorunun taraflarının da birbirlerinin omuzları üzerinden karşılıklı bağırmayı sürdürmekte kararlı olduklarını da ortaya koydu. Dil bilmeyen turiste yol tarifi bir kere de kulağına bağırarak yapılırsa anlayacağını sanmak gibi, haklı da olsa öfkenin en yıkıcı biçimde dışa vurulmasının “davaya” ilgi ve desteği artıracak bir yordam olacağını sanmak da korkarım aynı oranda hatalıydı.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.