Celal Başlangıç
Saray’a muhalefet, ölümüne siyaset: ‘Başıma bir şey gelirse…’
AKP’nin iktidarı yitirmemek için “korku iklimi”ne ihtiyacı vardı.
Gözaltları, tutuklamalar, operasyonlar, patlayan bombalar, IŞİD’in cihatçı canavarları hep bu “korku iklimi” için çalışıyordu.
Yaratılan “korku iklimi”nin “kenar süsü”nü işlemek de AKP iktidarının özel harp aparatı olarak görev yapan Sedat Peker’e düşmüştü o yıllarda.
AKP’nin medyayı ele geçirme planının bir parçası olarak iktidar milletvekilinin isteği üzerine gazete ve televizyon bastırmıştı adamlarına.
Türkiye’nin dört bir yanında Erdoğan’a destek mitingleri yapmış, toplumun çeşitli kesimlerine Saray iktidarının sürmesi için kanlı ayarlar vermişti.
1 Kasım 2015 seçimlerine doğru giderken gerçekleştirilen 10 Ekim katliamından bir gün önce Rize’de yapılan “teröre lanet” mitinginde Erdoğan posterlerinin altında konuşmuştu Sedat Peker:
“Adeta dünyanın şah damarı kesilmişcesine oluk oluk hepsinin kanlarını akıtacağız. Nehirler dolusu kanları aktıkları zaman anlayacaklar.”
Barış Akademisyenlerinin Kürt sorunun kanla bastırılmasına karşı yayınladıkları “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri nedeniyle hedefine aydınları almıştı:
“Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızda duş alacağız.”
Saray’ın gölgesinde kin ve nefret saçmış, toplumun çok geniş bir kesimini tehdit etmişti:
“Cezaevleri de bir gün basılacak. Ancak onların hayal ettiği gibi değil. Dışarıda yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayrak direklerine astıktan sonra cezaevlerine de gireceğiz. Onları cezaevlerinde de asacağız. Boyunlarından asacağız bayrak direklerine.”
Hatta yurt dışına çıkmadan kısa bir süre önce iç savaş çağrısı bile yapmıştı:
“Silah iyi insanların elinde bir güvencedir. Bu sebeple imkanı olanlar ruhsatlı silahlar, av tüfekleri alsınlar, mutlaka hazırlıklı olsunlar.”
Yurt dışına çıkıp Saray iktidarı ve adamlarıyla ayrı düşünce ilk büyük savaşı “dönüş biletim” dediği İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya açmıştı Sedat Peker.
“Suç örgütü lideri”ne yanıt vermek için televizyonda özel programa çıkan nadir İçişleri Bakanlarından biri olarak Soylu, Peker’in o dönemdeki “AKP’ye destek” eylemlerini eleştirmiş; yaptığı mitinglerin, kullandığı ifadelerin AKP’ye zarar verdiğini söylemişti.
Peker’in bu konuda Soylu’ya verdiği yanıt Saray iktidarının hem dünkü hem de bugünkü politikalarına ışık tutmuştu:
“Kanla ilgili söylemiş olduğum olayların hepsi söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı.”
YERLİ VE MİLLİ KALINBAĞIRSAK GAZI!
Geçen hafta, 12 Ocak tarihli yazımız “Saray’ın ‘korku iklimi’ yaratma silahı: Yerli ve milli osuruk!” başlığını taşıyordu. Yazının bir bölümü şöyleydi:
“Üzerlerinde üniformaları, yüzlerinde maskeleri, ellerinde otomatik silahlarıyla poz vermişlerdi.
Bir yandan Bozkurt işareti yapıyor, diğer yandan tekbir getiriyorlardı.
Tıpkı 1990’ların, 2015’lerin Kürt illerinde yaşanan vahşete imza atan PÖH ve JÖH’lerin yani polis ve jandarma özel harekat timlerinin 2023 versiyonuydular.
Bu ürkütücü görüntüleriyle ‘reisimiz’ dedikleri organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’ya Yunanistan tarafından vize verilmemesini protesto ediyorlardı:
‘İnsanların seyahat etme hakkını Yunanistan Büyükelçisi engelleyemez. İstersek Meis Adası’na kadar sular ısınır. Biz Alaattin Çakıcı reisimiz ne derse onu yaparız.’
Zaten daha önce de MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin olağanüstü çabalarıyla hüküm giydiği organize suç örgütü liderliğinden tahliyesi sağlanan Çakıcı da yayınladığı bir mektupla kendisine vize verilmemesini protesto etmişti. O mektubunda ilginç bir kıyaslama yapmıştı Çakıcı:
‘Unutmasınlar ki İstanbul’un nüfusu 2.5 Yunanistan kadardır. İstanbul halkı yellenirse Atina’da, Gümülcine’de, Kavala’da, Sparta’da 15 şiddetinde deprem olur.’
Yunanistan’ın neyle tehdit edildiğinin daha iyi anlaşılması için sözlüklere bakmak gerekiyor elbette. ‘Yellenmek’ yani ‘kalınbağırsak gazı’, ‘osuruk’.
Yüzleri maskeli, otomatik silahlı mafya elamanlarıyla yaratılan tekbirli ve bozkurt işaretli bu gösteri Yunanistan’dan çok, üç-beş ay içerisinde seçime gidecek Türkiye’deki muhaliflere verilen bir gözdağıydı.
Tıpkı Sedat Peker’in seçim kaybeden AKP’yi yeniden iktidara taşımak için Saray’ın talepleri doğrultusunda Kasım 2015 seçimlerinden önce yaratmak istediği ‘korku iklimi’ bir kez daha var edilmek isteniyordu.
Bu maskeli, otomatik silahlı, tekbirli, bozkurt işaretli tehdit videosunun yayınlandığı gün yani dün ülkenin ikinci büyük partisi CHP’nin Grup Başkan Vekili Özgür Özel yaşanılan vahametin boyutunu gösteren bir açıklama yapıyordu:
‘Yarın Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıklayacağım. Başıma bir şey gelirse, diye dosyayı üç arkadaşıma daha verdim.‘
Yaşanılan dehşete bakar mısınız! İçişleri Bakanı hakkında bir dosya açıklayacak olan CHP’nin yöneticisi başına bir şey gelmesinden endişe ediyor.
İşte, zamanında olursa 2023 Haziran’ında yapılması beklenen seçim öncesi koca bir ülkede yaratılmak istenen ‘korku iklimi‘ budur.
Yaratılmak istenen “korku iklimi“nin boyutunu daha iyi anlamak için 2022’nin son günlerinde işlenen bir siyasi suikasta karşı iktidarın küçük ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin takındığı tutuma bakmak yeterli.
Tahliye edilmesi için çok çaba sarf ettiği organize suç örgütü lideri Çakıcı ile kol kola pozlar veren MHP Lideri Bahçeli, yakın zamana kadar Ülkü Ocakları Başkanı olan ve yine kendisi tarafından görevden alınan Sinan Ateş’in bir siyasi suikasta kurban gitmesi karşısında tam 11 gün sustu.
Ne öldürülenin eşine, iki kız çocuğuna ne de “ülküdaşları“na 11 gün boyunca bir başsağlığı bile dilemeyen Bahçeli, ancak Salı günkü grup toplantısında bu siyasi suikast hakkında konuşabildi.
Ama o konuşmasında da bırakın başsağlığı dilemeyi, öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in adını bile anmadı; azmettirmekle suçlananları savundu açık açık. (…)
Muhaliflere, sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere yönelik her türlü baskı, tehdit, gözaltı, mahkeme mahkeme süründürme, tutuklama, akıl almaz hapis cezaları sürerken toplumda yaratılan ‘korku iklimi‘ni daha da ağırlaştırmak için her yola, yönteme başvuruyor Saray iktidarı.
Bir benzerini 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında sokulduğu kanlı ve karanlık bir tünelin kaosunda yaşadı bu toplum.“
‘BANA BİR ŞEY OLURSA…‘
Geçen haftadan bu yana öyle görünüyor ki “korku iklimi“ yaratma çabalarına tam gaz devam ediyor Saray iktidarı.
Geçen hafta CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, İçişleri Bakanı Soylu ile ilgili dosyayı “Başıma bir şey gelirse“ diye üç arkadaşına daha dağıttığını açıklamıştı.
Son bir hafta içerisinde CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Eğer bana bir şey olursa“ diye vasiyetini açıkladığı bir aşamaya geldik.
Kılıçdaroğlu bu hafta TV 100 kanalında Uğur Dündar’ın programına katıldı. Bant çekilen program yayınlanırken altına SADAT adlı “savaş ve tedhiş şirketi“nin reklamı girdi.
Reklamdaki görselde; aynen yukarıda anlattığımız maskeli, üniformalı, ağır silahlı “Çakıcıperver elemanlar“ gibi paramiliter güçlerin fotoğrafı kullanılmıştı.
Açıkçası bu CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na ve muhalefeti destekleyenlere dönük çok açık bir tehditti.
Terör, suikast, adam kaçırma eğitimi veren SADAT’ın seçimlere müdahale ihtimali üzerine Kılıçdaroğlu bu kuruluşun kapısına dayanmıştı. Sonradan yapılan açıklamalardan da anlıyoruz ki SADAT yöneticileri Kılıçdaroğlu’na bir “gol atmak“ için onun çıktığı yayını özellikle seçip reklam vermişlerdi.
Bu skandaldan hemen sonra yapılan CHP grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu “Kuruşu kuruşuna uzman arkadaşlarıma hesaplattım; bu saray iktidarı sırasında, çetelerin, mafya artıklarının, uyuşturucu baronlarının devlet hazinesinden çaldığı 418 milyar dolar“ dedikten sonra yaratılan “korku iklimi“nin kaçınılmaz bir sonucu olarak “vasiyetini“ açıklıyordu:
“Bu kürsüden çetelere, mafyaya, paramiliter yapılara seslenmek istiyorum: Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar siz mi beni korkutacaksınız? Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Eğer bana bir şey olursa, halkıma emanetimdir, o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Benim size vasiyetimdir bu…“
Yaratılan “korku iklimi“nin kaçınılmaz sonucu olarak memlekette iktidardan hesap soracağını söyleyen muhalefet liderleri artık yanına vasiyetlerini de eklemek ihtiyacı hissediyorlar.
İktidarın tezgahladığı “korku iklimi“ sadece ülke sınırları içerisinde kalmıyor, dalga dalga sınır ötesine de yayılıyor AKP-MHP ortaklığında.
Geçtiğimiz gün Almanya’da “Ülkücüler“e ait bir derneğin camisinde AKP Milletvekili Mustafa Açıkgöz Kürtleri ve Gülen cemaati mensuplarını yok etmekle tehdit ediyordu:
“Onlara Türkiye’de yaşam hakkı tanımadığımız gibi Almanya’da da tanımayacağız. Dünyanın neresine kaçarlarsa kaçsınlar o PKK terör örgütünü, FETÖ terör örgütünü de bitireceğiz. Bunlara Türkiye’de yer vermeyeceğiz. Allah’ın izniyle orada bitirdik, dünyanın neresinde olursa olsun saklandıkları delikten çıkarıp yok edeceğiz.“
Görüldüğü gibi geldiğimiz süreç itibariyle bir yanda iktidarın çeteleri, mafya artıkları, paramiliter güçleri, tetikçileri, torbacıları; diğer yanda “başıma bir şey gelirse“, “bana bir şey olursa“ diye söze başlayan muhalefet liderleriyle seçime gidiyoruz.
Zamanında yapılacak olsaydı 22. Pazar günü sandık başına gidecektik. Dün Erdoğan’ın açıklamasından anlıyoruz ki, seçimler 14 Mayıs’a çekilecek. Bu demektir seçimlere 17 Pazar günü kalmış. Yani ülkenin kaderini belirleyecek seçime dört aydan daha az bir süre var.
Bu Türkiye tarihinin en gergin, en çatışmalı dört ayı olabilir. Örneklerini 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında gördüğümüz gibi ülkenin en kanlı süreci de olabilir.
Seçim yaklaştıkça muhalefet söze daha çok “başıma bir şey gelirse“, “bana bir şey olursa“ diye başlıyor.
Belli ki Erdoğan Türkiye’sinde Saray’a muhalefet etmek ölümüne siyaset yapmak, kelle koltukta seçime gitmektir.
Celal Başlangıç: 1956 yılında İstanbul’da doğdu. 1975’te Ekspres’te gazeteciliğe başladı. 1978 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Demokrat İzmir, Politika ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, istihbarat şefliği, bölge temsilciliği, politika servis şefliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1995’te Evrensel Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Radikal’de 10 yıldan fazla süreyle “Zaman Mekan ve İnsan” röportajları yaptı. 2002’de Beyoğlu Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni oldu. 2011’de İMC TV’nin Kurucu Yayın Kurulu Üyeliğinde bulundu. T24, Haberdar ve Gazete Duvar haber sitelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2017’de Artı TV ve Artı Gerçek’in Kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.