Deniz Durukan
Selin Sümbültepe'den 'Hatay'a Ağıt': Ma rıhna, nehna hon! Gitmedik Buradayız
Geçtiğimiz yıl 6 Şubat’ta, on bir ili etkileyen Maraş merkezli deprem felaketinde ailesini kaybeden Hataylı müzisyen Selin Sümbültepe, “Akantüs/ Hatay’a Ağıt” adlı teklisini yayınlandı.
Şarkı, adını Akantüs bitkisinden alıyor. Selen Sümbültepe bu ismi boşuna koymamış şarkısına. Antakya’ya özgü temel motiflerden biri olan Akantüs bitkisi, Antakya’nın eski yerleşim bölgelerinde birçok evin, tarihi binanın kapı ve sütunlarında yer alıyor. Doğum, yaşam ve ölüm döngüsünü simgeleyen Akantüs, rivayete göre, ölümden sonraki hayatı da işaret ediyor. Binlerce yıllık tarihe, birçok medeniyete, millete kapısını açan bu şehrin tılsımı her dönem, kesintisiz biçimde yaşam merkezi olmasında yatıyor.
Tarihinde yıkımla sonuçlanan birçok deprem olsa da Hatay hem kültürlerin hem inançların merkezi olmaya devam etti. Selin Sümbültepe, şarkısında Hatay’ın, bu kadim kentin, tarihin pusulası olma işlevinden söz ediyor. “Çok dilli duaların akantüslü kapıları, tarihin kadim pusulası, evveli ahir bağlar, yıkıldı yüreğimin yuvası” dediği "Hatay’a Ağıt" şarkısı, binlerce can kaybına yönelik acının türküsü olduğu gibi, bu coğrafyada korunması hiç de kolay olmayan çok dilli, çok kültürlü bir yapının tekrardan kurulamaması endişesini de taşıyor. Buna, yuvanın yıkılması denebilir.
“Yıkıldı yüreğimin yuvası” ifadesi yuva sözcüğünün anlamını çok boyutlu düşünmemize izin veriyor. Ev dediğiniz dört duvardır ama yuva bambaşka bir anlam içerir. Evi yeniden inşa edebilirsiniz, binaların görkemlisini de yapabilirsiniz. Ama yuva öyle mi? Yaşadığınız şehrin ruhunu, temsil ettiği kültürü, binlerce yıllık birikimi, yaşanmışlığı, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, kısacası canlı cansız her bir değeriyle onları bir arada tutan şeydir yuva. Sizi siz yapan, tüm oluşlarınızı gerçekleştirdiğiniz, kim olduğunuz veya olmadığınızı anlayacağınız yerdir. Komşunuzun, mahallenizin, şehrinizin kahkahasıdır, hüznüdür, biriktirdiğiniz anılardır. Yuva, beraber yaşadığınız insanlardır. Aidiyeti de temsil eder yuva. Bu anlamda şarkıda geçen “yuva” sözcüğü, insanın doğup büyüdüğü kentin, yani mekânın kimliğinin, “ben” üzerindeki aidiyet duygusunu göstermesi açısından da önemlidir.
Kıyametse, o yuvanın dağılmasıdır. Selin Sümbültepe tüm bu duyguları çok az sözle, acısını en derinden yaşayarak: “Kıyameti ömrümün en karası, vurgun yedi köküm ağlar” diye ifade ediyor. Kıyamet, vurgun ve kök sözcükleri yıkımın manevi boyutunun çok katmanlı olduğuna dair bir vurgu. Şehrin yıkımı, kökünü kaybetmek, binlerce insanın ölmesi yuvanın parçalanmasıdır. Yaşanılan bu kıyamet insanın köklendiği yerden vurgun yemesidir. Kuşkusuz Selin Sümbültepe’nin hissettikleri, dile getirdikleri depremde hayatını kaybeden, yuvasını yitiren, kıyameti yaşayan hemen herkesin duygusuna tekabül ediyor. Ancak şarkının devamında “kanayan yaranın dağlanması” ifadesi, gücünü toplayıp ayağa kalkmaya da vurgu yapıyor.
Büyük depremin 40. gününde Hatay’ın Samandağ ilçesinde kadınların hem Arapça hem Türkçe seslendirdikleri “Ma rihna nehna hon – gitmiyoruz buradayız” seslenişi, Sümbültepe’nin şarkısının finalinde görkemli bir şekilde kendini duyuruyor. Finaldeki bu sesleniş elbette çok şey anlatıyor.
Hatay halkının kentini, hayatlarını, köklerini geri istemesini, medeniyetler şehri Hatay’a deprem sonrası uygulanan yalnızlaştırma politikalarına ve dışlayıcı söylemlere karşı direnmeyi ifade ediyor. Selin Sümbültepe’nin şarkısı da hem kentin hem kentin insanlarının yaktığı ağıtın dili oluyor. Bu, Sümbültepe’nin bireysel ağıtı değil; onun diliyle, müziğiyle dışa yansıttığı toplumsal bir yas. Sümbültepe, köklerini, kentini geri isterken, toplumsal olanın yeniden inşasını istiyor aslında. Elbette bu isteği ve tutulan yası, yas kavramı bağlamında değerlendirmek gerek. Yas, içinde hem ölümün acısını hem de hayatın devam ettiği inancını taşır. Dolayısıyla bu yas süreci de şarkıya yansıyor.
Selin Sümbültepe iyi bir şarkıcı, iyi bir şarkı yazarı, iyi bir hikâye anlatıcısı. 2017’de çıkardığı “Cızgan”, 2021 yılında çıkardığı “Ben Estim Sen Esme” adlı albümlerinin dışında, yayınladığı birçok tekli de var. Düzenlemeler oldukça iyi, tarzlar arasındaki geçişler çok incelikli. Aldığı klasik müzik eğitiminin sağladığı çok sesli düşünme yetisi, eklektik bir yapı oluşturmasına olanak sağlamış. Kısacası, Sümbültepe’nin su gibi akan sesi, berrak yorumuyla yarattığı etki sarsıcı. Bu sarsıcı etkide sadeliğin görkemi de var. Şarkı sözlerindeki metaforlar, imgeler şiirsel bir anlatım sunuyor.
Varoluş, zaman, aşk gibi meseleleri merkezine alan Sümbültepe’nin şarkılarının mekânı, ağırlıklı olarak doğa. Dolayısıyla doğa, hayata ve insana dair sorunsalı anlatmada önemli enstrümanlardan biri onun için. Eğer bir gün hayaller yıkılır, rüyalar parçalanırsa, Selin Sümbültepe’nin özellikle “Cızgan” albümünü ve “Gece Çiçeği” şarkısını dinleyin. Orada sizi ormanda, ağaç olmuş bir kadın karşılayacak. Ve fısıldayacak kulağınıza bir şaman gibi: “geçmişte bükülen tüm dallarını çiçekler sarsın” diye.