Ali Duran Topuz
Siyasette muhalefeti yumuşatarak yeme yöntemi
Seçimin kırkı çıktı, muhalefet kırk uçurmayı başaramadı, iktidar ise kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilkiyi dolaştırıyor sahada. Geçtiğimiz 40 günü anlamaya çalışan bu yazıda “iktidar” lafı elbette Cumhur ittifakını ama özel olarak Erdoğan-Bahçeli iktidarına karşılık geliyor, “muhalefet” ise DEM parti ve müttefikleri dışındaki siyasal partilere ama özellikle CHP’ye karşılık geliyor.
SEÇİMİN AÇTIĞI İKİ YOL
Seçim iktidarı iki yol ağzına getirmişti, demek ki muhalefetin de en az iki yolu vardı. İktidarın önündeki yollardan biri 2015 7 Haziranı’ndan beri işlettiği, 2017 Anayasa referandumundan sonra dönülmez biçimde bağlandığı çatışma mantığına dayalı, toplumu savaş düzenine oturtup militarize etme devleti de polis devletine dönüştürme yoluydu. Diğeri de elbette her zaman kağıt üzerinde mümkün olan ama pratikte diğer yol seçilince zaten imkansız hale gelen demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve özgürlüklere yol.
Muhalefet, tanımı gereği militarizasyondan, çatışma mantığından ve devlet imkanları elinde olmadığı için polis devletine dönüşüme dayalı yoldan bir şey elde etme imkanına sahip değil. O zaman iktidarın ilk yoluna karşı direnme, mücadele etme ve iktidarın arzu ve heveslerini boşa çıkaracak örgütlenmeyi başarma yolu kalıyordu önünde. Böylece demokrasi, hukuk ve hak-özgürlük söylemi ve yolunu seçmek onun da önündeki ikinci imkan olarak beliriyordu. Muhalefet iktidarın Van seçimini gasp etme girişimine direniş ve demokrasi ile yanıt vermeyi başardı, ardından Kobani davasına gösterdiği yakın ve güçlü ilgiyle bu yanıtı sürdüreceği izlenimini uyandırdı. Hemen ardından 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya karar verdiğini belirterek mücadeleyi yükselteceği taahhüdüne girdi. Böylece muhalefet hem Kürt meselesinde hem de sınıf meselesinde iktidara karşı direniş bloklarında yer alacağı mesajını veriyordu.
AK PARTİ’NİN KURULUŞ AYARLARI
Hal böyleyken iktidar çevrelerinden “demokrasi, insan hakları, hukuk” konusunda AK Parti’nin kuruluş döneminde söylemlerine dönüşün faydalarına dair reçeteler ortaya atılmaya başladı. Bahçeli yönetimindeki MHP bu fikirlere öfkeyle, kılıç artığı filan gibi sözlerle yanıt verdi. MHP için “sandık” bir ayrıntıdan ibaretti, önemli olan yeni rejimin tahkim edilmesiydi. İktidar içi çevrelerde laf dalaşları sürerken, Özgür Özel’in Erdoğan’ı ziyareti sürpriz bir final ile bitti: Ülkeye yumuşama lazımdı ve bu yumuşama sağlanacaktı.
Bu görüşmenin paralelinde bir de “sivil anayasa yapma” turları başlatmıştı iktidar. Gerçi hem Bahçeli hem de iktidarın kudret noktalarında konuşma izni verilmiş (Mehmet Uçum gibi) ağızlar yeni anayasanın yeni rejimin güçlü biçimde oturtulmasından başka bir hedefi olamayacağını ilan ediyordu ama işte Numan Kurtulmuş, güler yüzüyle kapı kapı dolaşıyordu “şöyle sivil, güzel bir şey olsun yeni anayasamız” diye.
CHP’NİN 1 MAYIS FİYASKOSUNUN SEBEBİ NE?
Her girişimin ve sürecin bir ara toplamını yapalım şimdi: CHP 1 Mayıs günü, verdiği direniş mesajını çöpe atmakta bir sakınca görmedi. Taksim’e çıkma yolları zorlanmayacaksa niye çıkacağız denilmişti, anlamak mümkün olmadı.
Seçimde seçmenin birinci parti olmasını sağladığı gibi birileri de yolların açılacağını sağlayacağını mı düşünmüşlerdi? Yoksa ilk karar alındıktan sonra “direniş”in yarasızlığı fikrine mi rücu etmişlerdi bilinmeyen bir sebeple? Cevap vermek zor ya sonuç kesin: Bir fiyaskoydu bu.
Özgür Özel-Recep Tayyip Erdoğan ziyareti de benzer biçimde sonuçlandı. Eski genel başkanın “müzakere edilmez, mücadele edilir” itirazına Özgür Özel’in verdiği “Hem müzakere, hem mücadele ederiz” cevabını, görüşmenin çatışmacı iktidara karşı (mücadele ile) direnileceği ve iktidarı demokrasiye (müzakere ile) zorlayacağı beklentisini getiriyordu.
ÖZEL İNİSİYATİFİ ERDOĞAN’A NİÇİN BIRAKTI?
Fakat görüşmeden sonra Özel sessiz kaldı, iki taraf da “sızdırma haberler”le durumu kamuoyu dikkatine sunma yoluna girdi. İşte boş koltuk konuldu, konuldu ama Özel de cevabını verdi, verince de iktidar (Erdoğan) iadeyi ziyaret ile hemen durumu düzeltti. Fakat Özel’in görüşmeye dair açıklama yapmaması, neyin mücadele ve neyin müzakere olduğuna dair belirsizlik üretmekten başka işe yaramadı. Üstelik Erdoğan “açıklama”yı yaparak ziyaretin inisiyatifinin süreci başlatan Özel’de değil kendisinde olduğunu ilan etti.
“Bundan önceki süreçlerde bu tür (maalesef) adımlar atılmadı” dedi Erdoğan, CHP genel başkanı Özgür Özel’in ziyaretine işaret ederek, oldum olası ziyaret edilmeyi bekliyormuş da kimse adım atmıyormuş gibi. Ardından iadeyi ziyaret arzusunu beyan ederek ekledi: “Ve ilk fırsatta da bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum.” Yani Özgür Özel kendisini ziyaret ederek başlatmış değil yumuşamayı ama ziyaretiyle başlama vuruşunu kendisinin yapması imkanını sağlamış. Anlaşılır tabii, bir şey başlayacaksa Erdoğan başlatır, bitecekse Erdoğan bitirir.
NE YUMUŞAYACAK?
Yumuşama? Ne yumuşayabilir? Sert bir şey olması lazım ki yumuşasın. Sertlik çok gerçi, işte 1 Mayıs. Polisin tutumu mu yumuşayacak?
Hiçbir hukuki norm, usul ve muhakeme ile açıklanamayacak şekilde hapiste yatanlar var: HDP’liler, Gezi mahkumları, Selçuk Kozacağaçlı, Osman Kavala filan… En son yargı akıl almaz bir kararla mesela Barış Terkoğlu’nu hapse atmak istediğini ilan etti. Katı bir anti-hukuk mengenesi içinde memleket, bu mu yumuşayacak? Milletvekili Can Atalay, HDP liderleri Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ile diğer HDP’liler Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel filan mı tahliye olacak, pardon bilader filan diyerek?
Açlığa, yoksulluğa mahkum edilen emekliler, işçiler, memurlar, köylüler mi ihya edilecek? Ne yumuşayacak?
TEHLİKELİ BİR İHTİMAL
Bu cevabı belli soruları tekrarlarken bir noktayı gözden kaçırmamak gerek: İktidarın “yumuşamacı”lığa atanmış ağızları, Gezi Davası ve Osman Kavala adını sık sık zikrediyor. Bu Can Atalay için de bir çare lazım anlamına geliyor. Acaba “yumuşama” paketinden Gezi-Kavala-Atalay çözümü çıkarılıp, Özgür Özel’e “mücadele” hediyesi mi verilecek mesir macununa karşılık? Böyle bir ihtimal düşünülüyorsa anlamı açıktır bunun: Böylece demokrasi ve hukuk mücadelesinde sonuç almış CHP yönetimi, Kobani davası, HDP kapatma davası, Kürt siyasi tutuklu ve mahkumlar filan konusunda eski sessizliğe dönüşe mi zorlanacak?
İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER VE TÜRKİYE KOALİSYONU
Bu soruları tekrar ederek işin içinden çıkmak zor, ama belki yakın tarihteki iki kavram bize yardımcı olur: İstikşafi görüşmeler ve Türkiye koalisyonu.
AK Parti 2015’te tek başına iktidar imkanını kaybedince cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin başbakanı (hani şu Sur’u Toledo yapacağım diyen) Ahmet Davutoğlu’na hükümet kurma görevi verdi. O da “istikşafi görüşmeler” başlattı. Yani hükümet kurma görüşmeleri gibi ama tam da değil, iki arada bir derede bir şey. Bu arada bugünlerde “yumuşama” yazıları yazan kişiler o zaman “AK Parti-CHP koalisyonu”, “Büyük koalisyon”, “Türkiye koalisyonu” gibi laflar eşliğinde demokratik bir koalisyon ihtimaline inanıyormuş da kamuoyunu ikna etmek istiyormuş gibi yazılar yazıyor, konuşuyordu. Sonuç, ülkeyi bugünlere getiren çatışma/savaş koalisyonu oldu.
Aynı teraneler hem darbe girişimi sonrasında hem de 2017 Anayasa referandumu sürecinde tekrar edildi, Bahçeli’nin bir gazeteciye “kılıç artığı” demesi o zamandan kalma bir gelenektir. Darbe girişim sonrası Meclis’teki bütün partilerin ortak bildirisi, grup başkanlarının, parti başkanlarının özel buluşmaları, Yenikapı gibi sahnelere şahit olduk. Hepsinde de mekanizma şöyle çalıştı: Muhalefet biraz övüldü, biraz pışpışlandı, iktidar asıl planına dair hazırlıkları tamamlanıyca da el yükseltilerek baskı ve sindirme mekanizmaları her sefer daha da el yükseltilerek çalıştırıldı.
İKTİDAR BASKICILIĞA MECBUR
Şimdi seçimlerin kırkı çıkmışken vardığımız yer şurası gibi görünüyor: İktidar çatışmacı yoldan dışarı çıkamaz, çünkü çatışma sadece Kürt meselesinde etkili bir araç değil, artan yokluk-yoksulluk da iktidarı çelikten mengeneye mahkum kılıyor. Yumuşama denilen şey, bu mecbur olunan sertliğin üstüne çekilecek bir perdeden ibaret muhtemelen. İktidar 2015-2018 arası bu perdeleme işini gayet göstere göstere yaptı, o zaman sertlik sadece “Kürtlere” karşı göründüğü için muhalefetin etkisizleştirilmesi çok daha kolay oldu, yer yer gönüllü gibi de durdu zaten. Şimdi ise sınıf meselesi, yani yokluk-yoksulluk meselesi sertliği, çatışmayı, militarist yöntemleri ve polis devletini neredeyse tek yol haline getirmiş durumda. Bahçeli bunu biliyor, bunu söylüyor. Yumuşama denilen şey de bu durumda muhalefeti yumuşatarak yeme/yenmeden başka anlama gelemez.
NOT
Erdoğan-Özel görüşmesindeki boş koltuk, kırk gün içinde akla gelen bütün cevapsız soruların iyi bir sembolü aslında. Evet, en başta iktidarın muhalefete karşı üstünlüğünü ortaya koyan küçültücü bir güç asimetrisini gösteriyor o koltuk, o zaman “yumuşama”nın da asimetrik olacağını ilan ediyor demektir.
Ne var ki bütün semboller gibi daha birçok anlam katmanı taşıyor: İstikşafi görüşmelerde olduğu gibi bu gerçek bir siyasi görüşme ama o kadar da gerçek değil diyor mesela.
Mesela müzakere edeceğin bensem, mücadele edeceğin boş koltuktur diyor ya da tersi, bul karayı al parayı misali.
Bahçeli’nin yeri orası diyenler de makul izahlar getirmedi değil, dahası Ekrem İmamoğlu’na işaret ediyor o boşluk diyenler de lafı Erdoğan’ın CHP içindeki gerilimlerle oynayacağına getirmek üzere yorumladı boşluğu.
Bütün sembollerde olduğu gibi hepsinin bir doğruluk payına sahip olması mümkün bu yorumların.
Hasılı, boş koltuğun iktidarın muhalefete ilettiği olası mesajlar üstünde çok duruldu zaten ama kanımca iktidar açısından ne söylediğine o kadar kafa yorulmadı. Evet, Erdoğan’ın iki şapkasını gösteriyor, Bahçeli oturuyor ya da iktidarın görünmeyen ortaklarını gösteriyor, İmamoğlu’nun sembolize ediyor filan ama bir şeyi daha gösteriyor: İktidarda bir boşluk var! Özgür Özel’i rahatsız eden bu boşluk değil besbelli ama rahatsız olması gereken yer tam da burası olabilir: Özgür bey koltuğa davet ediliyor olabilir ve bütün oyun da bunun üzerine kurulmuş olabilir.