Süreyya Karacabey
Siz gidince kim gitmiş olacak?
Siz gidince biliyorum betona kesen ağaçlar yeniden canlanmayacak, ölenler geri dönmeyecek, haksızlığa uğramışların ya da sahte delillerle, keyfi olarak içeride tutulanların harcanmış yılları geri verilemeyecek. Sadece geçim derdine hapsettiğiniz insanlar, aniden bolluğa kavuşmayacak. Denizle, ormanla aramıza ördüğünüz bariyerler hemen yıkılmayacak. Derin bir ilişkiler ağına hapsedip çürüttüğünüz insanlar, ertesi gün değerlerin saflığı hakkında düşünmeye başlamayacak. Hocasını ihbar eden çocuklar, zalimliğin güç olduğuna ikna edilmiş erkekler ve kadınlar birdenbire başka biri olmayacak. Üniversitede arkadaşları atıldı diye sevinenler, bir gücün kıyısında gelişmek için kendi doğrularından vazgeçenler, işbirlikçiler, biz işimizi yapalım gerisinden bize ne'ciler, başkasının uğradığı zulme itiraz edenleri marjinal olarak görenler, yıllarca ölü taklidi yaparak yaşayanlar, aniden başka biri olmayacaklar.
Siz gidince kaybettiğimiz hiçbir şey geri gelmeyecek ortabahçe'de baktığım kedilerin çoğu ölmüş olacak, derslerine girmediğim onlarca öğrenci beni tanımayacak, Mehmet Fatih Tıraş artık hiçbir yerde ders veremeyecek.
Siz gidince annesinin sokakta bırakılmış ölüsüne acıyla bakanların bakışı bir daha hiç eskisi gibi olmayacak. Çocuğunun ölüsünü buzdolabında saklayan o aile, bir daha ağlamadan dolaptan bir şey alamayacak, Sur yıkılırken yüksek bir taşa oturup Kur'an okuyan o yaşlı adam, ölene kadar o yıkıntıyı hatırlayacak. On Ekim'de yanı başımızda parçalanarak ölen arkadaşlarımızın hayaletleri bizi hiç bırakmayacak. Soma'da yıkılmış birine attığınız o tekmenin acısı hep böğrümüzde kalacak. Evleri yıkılmasın, toprakları zehirlenmesin ya da ranta peşkeş çekilmesin diye direnen teyzelerin üzerine sürdüğünüz silahlı adamların varlığı, kara bir gölge gibi hep hatıramızda kalacak.
Siz gidince abdest temizliğine inandığımız büyükanneleri yeniden hatırlamamız uzun zaman alacak, çocukluğumuzun iyicil Tanrısı ile konuşmaya başlamamız zaman alacak, kalbimize oturan o taşın hafiflemesi çok zaman alacak.
Ama komik şeyler de hatırlayacağız, bir derneğin kermesinde gözleme açtığı için tutuklanan o kadın için -acı olsa da tecrübe, onu tutuklamanız hukuk tarihinin absürt olaylarına girecek. Pazarda pahalılıktan yakınan, hükümeti eleştiren kadınları gün yaparken basıp götürdüğünüz karelerin gülünçlüğü gibi. Anayasanın hiçbir maddesine riayet etmeyen sizlerin, her gün sosyal medyadan hakaret suçu gerekçesiyle, insan avlamanız, kavga eden eşlerin birbirini cumhurbaşkanına hakaret etti diye ihbar etmesine yol açacak kadar geliştirdiğiniz manasız suç kalıpları. Boş cd'leri delil dosyasına yerleştiren savcılarınızı, en temel hukuk metinlerine riayet edemeyen hakimlerinizi, hipokrat yemininin önüne güç tapıncını ve rant hesabını koyan doktorlarınızı.
Siz gittikten sonra kurduğunuz ailenin korkunç komedisine buruk biçimde de olsa güleceğiz. Fizik bölümünün başına getirdiğiniz ilahiyat hocalarının çaresizliğine, olağan zamanlarda kapısından giremeyeceği kurumlara yönetici yapılanlara, liyakatsızlığı yüzünden acı çekip faturasını başka çalışanlardan çıkaranlara, ve arada duraklayıp “evet vallahi aya çıkılmadı” demek zorunda kalışımıza eminim bir gün güleceğiz.
Siz gittikten sonra bir çeşit terörist yaratma aparatına çevirdiğiniz devlete, sürrealist bir nesne gibi bakmayı becereceğiz. En eski hakların talebinden, toplantı yapma, basın açıklaması yapma gibi basit eylemlerden, asla eyleme geçmemiş fikirlerden, siyasi bilgisi sınırlı, tedrisatınızdan geçmiş polislerinizin olağan buluşmalardan devşirdiği sakıncalı raporlardan türettiğiniz teröristlere ve onları gerçekten terörist sanan kitlenize bir müddet sonra acıklı gözlerle bakarken, dudağımızda oluşan kıvrıma engel olamayacağız. Ama en çok -kendi dosyamda da bulunan-, şu “iltisaklı” olma halinin olağanüstü yaratıcı suç atfetme tekniği olarak hukuk tarihine katkısını çok uzun süre hayranlıkla inceleyeceğiz.
Siz gittikten sonra bir müddet, suç neye denir başlıklı konularda skeçler yazacağız, Abderalılar'ın yargıçlarına giderek daha çok benzeyen yargıçlarınızın, bir dosyaya uyguladıkları “olmayana ergi” yönteminden elde ettikleri sonuçları sınıfların duvarlarına asacağız. Bütün hukuk sistemini, “eşeğin gölgesi kendine mi sahibine mi aittir” türünden antik bir tartışmaya çeviren uygulamalarınızı kürsülerde ders olarak anlatacağız.
Siz gittikten sonra, ekonomiyle ne yapılacak, haksız işten çıkarmalarla ve ülkeden kaçan nitelikli işgücüyle dengesi bozulmuş kurumlar nasıl düzeltilecek, mimarlık tarihine bir garabet olarak eklenen binalarla nasıl başa çıkılacak, restorasyon felaketinize uğramış tarihi eserlere ne yapılacak, akışı tek hatlı bir yoldan ilerleyen para transferi, yolu değiştirilince nasıl bir şoka girecek, gibi gibi bir yığın uzmanlık konusu hakkında düşünmek istemiyorum. ”insanın bozduğunu insan onaracak” tesellisini göğsümüze yatırıp, sarılarak çok uzun uyuduk çünkü.
Siz gittikten sonra geri dönecek gündelik hayatımı düşünüyorum, neşeyle arkadaşlarıma “gelin şurada çay içelim” dediğim zamanlara ait sahici istek yeniden gelsin diye bekliyorum. Çok uzun sürmüş bir mutsuzluk ve kaygı halinden bize kalan, gündeliğin minik sevinçlerinin kaybıydı çünkü. Herkes bir an önce ayrılmak için buluşuyordu, hiçbir şey yapmadığı evine dönmek için bahaneler uyduruyor, tadı kaçmış sokaklarda mecburi yürüyüşlerden sonra, kaçarak kendi inine gizleniyordu.
Bir zamanlar aradığımız herkesi bulduğumuz sokaklar ıssızlaşmış, sokakların bize ait olduğu o güzel duygu elimizden cebirle ve tehditle alınmıştı. Yeniden sokaklara döneceğim zamanları düşlüyorum şimdi. Uzak semtlerden geceleri eve yürüdüğüm yolları özledim en çok. Daha doğrusu yürüdüğüm zamanlardan hatırladığım, çoktandır yok olmuş o hafiflik duygusunu. Bir yere oturduğumuzda uzun zamandır, mekan, cadde üstüyse sokağa en uzak noktaya büzüşüyoruz, bir fincan kahve içmenin giderek yığınlarca insan için lüks haline geldiği şehirlerimizde, oradan geçenlerle göz göze gelmemek için. Bir kalp hafiflemesi, hiç tanımadığım birine güldüğüm o anın güzelliği, her şeye sirayet eden isteksizliğin yerini tekrar eskisine bırakacağı bir gün, okuldan kaçıp sinemaya gittiğim günlerin neşesine benzeyen bir gün, kimsenin ölmediği zamanlarda, “direne direne kazanacağız” diye bağırdığımız zamanlardan kalma o ümit anının hepimizde yükseldiği o günü istiyorum. Siz gittikten sonra...
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.