Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Sizin yerinizde olmak istemezdim

Başkalarının canı yanarken etkilenmediğiniz için aldığınız nişanlar, yakanızda biriken rozetler, bir gün çok uzak olmayacak bir gün yere düşecek ve kimsenin eğilip almayacağı pullara dönüşecek. Kirlenmeden kalsın ruhumuz diye olduğunuz tarafa bakmıyoruz.

Her sabah derin bir nefes alarak günün getireceklerine hazırlık yapmaktan yorulmadık. “Bu kadar da olmaz, nasılsa bırakacaklar” dediğimiz insanların cezalarına ceza ekleyen mahkemeleri seyretmekten de yorulmadık. İşledikleri toplumsal suçların üzerine yenilerini ekleyen sorumlulara, kendi gözümüzle değil, tarih mahkemesinin terazisinin gözüyle bakıyoruz ve bu kadarını siz bile kaldıramayacak, altında kalacaksınız diye bağırıyoruz, her defasında.

Ölü gibi yaşayalım diye açtıkları bu mantıksız, kalpsiz, vicdansız harp karşısında evde bileyecek bıçak arıyorum. Yapıp ettikleri her şeyi kopyalayıp yapıştırıyorum şimdiden bir ansiklopedi boyutuna ulaşan word sayfalarına. Sabahları derin bir nefes aldıktan sonra, bunlara bakıp, kahveme öfke karıştırıyorum, sakinleşmek hiç istemiyorum.

Ölmek üzere olan insanların infazını yakan, hasta tutsaklara eziyet edenlere, hukukçuların içeride kalmaları için bir sebep yok dedikleri insanlara ceza üstüne ceza yağdıran hakimlere bakıyorum. Hiçbir inandırıcılığı kalmamış gri binalarda oturan ve gelecekte “sadece emirlere uyduk” diyecek olan insanlara bakıyorum. Oturdukları yerden bulutlara bakabilecekleri bir pencereleri yok herhalde. Bir kuşu gökyüzünde hiç sevmemişler, uçuşa imrenmemişler, ağacın cömertliğini takdir etmemişler, ve altında, herkesi minicik hissettiren o yıldızlı gökkubbeyi hiç seyretmemişler.

Hiç özgürlüğe açılan kapıları olmamış bunların diyorum, haksızlığa uğramış biri için risk almamışlar, dünya daha güzel bir yer olsun diye bir düş kurmamışlar.

Hiç rüyalara açılan bir uykuları olmamış bunların diyorum, rüyalarında hiç uçmamışlar, bir canavarın elinden kaleyi kurtarmamışlar. “Sizin yerinizde olmak istemezdim” diyor bir çocuk kitabındaki mavi çocuk, “sizin yerinizde olmak eminim çok sıkıcıdır.” İnsan -olduğu biçimiyle değil de olacağı haliyle insan-, bulunduğu yeri tutmak için bu kadar uğraşmaz, olmadığı bir yerin özlemini duyar. Sözgelimi mahkemede, aldığı uzun cezalar karşısında, “söz, edilmiştir geri alınmaz” diyen birini görünce karşısında, ya da “beni dik gömün” diyen bir başkasını işittiğinde, unuttuğu şeyi aniden hatırlayıp, yaptıklarının anlamsızlığını kavrayabilir. Çünkü bütün bu karşılaşmalar herkese bir ayna tutar. O güne kadar düşünmemişse bile, niye yaşadığımızı düşünmeye başlayabilir, unuttuğu düşleri yeniden çağıracak gücü kendinde bulabilir ya da hiç düş görmeden büyümüşse bile, bir düşün imkânına uyanabilir. Çünkü bütün bu sert karşılaşmalar, kendimize ve eylemlerimize başka bir açıdan bakabilmemiz için vardır. Hiç başını eğmeyen insanlar karşısında, korkutulamayan insanlar karşısında deneyimlenen aslında, gündeliği aşan bir durumun deneyimidir. Şairin dediğine benzer:

Selam size büyük durumlar, doruk anlar
Dağ görgüsü kazanır Ağrı'yı bir kez görse de kişi
Marmara'dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği
Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar

İnsan-gelecekte olması gereken biçimiyle insan- başkalarına zarar vermenin ne devletle ne görevle açıklanamayacağını bilmiyorsa da öğrenir. Gerçekten sizin gibi olmak çok sıkıcı olmalı, o kitaptaki mavi çocuğun dediği gibi.

Başkalarının canı yanarken etkilenmediğiniz için aldığınız nişanlar ve yakanızda biriken o rozetler, bir gün çok uzak olmayacak bir gün yere düşecek ve kimsenin eğilip almayacağı pullara dönüşecek.

Her sabah ama her sabah, kahvemize azcık zehir katarak, evdeki bıçakları bileyerek, aynaların üzerine siyah bir tül iliştirerek başlıyoruz hayata. Bütün silahları haksızca ele geçirdiğiniz için kendinizi çok güçlü sanmanızdaki aldanışa gülüyoruz. Ne kurmacadan anlıyorsunuz, ne şiirsel adaleti biliyorsunuz, sizin yazarlarınızın yazdığı çocuk kitapları da berbat olduğu için oradan da bir şey öğrenemiyorsunuz. Eğer okusaydınız bilirdiniz ki, bir gücü haksızlıkla ele geçiren ya da prensesi kuleye hapseden, halkına zulmeden, sonunda cezasını bulur. Masum insanları cezalandıran kişi, hikâyelerin sonunda, adalet tam olarak gerçekleşmese bile, bir şeye uğrar. Adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için de, insanın, şimdiki halinden çıkıp, gelecekteki haline doğru hareket etmesi gerekecek. İşte bu buluşma vuku bulunca, siz karşınızda canına okuduğunuz halde, ellerinden hayatlarını çaldığınız halde önünüzde hiç eğilmeyen insanların kim olduğunu anlayacaksınız. Şimdi değil, çünkü şimdi, en ufak tehditle sözlerini satanların, kişisel çıkar için her şeyinden vazgeçenlere ayrılmıştır. Şimdi değil, şimdinin içinde bizim güzel arkadaşlarımız, sadece bir insan neye benzer, onun dersini vermekteler. Şimdi değil, çünkü öğrenmenin bir zamanı olduğu gibi adaletin de bir zamanı var. Bıçaklarımızı biliyoruz, gelecekteki rövanş için hazırlanıyoruz, kirlenmeden kalsın ruhumuz diye olduğunuz tarafa uzun bakmıyor, çocuk kitaplarının sonuna bakıyoruz. Biliyoruz, bir gün yüzyüze bakışacağız.


Süreyya Karacabey:: Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi