Sosyal şahitlik

İslam coğrafyasının siyasal ve sosyal çürümüşlüğüne 'Biz'den kaçıp ölümüne denize atlayan yüz binlerce ‘kardeş’ mültecinin dramı yeterli bir tanıklıktır!

Gün geçmiyor ki ülkenin içinde bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne seren şahitliklere tanık olmayalım. Birkaç hafta önce Dünyaca meşhur Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House (Özgürlük Evi) yayımladığı yıllık raporunda 195 ülke arasında ilk kez Türkiye’yi Irak, Suriye, Mısır, Rusya ve Çin’le beraber ‘Özgür değil’ kategorisinde değerlendirdi. Geçtiğimiz hafta ise Dünya Adalet Projesi isimli düşünce örgütü; ‘Hukukun Üstünlüğü’ konusunda mercek altına aldığı 113 ülkeden Danimarka, Norveç, Finlandiya’ya ilk üç sırayı verirken Türkiye’ye maalesef 101. basamakta yer ayırarak hukuk ve adalette dip yaptığımıza şahitlik yaptı.

Gerçek o ki; Türkiye’de dahil, İslam Aleminin gerek İslami ve gerekse uluslararası evrensel kriterlere göre sınıfta kalan ülkeler olduğudur. Uluslararası toplum ve ‘Doğruyu getirip Doğruyu tasdik eden takvalıların’ (Zümer:33) şahitliği bu minvalde. Karnemiz sadece insan hakları ve adalet gibi yaşamsal kriterlerde değil; ekonomi, sağlık, eğitim, sanat, tarih ve ekolojiye yaklaşımımız da oldukça kötü durumda. Örnek olarak; bilim, eğitim, sağlık ve teknolojide üretemeyen 57 İslam ülkesinin katma değeri, Almanya’nın yarısı kadar bile değil! Yine binlerce yıllık tarihi ile göz göre göre sularda boğdurulacak Hasankeyf’e hassasiyetimiz de ortada!

Tabi biz tüm bu yalın gerçeklerle yüzleşmek yerine hemen kaçamak cevaplara sarılıp "Bunlar Ermeni, Yahudi, gayr-i Müslim, düşman, gavur, öteki’’ deyip kendimizi avutabiliriz ama unutmayalım ki gün ortasında gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.

Peki, Hz. Peygamber'de durum nasıldı? Daha Mekke’de iken kendisine türlü türlü eziyet ve zulümleri reva gören Kureyş müşriklerinin itiraf ve tanıklıklarıyla en doğru, en güvenilir, en dürüst bir kişilik olan Hz. Muhammed vefat etmeden önce değeri şimdilerde bile tam takdir edilmemiş bir şey yaptı, belki de sosyal şahitliğe bir çığır açtı:

Tüm insanlığa seslendiği ölümsüz Veda Hutbesi'nde yüz bini aşkın insanın tanıklığına başvurdu ve dinleyicilerin tümü hep bir ağızdan O’nun Peygamberliği ile beraber doğruluk, ahlak ve adaletine şahitlik etti. Erdem odur ki dost-düşman beraber ahlakımıza, adalet ve faziletimize tanıklık yapsın. Bugün maalesef Peygamberin o erdemli duruşunu sergileyecek ne cesaretimiz ne de mecalimiz var Müslümanlar olarak!

Yukarı da değindiğimiz raporlar olmasa bile İslam coğrafyasının siyasal ve sosyal çürümüşlüğüne "Biz"den kaçıp ölümüne denize atlayan yüzbinlerce ‘kardeş’ mültecinin dramı yeterli bir tanıklıktır!

Hem sayısal hem de aktiflik ve yetkinlik açısından sorumlu bir sivil toplum olamadık. Unutulan bir şey de; İnsanoğlunun dünyaya gönderiliş vazifelerinden en önemlisi, olgulara ‘’şahitlik etme’’ sorumluluğudur. "Şahitlik Müesseseleri" diyebileceğimiz bu örgütlerin raporlarını kimsenin hafife alma lüksü yoktur. Sivil tolumun gelişmediği Türkiye gibi nüfusun büyük çoğunluğunun inançlı olduğu ülkeler İslam’ın ‘sosyal şahitliğe’ verdiği önemin farkına varmak zorunda.

Kur’an’ın, toplumu ‘çekinmeden ve çarpıtmadan şahitlik yapmaya çağırdığı’ (Nisa:135) gerçeğini somut olarak temsil etmesi gereken sivil tolum ve bunların önemli araştırma ve raporlarıdır. Böylesi önemli raporlara karşı başta iktidar olmak üzere toplumun büyük ölçüde duyarsızlığı dikkatten kaçmıyor. Bu vazifeyi yapmaktan kaçınan ya da şahitliğini çarpıtarak raporlayan GDO’lu STK’lar var ki dini terminolojide böylelerine; ‘fasık’ denilir. Fasıkın tanıklığı ise reddedilir.

Bu tanıklık görevi mahkemelerdeki adliye vakalarına indirgenemeyecek kadar geniş bir yelpazeye sahiptir.  Toplumun tanıklığını çekinmeden-çarpıtmadan somut veriler üzerinden ilan eden, şiddet ve art niyetlere alet olmayan tüm bu sosyal organizasyonların şahitlikleri muteberdir. Bu kurumsal şahitliklerin halkın yönetim ve karar organları üzerinde baskı ve denetim yapmalarına yardımcı olma gibi bir misyonları da vardır. Bu tanıklıkların dikkate alınmasıyla birlikte kendi anlam dünyamızla yüzleşmemiz ve ölüme yüz tutmuş olan adaletin tekrar yaşam bulması mümkün olabilecektir.

İnsanlığa tanıklık yapmak gibi unutulmuş değerli bir vazifesi olan İslam Toplumunun bu aktif sorumluluktan kaçındığı bir devirde insanlık âlemi ve küresel toplum bize karşı meşru-geçerli bir şahitlik yapmaktadır. Bizler de kutsal ve/ya milli "cihad-savaş-şehid" retoriğini aşabilirsek belki ‘doğru şahitlik’ vazifemize dönebiliriz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi