Şahap Eraslan
Utanmazlık kültürü ve ahlak üzerine
AKP’nin topluma verdiği en önemli söz, kokuşmuş politik sistemi değiştirmek ve politikada ahlaklı olmaktı. İslami referanslarla toplumda ‘üstün’ bir ahlaka vurgu yapıyordu. Yani dürüst, temiz ve topluma açık bir yönetim vaadine, sistemin denetim mekanizmalarının dışında tanrısal ve dinsel kontrolü de ekliyordu. Yasakların yanına günahı da ekliyordu.
Bu durum, tanrının yüce kontrolünü esas alanların daha ilkeli ve dürüst olacakları inancını pekiştirdi. İslam, toplumda uzun zamandır ahlaki bir referanstı zaten. Yani Müslümanların Tanrı korkusu/denetiminden ötürü daha fazla ahlaklı olacaklarına inanılıyordu ve Müslümanlar da diğer toplum kesimlerine az ahlaklı olma iddiasına dinsel referansı ekliyorlardı. Müslümanlar, daha ahlaklı ve daha dürüst olduklarını savundular. Ahlaki çöküntünün yarattığı büyük düş kırıklığı, bu iddialarla ilgilidir. "Sen de mi Brütüs?"
John F. Kennedy üstü açık bir arabayla hafızamızda kalsa da o dönemler ülkenin kahramanları atlılardı. O arabalar hayal edilse de ulaşılmazdı ama ata binmek mümkündü. At üzerinde poz veren kahraman. Atatürk’ün at üzerindeki fotoğrafları sınıfların duvarına asılıydı. Samsun’a gemiyle gidildi ama ‘Samsun’a çıkma’ at üzerinde anlatıldı. Ali ve atı Düldül’ün birbirleriyle uyumunu dinlerdik. Köroğlu, Battalgazi, Kara Murat’ı büyüleyici yapan biraz Cüneyt Arkın biraz da bindikleri attı. Sonra Rambo, Putin’in at üzerindeki fotoğrafları dolaşıma sokuldu.
Kahramanlık ve erkekliğin tipik sembolü olarak at ve fallik figür olarak da silah modaydı. Ata hâkim olmak, atı yola getirmek erkeklik göstergesiydi. Sonra kameralar, hazırlanmış bir gösteri… Kahramanlığın zirvesi, o günkü gösterinin finali. Ata binmesiyle dengesini yitirmeye başladı. Sonra da o acımasız filmi gördük. Düştü. Karizma çizildi. Durumu kurtarmaya çalıştı, hemen ayağa kaldırdılar ama kahramanlık filmi toza bulanmıştı. Üstünü silkelediler.
Ata binmeye çalışanlara öğretilen bir kuraldır. Düşenler kalktıktan sonra ilk iş olarak tekrar ata binerler ki korkuları kalıcı olması. Bunu yapmadı. Senaryoda düşeceği yoktu. Nasrettin Hoca pişkinliğe vermiş: Düşmeseydim zaten inecektim. Bunu da söylemek aklına gelmedi. İlk yaptığı şey o sahnenin yarattığı utanmadan kaçınmaktı. Erdoğan değil sadece utanma da attan düştü yani.
Ülkede yaşamıyorum ve oradan uzaklarda olmam bir yanıyla avantaj, çünkü ülkenin gündelik hayatının koşturmacasından uzağım ve bu mesafe bir rahatlık sağlıyor. Ancak diğer yandan, ülkedeki psikolojik ve sosyolojik dinamikleri anlamamı zorlaştırıyor. Yazdığım her yazıda bu eksiklik kuşkusuz belirgin. Bana göre ahlaksızlığın en doruk noktası 24-25 Aralık’tı… Utanmanın bütünüyle terk edildiği tarih… Minimal bir ahlaki ortak paydanın oluşmasından bütünüyle vedalaşma anı…
Kültür kuramlarında Margaret Mead ve Ruth Benedict’in yaptığı bir kültür ayrımı var: Suç ve Utanma kültürleri. [1] İçinde yaşadığımız kolektif kültür (her ne kadar bireysel kültüre yönelim olsa da bir geçiş döneminden söz edebiliriz) utanma kültürü. Bu kültürde toplumdaki değerler, normlar utanma üzerinden verilir. Eğitimde utandırma çok belirgindir.
Utanma, aile ve akrabalık ilişkilerini regüle eder ve toplum normuna uymayan davranışlarda cezalandırma aracı olarak kullanılır. Utanmanın yok olması, o gruptaki sosyal ilişkilerde kaos anlamına gelir. Utanmazlık psikotik bir durum yani. Yalan söylemek suç değil, ayıp da değil… Hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırma, görgüsüzlük teşhirciliği. Ayıp olan/olması gereken hiçbir şey ayıp değil artık.
PEKİ, UTANMA NASIL OLUŞ(TURUL)UYOR?
Utanma duygusu, bireylerin toplumdaki değerler ve normlar aracılığıyla sosyalize edilmesiyle gelişir. Küçük yaşlardan itibaren çocuklar, ebeveynleri, öğretmenleri ve diğer toplumsal figürler tarafından hangi davranışların kabul edilebilir olduğu konusunda yönlendirilirler. Çocuk, toplum normlarına aykırı davrandığında utandırılır ve bu utanç duygusu, zamanla bireyin içselleştirdiği bir kontrol mekanizmasına dönüşür.
Utanmanın bir diğer kaynağı ise kolektif kültürün kendisidir. Kolektif kültürlerde, bireylerin toplumsal kimlikleri, grup içindeki statü ve saygınlıkla yakından ilişkilidir. Toplumun değer ve normlarına uyum sağlamak, bireyin grup içindeki konumunu koruması için gereklidir. Bu nedenle, toplumsal beklentilere aykırı davranışlar, bireyin sadece kendisini değil, aynı zamanda ailesini ve yakın çevresini de etkileyen bir utanç kaynağı haline gelir. Utanma sadece kişiyi ilgilendirmez, aileyi, sülaleyi, hatta bir milleti ilgilendirir. Bazı kişilerin davranışlarından ‘millet rezil olur’ yani.
Milletin bir ‘kişi’ olarak kurgulanması ve kişiye ait özelliklerin millete aktarılması burada rol oynar. Millet de sanki bir insan/kişiymiş gibi ‘rezil’ olabilir. Askerlerin başına çuval geçirilmesi olayında ‘Türk milleti rezil edildi' diye yazıyordu bazı gazetelerde. Spor müsabakalarında alınan hezimet sonuçlarda da ‘millet’ rezil oldu duygusu yaşar. Eurovision yarışmasında puan alamamak da ‘rezalet’…
Sonuç olarak, utanma duygusu toplumsal normların ve değerlerin bir yansıması olarak bireylerde şekillenir ve toplumun düzenini koruma amacıyla kullanılır. Utanmanın yok olması, toplumsal normların ve değerlerin erozyona uğradığına işaret eder ve bu durum sosyal ilişkilerde kaosa yol açabilir.
Utanma duygusu insanın kendisini negatif değerlendirmesi veya yargılamasıyla oluşuyor. Suç negatif bir davranışla ilişkiliyken suçluluk duygusunda reel bir suç yoktur ve suç olmadan oluşan ve insanın kendisini sorumlu duymasıyla oluşur. Birine bilerek, planlayarak ya da kaza sonucu verdiğim zarar ve acıyı suçu doğurur.
Suçluluk duygusunda bu reel zarar verme yoktur. Mesela randevulaştığım biriyle randevuyu iptal ediyorum ve randevulaştığımız zamanda o kişi bir kaza yapıyor ve ölüyor. Ve ben ‘keşke’yle başlayan bir cümle kuruyorum. Keşke ben randevuyu iptal etmeseydim de arkadaşım ölmeseydi. Ya da anne/baba geçinemedikleri için ayrılıyorlar ve çocuk kendisini bu ayrılıktan sorumlu tutuyor.
İnsanın kendisini suçlu duruma getirme tedirginliği sosyal ilişkilerin regüle edilmesinde ve toplumda ortak yaşamanın tolumdaki kurallara uyarak gerçekleşmesine çaba göstermem. Suç toplumlarında kurallara uymak ve böylece suçtan korunmak. Suç yasalarla uymamakla oluşur. İnsanlar dünyaya geldiklerinde toplumdaki değerleri, yargıları ailelerinden öğrenerek bir üst-ben oluştururlar. Üst-ben dışımızdaki değerlerin özdeşleşme ve üstlenme mekanizmalarıyla içimize alınmasıdır.
İnsan kendi yakınlarıyla özdeşleşirken aynı zamanda bu kişilerin değerlerini, dertlerini de kendi içine alır. Bu içe alınanlar kişinin bir parçası olurlar bir uyum süreci/asimilasyon süresinden sonra. Kişi bir kurala uymadığında, bu değerlerle çatıştığında üst-ben o kişinin kendisini suçlamasını sağlar. Suç yaptığımız bir eylemin sonucunda oluşur.
İnsanlar başkalarının gözlerini üzerlerinde hissederler ve bu gözü içselleştirirler ve iç gözleri olur. İşte bu iç göz ‘el alem’ daha sonra insanı içeriden denetler. Bir şeyi yapmadan önce el alemin/iç gözün ne diyeceğinden (değerlendirmesinden) yola çıkarak o şeyi yapar ya da yapmayız. Utanma duygusu, üst-ben’in (superego) bir ürünüdür.
Yapmamamız gerekeni yapmamak ya da yanlış yaptığımızla suç oluşurken, utanma olmamamız gerekenle ilişkilidir. Yani yalan söylemememiz gerekirken yalan söylüyorsak utanır/utandırılırız. İnsanın üst-ben’inde bir ideal vardır ve bu ideale uygun olmayan davranış utanma yaratır. Dürüst olmak içselleştirilmiş bir idealdir. Dürüst değilsek, yalan söylüyorsak utanırız. Utanmanın zıttı ise gururdur. Yani ideal-ben’e uygun davrandığımız için de gurur duyarız. Utanma ve gurur duyma, narsizmle de bağlantılıdır. Bir insan için en ideal durum, cennette gibi olma halidir:
İnsanın en uyumlu, huzurlu, çatışmasız, çelişkisiz yaşama hali. Janine Chasseguet-Smirgel, ideal-ben’in birincil narsistik döneme dönüş arzusu olduğunu belirtir.[2] İdeal-ben’e uygun olmayan davranışlar utanma yaratır. Suç, ne yaptığımızla, eylemlerimizle ilgiliyken; utanma, nasıl biri olduğumuzla ilişkilidir. İdeal ben insanın sosyalleşmede öğrendiği ve kendisine eklemlediği değerler bütünüdür. Dürüst olmak, yalan söylememek, kimseye muhtaç olmamak gibi. İşte bu ideal ben’e uygun olmayan davranışlar insanı utandırır. Utanmanın bir özelliği de insanın bedeninde bir karşılığının olmasıdır. Yani utanma duygusu insanın yüzünü kızartır. Böylece bu duygu kendisini giz olmaktan çıkarır ve kendisini ele verir.
Utanma duygusu konusunda kapsamlı çalışmalar yapan ve Utanmanın Maskesi isimli bir kitap yazan psikanalist Leon Wurmser, utanma duygusuyla beklentiler arasındaki bağı açıklar ve bu beklentinin çocukluk döneminde temizlik öğrenilirken içselleştirildiğini vurgular.[3] Çocuğun çişini/kakasını kontrol etmesini bekler anne/baba ve işte bu beklenti süresinde oluşan duygu yumağında arlanma vardır. Yani çocuk annesini/babasını bekletmeyerek ve kakasını hemen yaparak anne/babasını mutlu eder.
Ebeveynlerini mutlu eden çocuk kendisi de mutlu olur ve ayrıca da rahatlığı için de mutludur. İşte ebeveynlerin takdirini kazanmak isteyen çocuk, bu beklentiye cevap verir. Bu beklentinin karşılanmaması, yani çocuğun altına kaçırmasının yarattığı arlanma duygusudur. Çocuk, temizlik eğitimi üzerinden kendinden de beklenti oluşturur: Altına yapmamak. Bir dönem sonra bu beklenti iki özellik içerir: Ebeveynlerin beklentisi ve çocuğun içselleştirdiği kendi beklentisi (kendi kendisinden beklentisi). Yani kişi, daha sonra toplumun beklentilerine cevap veremediği için utanır ve aynı zamanda kendi ideallerine, kendisinden beklediğini yerine getirmediği için de utanır. İnsanın kendisinden hayal kırıklığı.
Mesela ayakkabısın bağını bağlamaya çalışan çocuk birkaç deneme sonrasında kızarak ayakkabıyı yere atıyor. Aldığı masayı kurmaya çalışan adam elindeki malzemeleri yere atarak küfretmeye başlıyor. Kişi yapabileceğine inandığı bir şeyi başaramıyor ve bu beceriksizlik onda utanca ve buna bağlı olarak da kızgınlığa yol açıyor. İnsanın kendi kendisinden hayal kırıklığına uğraması… İnsanın bir iç gözü kişinin davranışlarını gözler ve aynı zamanda da insanın üzerinde toplumun gözü vardır. Bu gözleri çoğaltabiliriz: Devletin gözünün üzerimizde olması, fişlemesi, kategorize etmesi. Ya da insanın tanrıya projekte ettiği gözün aynı zamanda insanları yücelerden gözlemesi. Tanrı her şeyi görür. İnsan, yaşamı boyunca bu iç ve dış gözün gördüklerini karşılaştırarak utanma duygusuyla baş etmeye çalışır.
Psikanalist Mathias Hirsch, utanma duygusunun insanın bedeniyle ilişkisi üzerinden de yaşandığını anlatır.[4] İnsanın ideal-ben’inden uzak işler yapması ve ona uygun davranmaması utanç kaynağıdır. Aileye layık olmamanın utancı... İnsanın zayıflığı, yoksulluğu travmatik utanmaya sebep olabilir. İşkencede, aşağılanmada çoğu kez failin hissetmediği, inkâr ettiği, rasyonelleştirerek hissetmediği utanma duygusunu genelde mağdurlar hisseder. Çıplak sorguda utananlar failler/zalimler değil, genelde mağdurlardır. Son yıllarda faillerin/devletin utanmazlığını bu zulmün mağdurları hissediyor. AKP’nin utanılacak şeyleri gurur hikayesi olarak anlatması... Gözümüzün içine bakarak söylenen yalanlar birer kahramanlık hikayesi biçiminde. Utanmanın iki özelliği... Utancın maskesi burada gurur.
Bazen birilerini aşağılama, utanmayı maskelemek için kullanılan bir korunma mekanizmasıdır.[5] İnsan, kendisini utandıran aşağılık veya yetersizlik duygusunu gizlemek için başkalarını aşağılar. Utanmada çok önemli bir mesele, aşağılayan ile aşağılanan arasındaki ilişkinin asimetrik olmasıdır. Toplumsal hiyerarşide üstte olan biri, utanma anında kendisini aşağıda hisseder ve bu durumu gizlemeye çalışır. Aşağılayan kişi, üstten bir pozisyonda yapar bunu, ama aslında gizlemeye çalıştığı kendi küçüklüğü veya aşağılığıdır.
Utanmazlık kültürünü oluştururken aslında bu aşağıdan bakanın perspektifinden kaçınmaya çalışılır. Aşağıdan bakmak aşağıda olmayı gerektirir. İşte utanamamak bazen aşağıda olmamak için her türlü rezaleti yapmak ve bu yaptıklarından utanmamak üzerine kurulu galiba. Son yıllarda iktidardakilerin utanmazlığı kültürleştirmelerindeki en önemli etken, bir daha aşağıda olmamak istemeleridir. Yalanın itirafı yalancıyı kaçınılmaz olarak güçsüz/aşağı bir konuma getirir. Yalan söylemeyen ahlaki üstün durumdadır.
İşte iktidar yalan söyleyip bunu yalan olmaktan çıkarırken aşağı konuma gelmeme derdinde. İktidarın söylediği yalan artık yalan değil. Avamın söylediği yalan kabul ediliyor. İktidarın her söylediği yalan yalan değil. Aşağıya düşüp yenilme duygusunun utancını yaşamaktansa, utanmazlığın alanlarını genişletiyorlar. Aşağılayan kişi, kendisini üstte göstererek, kendi küçüklük ve aşağılık duygusundan kaçınmaya çalışıyor. Bu utanmazlık kültürü, utanma duygusunu daha değerli hale getirir. Yönetenleri utanmaya sıkça davet etmenin altında yatan sebep budur.
Benzer bir psikolojik mekanizmayı kabadayılık ve maçolukta da görmek mümkündür. Maço, aslında sahte bir özgüven sergiler. Zaten özgüven teşhirciliği bile bu duruma işaret eder. Bazı dinlerde haset, kaçınılması gereken negatif bir duygudur. Hasedin hissedilmesi ve dışa vurulması çok ayıplanır. Çok insani olan bu duygu yokmuş gibi davranılır. Suç cezası çekilerek, günah tövbe edilerek, günah çıkarılarak ve dini ritüeller yoğunlaştırılarak hafifletilebilir. Ancak utanma duygusunu hafifleten bir önlem yoktur. Bu, arlanma kültürlerinde duygunun çok önemli bir regüle işlevine işaret eder. Utanmazlık kültürü, kültürün yok edilmesi ve kültürde bir kırılma anlamına gelir.
Utanma duygusu, toplumsal normların ve değerlerin birey üzerindeki etkisiyle oluşur. İnsanlar, bu normlara uymadıklarında utanırlar ve bu utanma duygusu, toplumsal düzenin korunmasına yardımcı olur. Ancak utanma duygusunun yok edilmesi, toplumsal normların ve değerlerin erozyona uğramasına yol açar ve bu da sosyal ilişkilerde kaosa neden olabilir/oluyor.
Aşağılama ve utanma arasındaki ilişkiyi anlamak, toplumsal hiyerarşi ve güç dinamiklerini de anlamayı gerektirir. Güçlü olan, kendi yetersizlik ve aşağılık duygularını gizlemek için başkalarını aşağılayabilir. Bu, aslında kendi zayıflıklarını örtbas etme çabasıdır. Utanmazlık, bu zayıflıkları saklama mekanizmasıdır ve utanma duygusunu daha da değerli kılar.
Utanmazlık kültürünün yayılması, toplumsal değerlerin ve etik normların zayıflamasına neden olur. İnsanlar, başkalarının gözünde güçlü görünmek için utanma duygusunu bastırır ve bu da toplumsal düzenin bozulmasına yol açar. Bu nedenle, utanma duygusu, bireysel ve toplumsal düzeyde önemli bir düzenleyici işlev taşır.
Sonuç olarak, utanma duygusunun yok edilmesi, toplumsal değerlerin ve normların erozyonuna yol açar. Bu, toplumsal ilişkilerde kaosa ve ahlaki değerlerin zayıflamasına neden olur. Utanma ve suçluluk duyguları, bireysel ve toplumsal düzeyde önemli düzenleyici işlevler taşır ve bu duyguların yok edilmesi, toplumsal düzenin bozulmasına yol açar.
Psikanalist Micha Hilgers, [6] sekiz farklı utanma biçiminden söz eder: Bunlardan bazıları:
Varoluşsal Utanma: İstenmiyor olmak ve dışlanmanın getirdiği utanma. ‘Öteki’lere hissettirilen utanma duygusu. Görmezden gelinme ve önemsenmeme de insanı utandırabilir. Beceri(ksizlik) Utancı (Kompetenzscham): İnsanın kendisinden beklediğini becerememesi. Herkesin bildiği ve başarı beklediği ya da kişinin başarı sözü verdiği ama yapamadığı durumlarla baş edememesi. Örneğin, Erdoğan’ın ekonomi uzmanı olduğunu iddia edip başarısız olması, ama bunu kabul etmeyip söylediklerini unutturmayı denemesi.
Mahrem Alanın Sınırlarının Çiğnenmesi: Bireyin sınırlarının yok sayılması. Erdoğan’ın bireylerin kaç çocuk yapacağına karışması veya dinsel otoritelerin cinsellikle ilgili sürekli açıklamalar yapmaları gibi. Bu, utanma yeteneğini yitirmemiş olanları utandırır. Bağımlı Olmanın Utancı: Birine bağımlı olmanın getirdiği utanma. Ödipal Utanma: Dışlanma ve gruba kendini ait hissedememe duygusu.
Beden ve Kimlik Utancı: İnsanın kendisini eksik, çirkin veya özürlü hissetmesi. [7] Psikopatolojik boyutlara varan bu utanma duygusu, güzellik enstitülerinde çözüm aranarak yanlış adreslerde giderilmeye çalışılabilir. Toplumsal Hiyerarşi ve Aşağılama: Biri, kendisini utandıran aşağılık/yetersizlik duygusunu maskelemek için başkalarını aşağılar. Aşağılayan kişi, aslında kendi küçüklüğünü ve aşağılık duygusunu gizlemeye çalışır.
UTANMAZLIK KÜLTÜRÜ
İktidardakilerin utanmazlığı kültürleştirmesi. Bu, bir daha aşağıda olma ve yenilme duygusunu yaşamamak için utanmazlığın alanlarını genişletmekle ilgilidir. Utanmazlık, kültürde bir kırılma ve kültürün yok edilmesi anlamına gelir.
Utanma ve gurur duyguları, bireyin içsel ve dışsal beklentileriyle yakından ilişkilidir. Leon Wurmser, utanma duygusunun çocukluk döneminde temizlik öğrenilirken içselleştirildiğini yazar. Çocuğun çişini/kakasını kontrol etmesini bekleyen ebeveynler, bu beklentiye cevap verilmediğinde çocukta arlanma duygusu yaratır. Bu süreç, çocukta ebeveynlerinin beklentisi ve kendi içselleştirdiği beklentiyle iki yönlü bir utanma mekanizması oluşturur.
Robert Pfaller, [8] günümüzde başka bir utanma türüne dikkat çeker: Tüketimden arlanma. Eskiden komşusu açken uyuyamayan bir kültürden, hoyratça ve sergileyerek tüketen bir topluma dönüşmenin acımasız ve zalim bir yanı var. Zengin ve yoksul arasındaki uçurumun büyümesi kimseyi utandırmıyor. Zenginliğin utanmazca sergilenmesi, ahlak erozyonunun bir göstergesidir. Batı toplumlarında gelişen çevre hareketlerinde tüketimden utanmak ve çevreye kapitalizmin verdiği zarardan ötürü oluşan bir utanma duygusundan da söz edilebilir.
Mathias Hirsch [9] de bazı suçluluk duygularını sıralar: Temel suçluluk duygusu. Örneğin, doğumda annesini kaybeden biri, annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutarak kendini suçlayabilir. Bu durum, "Allah’ım ben niye doğdum?" şeklinde tanıdık bir duyguyu yansıtır. İstenmeyen, kaza sonucu doğan çocuklarda da benzer duygulanmalar olabilir. Erkek egemenliği altında, erkek olmamanın bir kusur gibi görülmesi ve bu duygunun çocuğa verilmesi de suçluluk ve utanma duygularını tetikler. Yanlış cinsiyetten ötürü utanma, bu bağlamda örnek verilebilir.
Göz, bir algılama organı olmanın ötesinde, ruh haline dair işaretler de verir. İnsan bakarak görürken, başkaları da bu bakışlardan o kişinin ruh halini anlayabilir. Bakışlar yalan söyleyebilir ya da doğruları ifade edebilir. Yani, bakışların bir dili ve konuşma özelliği vardır.
Arlanma kültüründe arlanmanın yok olması, bir kaos ve değerler sisteminin yok olması demektir. İnsanların birbirleriyle ilişkilenmesi için üzerinde uzlaştıkları değerlerin olması gerekir. Son yıllarda utanmanın gereksiz hale getirilmesi nedeniyle, Türkiye bir toplum olmaktan çok bir kalabalık haline gelmiştir. Bu ortamda paranoyak eğilimlerin gelişmesi, insanın ne pahasına olursa olsun kendi amaçları için mücadele etmesi, dayanışmanın yok edilmesi gibi durumlar yaşanmaktadır.
Bir başka ciddi mesele ise, insanın üst-ben’inin insanın dışına lokalize edilmesi, yani dinde ve ırkçı ideolojilere park edilmesi, insanlara yapılan çağrıların cevapsız kalması demektir. Değerler sisteminin kaybolmasıyla ortak dilin erozyona uğraması, insanın dışına kutsal kitaba ve ideolojilere yansıtılan değerler, vicdan ve empatiden ötürü yaşanan zulme seyirci kalınması ve destek olunması kaçınılmaz hale gelir.
Bu durum, toplumsal değerlerin ve etik normların zayıflamasıyla, bireylerin birbirleriyle sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurmasını zorlaştırır. Utanma duygusunun yok edilmesi, toplumun ahlaki dokusunu zedeler ve sosyal ilişkilerde kaosa yol açar. Bu nedenle, utanma ve suçluluk duyguları, bireysel ve toplumsal düzeyde önemli düzenleyici işlevler taşır.
Norbert Elias, uygarlıkla utanma duygusunun arasındaki ilişkiyi incelediği kapsamlı çalışmada modern toplumda arlanmanın yoğunlaşmasına dikkat çeker.[10] Orta Çağ’da bugün çok ayıp sayılan davranışlar çok normaldi. Hans Peter Dürr, her kültürde çıplaklığın insanları utandırdığını yazar.[11] Çıplaklık ama her kültürde başka türlü yaşanır. Afganistan’da çıplaklık kadının başının açık olması iken Afrika’da bir kabilede insanların sadece cinsel organlarının teşhirini çıplaklık sayılır.
Richard Sennett, kamusal alanın görece bir eşitliğin yaşanmasına izin verdiğini ve ‘uygar olmak’ın insanlar arasındaki mesafeyi korumayı öğrenmek olduğunu yazar.[12] Bunun bir anlamı da ilişkide bu sosyal mesafenin geçilmesinin de insanı utandıracağıdır. İlişkilerde bazen farkında bile olamadığımız ama sosyalleşirken öğrendiğimiz kurallar, yani sembolik sınırlar var. Bu sınırların geçilmesi de agresyondur ve sınır ihlalleri kişiyi utandırabiliyor. Hatta sınır ihlali yapan da bu yaptığından ötürü utanıyor. Son yıllarda işte bu sınırların sürekli ihlaline tanık oluyoruz ve bunun getirdiği utanma duygusunun ortadan kalkığına da tanık oluyoruz.
Utanmazlık kültürü karşında insan bayağı çaresizlik yaşıyor. Utanılacak birçok durum ayrıca suç da. Ve bu suçalar cezalandırılmadığı gibi ödüllendiriliyor da. Bu durumda utananlar utanmayanlar adına da utandılar. Sınırların sürekli ihlali ve çaresizliğe insanların tepkileri politik tiksinti. Mesela birçok ülkede ırkçı, faşist olmak suç. En azından kimse ırkçı olmakla övünemiyor, ırkçılık utanılacak bir şey. Bu ülkede ama çoğu insanın en normal ve doğal hali. Ayıp ve suç değil. Ne yapılabilir? İnsanlar kendi sınırlarını koruyabilmek için utanmazlardan tiksiniyorlar. Tiksinmek tiksinilenle araya mesafe koymak ve uzak durmak anlamına geliyor… Kısacası yöneticilerden çoğu insan sadece tiksinebiliyor. Bu nedenle televizyonlarda gördüklerinde televizyon kanalını değiştiriyorlar, sosyal medyada bu insanlardan uzak duruyorlar.
Şahap Eraslan kimdir?
1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berlin'de çalışıyor.
KAYNAKÇA
[1] Robert Pfaller, Zwei Enthüllungen über Scham, 2022, Fischer Verlag, s. 63.
[2] Das Ichideal, 1987, Suhrkamp Verlag.
[3] Die Maske der Scham. 1993, Springer Verlag, s. 132.
[4] https://www.lptw.de/archiv/vortrag/2007/Hirsch-Mathias-Scham-und-Schuld-Lindauer-Psychotherapiewochen2007.pdf
[5] Wurmser, s. 305.
[6] Scham, 2006, Vandenhoeck&Ruprecht Verlag, s. 25/26.
[7] Hilgers, s. 90.
[8] Zwei Enthüllungen über die Scham,
[9] https://www.lptw.de/archiv/vortrag/2007/Hirsch-Mathias-Scham-und-Schuld-Lindauer-Psychotherapiewochen2007.pdf
[10] Norbert Elias, 1991, Über den Prozess der Zivilisation, Suhrkamp
[11] Nacktheit und Scham, 1994, Suhrkamp, 5. basım.
[12] Verfall und Ende des öffetlichen Lebens, Fischer Veralg, 12. Basım.