Vuran polis, vurulan Kürt olunca

Yaşamına son verilen Kemal’in yaşama hakkını mahkeme de korumadı. Adalet Bakanı'nın “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.’ demesinden dört gün sonra hem de.

2017 yılıydı. Günlerden Newroz’du. Yaşanan tüm hak ihlallerine, baskılara, çatışmalara, mitinglerde düzenlenen saldırılara, patlayan bombalara rağmen insanlar Amed Newroz alanına akıyorlardı. Bayramlarından da, kimliklerin de, taleplerinden de vazgeçmiyorlardı. Alana gelen binlerce insandan biriydi Kemal Kurkut.

Malatya’da İnönü Üniversite Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü'nde okuyan, keman çalmayı, şiir okumayı seven, en büyük hayallerinden birisi Mehmet Atlı ile keman çalmak olan pırıl pırıl bir gençti Kemal. O gencecik yaşında toplumsal meselelere, hak ihlallerine duyarlıydı. Demokratik bir şekilde verilen mücadelelerin yanındaydı. Gezi’de de vardı; Ankara Gar Katliamı’nda da. Kıl payı kurtulmuştu ölümden. Ve o gün belki de hayatının dönüm noktası olmuştu. Bu olaylara tanık olan herkes gibi Kemal’in de sinirleri yıpranmıştı.

Hiçbirimiz bu yürekli genci o Newroz gününe kadar tanımıyorduk. O bayram günü büyük bir trajedi yaşanacağından da habersizdik ama elimiz yüreğimizdeydi elbette. Sonuçta Newroz da mitingler de defalarca bombalarla, saldırılarla, polis şiddetiyle sınanmıştı bu talihsiz coğrafyada.

Korkulan oldu.

Bir anda miting alanına bir çığlık, Kurkut ailesinin ocağına ateş düşüverdi.

"Çantamda bomba var hepinizi öldüreceğim’ diyerek güvenlik güçlerine bıçaklı saldırıda bulunmuş ve etkinliğin yapılacağı yöne doğru koşmaya başlamıştır. Şahıs, güvenlik güçlerinin tüm uyarılarına rağmen elindeki bıçağı atmamış ve alana doğru koşmaya devam etmiştir. Söz konusu şahsın canlı bomba olma ihtimali değerlendirildiğinden ve alanda bulunan katılımcıların can güvenliği göz önünde bulundurulduğundan dolayı, arama noktasında görevli güvenlik güçlerince müdahale edilmiştir." diye açıklama yaptı Diyarbakır Valiliği. Eli en çok keman tutmayı seven Kemal’e canlı bombacı demişlerdi. Kemal’i tanımayan insanlar buna inanacaklardı belki de, o fotoğraflar olmasa. Gazeteci Abdurrahman Gök oradaymış meğer. Kemal’in vurulma anının, yaşananların anbean fotoğraflarını çekmiş meğer.

Üstten çıplak bir genç koşuyor fotoğraflarda. Elinde bir bıçak ve bir su şişesi var. Üzerinde ne çanta var, ne giysi ne de saklı bir bomba. Sadece Kürt gömleği var üzerinde. Bu yetiyor Kemal’in öldürülmesine.

O fotoğraflar, tanıklar olmasa neler yaşandığını hiç bilmeyecektik belki de. Meğer kontrol noktasından geçerken polisler hakaret etmişler, üzerine gitmişler Kemal’in. Sinir krizi geçirmiş o da. Civardaki bir kasaptan bir bıçak kapıp gelmiş. Üstünü çıkarmış. Bir şey taşımadığını, tehlikeli olmadığını göstermiş. Bıçakla da kendimi öldüreceğim demiş. Maruz kaldığı muameleye isyan etmiş. Ve tüm bunlar yaşanırken gayet eğitimli ve deneyimli polislerin Kemal’i durdurmak için çeşitli yollara başvurmaları, mesela gaz sıkmaları, olmadı bacağına sıkıp onu yaralamaları mümkünken, yani kademeli olarak güç kullanmaları gerekirken içlerinden biri Kemal’e tam iki kere ateş etmiş; vurmuş; öldürmüş. Oracıkta yere yığılıp kalmış Kemal, elinde su şişesiyle.

Sonra ne mi oldu? Kemal için cenaze aracı da, mezar yeri de verilmedi. Yıkanmaması için su bile kesildiUsulünce yaşamasına izin verilmeyen Kemal’in, usulünce gömülmesine de izin verilmedi.

Daha daha sonra ne mi oldu? Bir şüpheli polis hakkında iddianame hazırlandı. Olası kastla insan öldürmek suçundan ceza alması istendi ama şüpheli tek bir gün bile tutuklanmadı. Bir trafik kazasında ölüme sebep olunduğunda dahi failin derhal tutuklandığı ülkede, olası kast ile insan öldürmekten yargılanan şüpheli polis tek bir gün bile özgürlüğünden mahrum bırakılmadı. Üstelik delilleri karartması, tanıkları etkilemesi mümkünken görevine de bir şey olmamış gibi devam etti.  

Yargılama boyunca Kurkut ailesinin avukatlarının çok sayıda talebi reddedildi. Ulusal Kriminal Büro’nun hazırladığı, Kemal’in hedef gözetilerek vurulduğunun belirtildiği rapor mahkeme heyeti tarafından ‘eksik’ görüldü. Ne olduğu bilinmeyen bu eksik hususlar nedeniyle ek bir rapor istendi. Kurşunun sekip sekmediğinin tespiti, gayet yönlendirici bir şekilde talep edildi. İkinci rapor, Kemal’in seken bir kurşunla vurulduğunu söyledi. Adli Tıp Kurumu da zaten aynı görüşteydi.

Fotoğraflara, kamera kayıtlarına, tanıklara ve toplanmayan onlarca delile rağmen sonunda savcılık sanık polisin bilinçli taksirle insan öldürmekten ceza almasını talep etti. Ve nihayet bugün fotoğraflara, kamera kayıtlarına, tanıklara ve toplanmayan onlarca delile ve Kurkut ailesinin avukatlarının ortaya koyduğu hukuka ve gerçeklere rağmen mahkeme oyçokluğu ile sanığın beraatına karar verdi. Çünkü vuran bir polis, vurulan bir Kürttü. Davanın özeti buydu. Memleketin başka yerlerinde bazen bir polise hayatını pek etkilemeyecek şekilde, göstermelik bir ceza verilebiliyordu vurulan Kürt olunca buna bile gerek duyulmuyordu. Tek bir gün hapse bile değmiyordu bir Kürdün hayatı.

Yaşamına son verilen Kemal’in yaşama hakkını mahkeme de korumadı. Adalet Bakanı'nın "Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.’ demesinden dört gün sonra hem de. Adalet yerini bulmadı, memlekette kıyamet de kopmadı. Yalnızca Kemal’in anacığının yüreğinde koptu koca kıyamet…

Mahkeme bir başka polis hakkında suç duyurusunda bulundu. Ortada bir cezasızlık pratiği yokmuş, fail gerçekten aranıyormuş gibi…

Bundan sonra ne mi olacak? Kemal’in ailesi de, avukatları da, hak savunucuları da adaletin yerini bulması için, cezasızlıkla mücadele etmek için uğraşmaya devam edecekler elbette. Bu mücadelenin sonucu ne olur bilemem. Ama verilen mücadele ile en azından hakikati tarihe yazmayı başardıklarını, failin de milyonlarca insanın yüreğinde çoktan mahkum olduğunu biliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi