Doğan Özgüden
Yasak Kitaplar Sergisi’ne de mi sansür!
Bu seneki Frankfurt Kitap Fuarı Türkiye açısından geçen yıllara oranla daha hareketli, daha ses getirici geçmişe benziyor. 106 ülkeden, büyük çoğunluğu yayınevleri olmak üzere 7 bin 150 kurumun stand açtığı fuara 13 bin gazeteci ve yazarın katılmış olması bunun sayısal kanıtı.
Bu seneki fuarın en çarpıcı olaylarından biri ise hiç kuşkusuz yazar ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun sunduğu "Türkiye’de Yasak Kitaplar" Sergisi…
Türkiye’de devletin tabularını yıkan kitaplar yayınladığı için hapis de dahil uğradığı sürekli baskılar nedeniyle çalışmalarını sürgünde sürdürmek zorunda kalan Zarakolu, Stockholmde Monica Dahlgren’le birlikte, en güçlü kurumların dahi kolay göze alamayacağı emek yoğun bir çalışma sonunda tüm dünyanın özgürlük savunucularına bir anıt-yapıt armağan etti.
Şöyle bir gerilere gidelim…
Hangi kuşaktan olursa olsun, özgürlük ve demokrasiden yana bir nebze duyarlı herkesin yaşamının bir acı yarasıdır yasak kitap. 50’li yıllarda mücadeleye girmiş genç bir gazeteci ve sendikacı olarak sosyalist düşünceyi öğrenebileceğimiz tek bir kitabın sahaflarda dahi bulunamadığı günleri anımsıyorum.
60’lı yılların görece açılım döneminde Akşam’dan ayrılmak zorunda bırakıldıktan sonra kurduğumuz Ant Yayınları’nda basılır basılmaz "yasak" damgası yiyen kitaplarımız…
Ve de 1971 darbesi sonrası hakkında yasak kararı olmasa da tüm sol yayınlara sıkıyönetim tarafından el konulması, bu kitapları kütüphanelerinde bulunduranların terörist damgası vurularak en azından gözetim altında süründürülmesi…
Dahası sıkıyönetimin sillesini yememek için yüzbinlerce okurun gizleyemedikleri sol kitapları bağırlarına taş basarak ateşe vermek zorunda kalması…
Ant Yayınları’nı ve evimizi basan askerlerin kitaplıklarımızı kasaturalarla tarümar edip kitaplara el koyması…
Ant’ı çökertmeye yönelik uygulamaların, 1974’te Brüksel’de kurduğumuz Info-Türk’ün kitaplarına "Türkiye’ye sokulması yasak" damgası vurularak ülke dışına da ihraç edilmesi…
68 yazına dönüyorum… Tüm dünya 68 gençlik isyanlarıyla sarsılıyor… İstanbul Üniversitesi işgal altında… Günlerdir üniversitede güvenlik nöbeti tutan 20 yaşında bir genç, Ragıp Zarakolu, Ant’a işgal günleri anılarını getiriyor… Öğrenci hareketinin işçi sınıfı mücadelesiyle bütünleşmesi perspektifini şiirsellikle anlatan notlar…
Ragıp’la sıcak dostluğumuz ve mücadele arkadaşlığımız böyle başladı… Ant’ın yazı kuruluna da katıldı… Bunun da bedelini Ant’ta Ho Chi Minh ve Vietnam Savaşı üzerine yazdığı bir yazıdan dolayı 12 Mart sonrası sıkıyönetim mahkemelerinde mahkum edilip 1974 affına kadar Selimiye Kışlası’nda mahpus kalarak ödedi.
Bilmiyorum şu 2017 yılında 50’li, 60’lı. 70’li kuşaklardan pes etmeyen. kavgayı sürdüren kaç kişi kaldı?
Geçen hafta Ant yazarlarından, dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerini, demokratik direnişleri eşi Güneş Karabuda’yla birlikte Türkiye kamuoyuna tanıtan büyük gazeteci Barbro Karabuda’nın ölümünü duyurmuştum… Tüm medyayı günü gününe bilgilendirdiğimiz halde muhalif dijital medya ve yazarlar dahi tek satır bahsetmek gereğini duymadı.
Ragıp’ın tabulara karşı mücadelesi hapis günleri bittikten sonra yine 68 kuşağının seçkin kadın militanlarından sevgili Ayşe Nur ile yaşam ve kavga birliği kurmalarıyla yeni bir boyut kazandı. Bundan 40 yıl önce 1977’de birlikte kurdukları Belge Uluslararası Yayıncılık, Kürt Sorunu ve Ermeni Soykırımı gibi konularda yayınladığı tabulara meydan okuyan kitaplarla Türkiye’nin yayın yaşamında yeni bir çığır açtı.
Ragıp ve Ayşe sadece yayın yaşamında değil, aynızamanda insan hakları örgütlerinde de görevler üstlenerek sol aydın olabilmeninin en güzel örneklerini verdiler.
1995 yılıydı… Belge Yayınevi aşırı sağcılar tarafından bombalandı, ama buna rağmen bir bodrum katına sığınarak yayınlarını ve mücadelelerini sürdürmekte tereddüt etmediler.
Ne yazık ki Ayşe’yi bundan tam 15 yıl önce 28 Ocak 2002’de amansız bir hastalığa kurban verdik.
Ragıp bu darbelere karşın Belge’yi her yıl onlarca yeni ve tabu kıran kitap yayınlayarak sürdürdü. 28 Ekim 2011’de Kürt örgütlerine karşı başlatılan bir operasyonda yeniden hapsedildi, serbest bırakıldıktan bir süre sonra da Türkiye’de çalışması olanaksızlaştıran yüzlerce aydın gibi sürgün saflarına katıldı.
Yıllardır Ragıp’la sürekli ilişkideyiz… Müstesna bilgi dağarcığıyla çeşitli muhalif gazetelere ya da dijital sitelere yazdığı ödünsüz yazıları büyük bir zevkle ve de çok şey öğrenerek dikkatle izliyorum.
Ama Ragıp’ın sürgünde başardığı bir başka şey var ki takdir sınırlarını da aşıyor.
Evet, "Türkiye’de Yasak Kitaplar" Sergisi…
Serginin görücüye çıktığı yıl 2015…
Hikayesini 14 Ekim 2017’de ANF’ye verdiği demeçte bizzat Ragıp’ın kendisi anlatıyor:
"İlk kez 2015 yılında İsveç'teki Edebiyat Festivali sırasında açtığımız serginin amacı, Türkiye'deki kitap yasaklarını, yargılamalarını, yargılanan yazarların ve gazetecilerin tarihini anlatmak ve ayrıca Türkiye'de hangi konuların daha çok sorunlu olduğunu, hangi konulardaki kitapların daha çok yargılama konusu olduğunu anlatmaktı…
"İsveç'te 6 çeşitli kentte, geçen yıl da Hollanda'nın başkenti Lahey'de Özgür Kitap Fuarı‘nda yasak kitapları sergiledik. Fakat geçen yıla kadar bu, bir yerde biraz tarih gibiydi. Bir yıldır Türkiye'deki alt-üstlükten sonra bu sergi aktüel bir nitelik kazandı Gerçekten de geçen yılı kitap açısından bir 'felaket yılı' olarak nitelendirebiliriz. 30 kadar yayınevi kapatıldı ve on binlerce kitap kütüphane raflarından temizlendi. Bu konudaki sorunlu durum daha da vahim bir hal aldı..."
Türkiye'de kitap yasaklama, yayınevi, gazete kapatma gibi uygulamaların 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu'yla başlatıldığını hatırlatan Zarakolu yayın yasaklarının ana gerekçelerinden biri olan tabular konusunda şöyle diyor:
"Kürt tabusu cumhuriyetin en eski tabularından birisi. Sadece Kürt tarihi ile ilgili kitaplar değil, Kürt sözlüğü, bazen Kürdistan coğrafi tanımlaması bile yasaklanabildi, hatta Kürt bayrağının renkleri değil, üç rengin bir araya gelmesine bile yasak konulabildi.
"Kürt tabusu 2000'li yıllarda biraz gerilemişti, fakat yeniden depreşmiş vaziyette. Aslında yetkili olmayan sulh ceza mahkemeleri ülkenin herhangi bir yerinde kendisini kitap yasaklamakta yetkili görebilmekte. Yani herhangi bir tutuklama sırasında el konulan kitaplar eğer özellikle Kürt konusunda, Ermeni Soykırımı konusunda ise ya da solla veya Alevilerle ilgili bir kitapsa, bu kitaplar suç delili olarak kabul edilmekte, arkasında yasaklama kararları çıkarılabilmekte…"
Şahsen bu olağanüstü sergiyi görme olanağım olmadı. Ancak Frankfurt Kitap Fuarı’na katılım dolayısıyla dağıtılan tanıtım belgesinde yeralan tabuları görünce bunun sadece yasak kitapları değil aynızamanda Osmanlı’dan bu yana ülkemizin kara tarihini temsil ettiğini gördüm.
Ragıp da, İnci de, ben de, bu kara tarihin önemli bir kesiminin hayatta olan tanıklarıyız.
Ama bu tarih ne yazık ki basın ve yayın özgürlüğü mücadelesinde aktif yer alan, bu özgürlüklerin çiğnenmesinin kurbanı olan birçok sevgili meslekdaşımızın pek de umurunda değil.
Frankfurt Kitap Fuarı üzerine Türkçe medyada yazılanları dikkatle izledim.
Uluslararası basın ajansları da dahil Türkçe muhalif medyaya bu fuardan yansıyan tek şey şu sırada yurt dışında bulunan Can Dündar, Aslı Erdoğan ve Burhan Sönmez’in katıldığı bir panelde Avrupa’ya yaptıkları çağrı… 13 Ekim 2017 tarihli birçok Avrupa gazetesi haberi Can Dündar’ın fotoğrafıyla ve "Baskı kurbanı yazarların çağrısı: Türkiye’yi izole etmeyin!" başlığıyla verdi.
Baskı kurbanı yazar ve gazetecilerin en eskilerinden olarak aynı gün bu çağrıya tepki göstermek zorunda kaldık:
"Hayır, Türkiye zaten ülke olarak asla izole edilemez… Ekonomik, sosyal, kültürel ve tarihsel bakımlardan mümkün de değil… Ama Erdoğan’ın islamcı faşist rejimi mutlaka izole edilmelidir, tıpkı Hitler, Mussolini, Salazar, Pinochet rejimleri gibi!"
1971 Darbesi’nden beri askerisiyle, siviliyle, islamcısıyla Türkiye’deki tüm baskı rejimlerine karşı yürüttüğümüz yarım yüz yılı aşkın mücadelemizde bu "aman tecrit etmeyelim" masalını çok dinledik.
12 Mart rejimi Avrupa Konseyi’nde tecrit edilmek üzereyken demokrasi kahramanlığına soyunan Ecevit’in getirdiği, Türkiye ile ekonomik, ticari, askeri ilişkileri ne bahasına olursa olsun sürdürmekte çıkarı olan Avrupa hükümetlerinin de denize düşen yılana sarılır misali sahip çıktıkları bir savdı bu…
Bunun örneklerine 12 Eylül darbesinden sonra da defalarca tanık olduk.
Evet Frankfurt Kitap Fuarı’ndan geriye kalan tek yankı "baskı kurbanı yazarlar"ın bu "aman tecrit etmeyin" çağrısı oldu.
Ama Ragıp’ın ve Monica’nın ciddi sağlık sorunlarına rağmen ta İsveç’ten getirdikleri "Yasak Kitaplar Sergisi" hakkında hâlâ tek satır yok.
Tıpkı Barbro Karabuda hakkında hâlâ tek satır olmadığı gibi...
Sevgili Ragıp ve Monica, ikinizi de kutluyoruz. Bugün görmezden gelinse de Yasak Kitaplar Sergisi Türkiye’nin insan hakları sicilinde hakettiği yeri mutlaka alacaktır.