Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Yasaklar Festivali

Belgesele konu olmuş insanlara mahkeme bile suç atfetmekte zorlanıyorken, bir film festival komitesinin yargı sürecine bu kadar hassasiyet göstermesi gözlerimi yaşarttı. Kendine yönetmen, oyuncu, yazar diyenler geldi aklıma. Sıfat, adı nasıl kurtarsın?

Nejla Demirci'nin ihraç edilen iki kamu emekçisinin ihraç sonrası mücadelesini odağa aldığı belgesel filminin Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden son dakika açıklamasıyla festival dışı bırakılması, sansür ve yasakla geçen günlerimizin son olaylarından biriydi.

Kanun Hükmünde adlı filmin gösteriminin iptali üzerine festival jüri üyeleri, ancak film festivale alınırsa görevimizi yapabiliriz diyen bir açıklama yayımladı. Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin desteklediği bu festivalde, geçmişte de benzer bir olay yaşanmış, Gezi direnişiyle ilgili bir film yasaklanmıştı. O zaman da jüri üyelerinin önemli bir bölümü görevlerinden ayrılmıştı. Komite, Kanun Hükmünde filmine uyguladıkları sansürün gerekçesini “mahkemenin yargısını etkileme” endişesi olarak açıkladı. Yüzbinlerce insanın işten çıkarılmasına yol açan KHK'ların hukuktan gayrı her şeyle ilişkisi olduğunu uzaydaki çekirdekler bile biliyorken, belgesele konu olmuş insanlara mahkeme bile suç atfetmekte zorlanıyorken, bir film festival komitesinin yargı sürecine bu kadar hassasiyet göstermesi gözlerimi yaşarttı

.İçinde sanat ve özgürlük geçen klişenin klişesi bir açıklamaydı yapılan. Bir yasağı savunurken mutlaka özgürlükten söz edilir, dikkat ettiniz mi? Bir zulüm açıklanırken insan haklarından, ayrımcılık yapılırken de demokrasiden. Bunlara literatürde “sözde konuşma” deniliyor.

“Sanata ve kültüre erişim, aynı zamanda sanat ve kültüre destek sağlamak demokratik toplumlarda bir haktır” deniliyor. Sanat ve kültür toplumun imajlarını üretir ve toplumsal aidiyetlerin nasıl anlaşılacağını müzakere eder diye de devam ediyor. Burada ise, “kimin hikâyesini anlatacağınıza biz karar veririz” diyenlerin uyguladıkları yasaklamalar, emin olun gündelik hayattaki yasaklamalardan çok daha yakıcı ve tehlikeli. İmgelere ve kurgulara sızan bir yasak, bir habere getirilen yasaktan farklı olarak sadece kamusal hayatı değil, rüyaları da düzenlemeye soyunduklarının göstergesi olarak okunmalı.

Yasaklar arasında bir hiyerarşi kurulmaz, mesele bu değil şüphesiz fakat birine nasıl kurgu yapacağına biz karar veririz demenin ötesi yok. Bir belgeselcinin dokümanlarına el koyduran, bir filmde oynadığı için oyuncuyu cezalandıran akıl, toptan irreel bir düzleme geçişin işareti olduğu için, yaşanacak alanın iptalinden sonrasını, geleceği de iptal ettiği için ürkütücü.

Bu arada yönetmen, filmin yapım aşamasında yasaklandığından ve AYM kararı ile filmi çektiğinden söz ediyor. Böyle olaylar çoğaldıkça yetkililer daha fazla demokrasi diyecekler, böyle olaylar sıradanlaştıkça sanatın özgürlüğünü yazacak onların kalemleri. En ufak itiraza bir ordu yollayan devlet, suyuna, ekmeğine sahip çıkanları terörist ilan eden devlet ve onların suskun ya da konuşkan işbirlikçileri. İkinciler birincisinden daha tehlikeli.

Bir arkadaşım, Ahmet Bülent Erişti geçen gün sosyal medyada, “sıfat, adı nasıl kurtarsın” diye yazmıştı. Kendine yönetmen, oyuncu, yazar diyenler geldi aklıma. Festival komitesi adına açıklama yapan, sanatın özgürlüğüne inanıyoruz ama mahkemenin selameti için diyen de bir yönetmen. Sıfat, adı nasıl kurtarsın sayın yönetmen. Sayın yönetmen, yönetmen kurguyla, montajla ilgilenir, yöneticilerin siyasi tasarruflarıyla değil. Mahkeme kararlarıyla adliye memurları, bakanlık görevlileri ilgilenir. Mahkeme sürecinin bekasıyla adalet bakanlığı ilgilenir. Bir film festivali, sinemayla ilgilenir.

Bir filmin anlattığı hak ihlaline ya da toplumsal özgürlük çağrısına, bölge savcısı gözüyle bakmaz, kendi düşüncelerine karşıt bir içerikle biçimlenmiş bir filmle karşılaşsa bile bakmaz. Çünkü savcılar, polisler yasanın bekçileridir, işlerini yaptıklarını söyleyebilirler bir gün savunmak zorunda kalırlarsa kendilerini. Bir yönetmen nasıl savunacak gelecekte kendini, işini mi yaptığını söyleyecek. “İş tanımımız” diyecek belki o zaman, “çok ama çok genişti. Emredilene uygun yaşamak, devletin fişlediklerini dizilerimizde oynatmamak ,yazdıklarını sahnelememek, onlara iş vermemek durumundaydık. Yok hayır doğrudan bir emir yoktu ama başımızı belaya sokmak istememiştik.” Sıfat, adı nasıl kurtarsın?

Olayın tamamı, belgeselin hikayesine odaklandığı Engin Karataş'ın direnişi karşısında yaşadığı şeylere benziyor: “Polisler gözaltı yaparken dövizimi de alıyorlardı.Bu yüzden her gün yeniden yazardım. Bu protestoda polis gelince ipi saldım. Bir metreküplük balon dövizi uzaya götürdü. Tutanağa, “şahıs ipi saldığından delil ele geçirilemedi” yazdılar.

Engin Öğretmen'e bir suç bulamadılar, Doktor Yasemin'e de. Onlar gibi yüzbinlerce insana da. Bu yüzden onları anlatan her şeye yasak koyacaklar. Ad bir gün sıfatları silecek, geriye değişmez olanın, ortak iyi için mücadelenin ve KHK paketiyle ömrüne bomba gönderilenlerin, dağılmış ve saçılmış hayatların sahiplerinin adları kalacak.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi