Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Yol, Kürdistan’ın sürgün bayrağı...

Ne denli makaslanırsa makaslansın, Yol hepimizin gönlünde hep o Kürdistan’lı versiyonuyla, bir sürgün bayrağı olarak yaşamaya devam edecektir.

Tam 55 yıl geçmiş... TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın isteği üzerine hem partinin genel merkez basın ve araştırma bürolarında görev yapmak, hem de Gece Postası Gazetesi’nde sayfa sekreterliğini üstlenmek üzere 1962 sonunda İstanbul’dayım...

Gazetenin o sıradaki genel yayın yönetmeni İzmir’de bir süre birlikte çalışmış olduğumuz arkadaşım Cengiz Tuncer. Cengiz’in asıl amacı bir an önce Yeşil Çam’a geçip film yönetmenliği yapmak... Zaman zaman gazeteyi öğle üzeri bağladıktan sonra birlikte Beyoğlu’na çıkıyoruz, film şirketlerinin bürolarında, figüran kahvelerinde Türk sinemasının ünlü yönetmenleriyle, senaristleriyle, oyuncularıyla tanışıyor, söyleşiyoruz. Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Ertem Göreç, Vedat Türkali hemen anımsadıklarımdan...

İzmir’deyken izlediğim Atıf Yılmaz’ın Alageyik filminde başrol oynayan Yılmaz Güney’i soruyorum Cengiz’e. Hayretle yanıtlıyor:

- Haberin yok mu? Yılmaz mahkum... Onun asıl adı Yılmaz Pütün... Bir dergiye yazdığı hikayede "komünizm propagandası" yaptığı iddiasıyla mahkum... Şu sırada Konya’da sürgünde...

Yılmaz mahkumiyetini tamamladıktan sonra Yeşil Çam’a bir kasırga gibi döndü. Yönetmenliğini ya da baş oyunculuğunu yaptığı filmlerinin ana teması kabadayılıktı, bu nedenle kısa zamanda "Çirkin Kral" olarak ünlenmişti. Ama Yılmaz’ı Türk sinemasında bir efsane haline getiren hiç kuşkusuz kendisine 1969 yılında 2. Altın Koza Film Festivali’nde ve Grenoble’da büyük ödül kazandıran Umut filmi oldu.

Umut, 1971 Darbesi’nden sonra sürgünde cuntaya karşı kampanya yürütürken bizim de umudumuz oldu. Direniş toplantılarında siyasal analizlerin ve insan hakları ihlallerinin belgelenmesi dışında Türkiye kültüründen de örnekler vermek gerekiyordu. Büyük bir şans eseri Umut’un bir kopyası Avrupa’ya ulaştırılmıştı... Brüksel, Amsterdam, Paris gecelerinde Umut Avrupalı katılımcılardan da büyük övgü aldı.

Ne ki, Umut Avrupa’da gösterilirken filmin yapımcısı Yılmaz Güney Türkiye’de THKP-C üyelerini sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edilecek, diğer siyasal tutuklular gibi onun için de özel dayanışma kampanyaları örgütleyecektik.

Yılmaz’ın Türkiye kaynaklı sürgüne damgasını vurması ise 1981’e rastlar.

12 Ocak 1981’de Bulgaristan’dan Brüksel’e gelmiş olan Behice Boran’la bazı belgeler üzerinde çalışırken Belçika’nın Fransızca Radyosu RTB’den telefon ettiler. O sırada hapiste bulunan Yılmaz Güney’in Sürü filmi, Belçika Sinema Eleştirmenleri Birliği’nin büyük ödülüne layık görülmüştü. Türkiyeli muhalif gazeteci olarak hemen saat 13’teki haber programına çıkarak Türkiye’de başta Yılmaz Güney olmak üzere ilerici, demokrat aydınlara yapılan baskılara Belçika kamuoyunun dikkatini çektim.

Belçika Sinema Eleştirmenleri Birliği, ödül törenine Yılmaz Güney katılamayacağına göre, onun yerine bir başkasını önermemi istedi. Filmin baş kadın oyuncusu Melike Demirağ eşi Şanar Yurdatapan ve kızı Zeynep’le birlikte Almanya’da sürgündeydi. Ödül Yılmaz Güney adına Melike’ye verildi.

 Yılmaz’ın Ekim 1981’de Isparta Yarı Açık Cezaevinden izinli olarak çıktığı sırada yurtdışına kaçmayı başarması biz siyasal sürgünler için moral verici ve mücadelemizi güçlendirici bir olaydı.

Ama daha da önemlisi Yılmaz Güney’in Yol filminin 20 Mayıs 1982’de, Cannes Festivali’nde Costa Gavras’ın Missing‘iyle birlikte altın palmiye ödülünü paylaşmasıydı. Yılmaz’ın Yol’un bir bölümünü Kürdistan ismiyle açması yıllardır binbir güçlükle dünya kamuoyuna seslerini duyurma mücadelesi veren Kürt dostlarımız için de büyük bir zaferdi, Türk lobisine ise büyük bir darbeydi, Türkiye’deki baskı rejimine eleştiriler artık daha sık gündeme geliyordu. Yılmaz Güney’in bu uluslararası başarısından dolayı Türk Devleti’nden alacağı ödül ise bir süre sonra bizler gibi onun da Türk vatandaşlığından atılması oldu.

Sağlık durumu günden güne kötüye giden Yılmaz’ı, büyük zorluklarla gerçekleştirdiği Duvar’ın vizyona girmesinden bir süre sonra 9 Eylül 1984’te Paris’te yitirdik, halen komüncüler mezarlığı olan Père Lachaise’de yatıyor.

Yılmaz’ın ölümünden bir süre sonra, Fransız Televizyonu A2, 3 Ocak 1985 tarihli Résistances Programı’nda, "Çizmeler altında Türkiye" adlı bir röportaj filmi yayınladı. Ardından Paris Kürt Enstitüsü Müdürü Nizan Kendal ile birlikte Türkiye’de Kürt’lere ve azınlıklara yapılan baskılarla üzerine ayrıntılı bilgi verdik. Ayrıca, Nazım Hikmet’in Moskova’da, Yılmaz Güney’in Paris’te ülkelerinden uzakta ölmüş olmalarının Türk Devleti için yeterince utanç verici olduğunu vurguladım…  Programın yayınlanmasından hemen sonra Hürriyet Gazetesi beni manşetten Türkiye’ye ihanetle suçladı. Brüksel’e döndüğümde de Türk milliyetçilerinden tehdit telefonları yağmağa başladı.

O günlerin üzerinden tam 33 yıl geçti.

Sadece bir sanat şaheseri değil, aynı zamanda Türkiye halklarının özgürlük mücadelesini güçlendiren bir direnç abidesi olan Yol’un bu seneki Cannes Film Festivali’nde yeniden gösterime girmesini günlerdir heyecanla bekliyorduk.

Fırat Ajansı hepimizi şoke eden haberi verdi:

"Altın Palmiye’den 35 yıl sonra Yılmaz Güney’in Yol filminin ‘yeni versiyonu’ Cannes’da izleyiciyle buluştu. Sinema tarihinin en çileli filmlerinden olan Yol, bu kez Cannes’da Kürdistan sansürüne uğradı. Yol, bütün yönleriyle Kürtlerin yaşadığı dramı anlatan bir film. Politik yönü ve sanat estetiğiyle film, sinema tarihinin en başarılı yapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Filmde kullanılan yeni görüntü ve sahneler ise bizzat Yılmaz Güney tarafından zamanında çöpe atılmıştı. En dikkat çekici durum ise Kürdistan sahnesi çıkartılmıştı. Filmin İsviçreli yapımcısı Donat Keusch bunu neden yaptı? Keusch, 35 yıldır filmi yasaklayan Türk Kültür Bakanlığı’na neden teşekkür etti? Peki festival komitesine ne demeli… 35 yıl sonra filmin sansürlenmiş halini neden kabul etti?"

Bu haber üzerine Yılmaz Güney’in yaşam boyu dramını ve kavgalarını tanıyan bir gazeteci olarak Cannes Festivali yönetimine derhal şu mesajı gönderdim:

"Baskıcı Türk Devleti’nin kurbanı olan yurttaşımız Yılmaz Güney’in YOL filmini tekrar gösterdiğiniz için müteşekkiriz. Ancak Cannes’da ödüllendirilmiş bulunan bu olağanüstü filmin bu defaki gösteriminde 35 yıl önce gösterilen orijinaline göre birçok değişikliklere uğratıldığını ve bir bölümünde Kürdistan kelimesinin yokediliğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sadece sürgünde yaşama veda eden büyük sinema ustamıza değil, aynızamanda onyıllardır ulusal kimliğinin, kültürünün, sivil ve siyasal haklarının tanınması için mücadele yürüten Kürt halkına karşı büyük saygısızlıktır. Festival yönetimini derhal bu konuda bir açıklama yapmaya davet ediyorum.»

Bu duyurunun hemen ardından Yılmaz Güney’in Paris’teki film çalışmalarına büyük katkıda bulunmuş olan dostum Tuğrul Artunkal da festival yönetimine şu mesajı gönderdiğini bildirdi :

"Filmin son sahnelerinden birinin arabaşlığındaki Kürdistan kelimesinin silindiğini dehşetle öğrenmiş bulunuyorum. Bu filmin post-prodüksiyonunda çalışmış, Fransızca ve İngilizce çevirilerini yapmış ve altyazılarını hazırlamış bir kişi olarak bundan dolayı şoke olmuş durumdayım. Güney bir siyasal sürgündü, filminin de Türk devletiyle hiçbir resmi ilişkisi yoktu. Bu hatanın, ölümünden sonra filmine uygulanan utanç verici sansürün en kısa zamanda giderileceğini umuyorum…"

Yıllardır Türkiye’de üretilen gerçekçi filmlerin Avrupa’daki göçmenlere ulaştırılması için Brüksel’de titizlikle çalışan dostumuz Süleyman Özdemir de bana mesaj göndererek tepkisini dile getirmekte gecikmedi:

"Ne acı ki, Türk izleyicisi zaten Yol filminin Türkiye'de restore edilmiş halini görebilmişti. Yol filminin müzikleri yeniden çalınmış, yeniden seslendirilmiş. Yıllardır izlediğim, izledikçe keyif aldığım filmin restore versiyonunu izleyince ciddi bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Uykum kaçmıştı... Yol filminin sadece Kürdistan yazan sahnesi değil, filmin tamamı katledilmişti…"

Cannes’da bu kez gösterilen Yol işte Türkiye’de tamamı katledilmiş Yol’du…

Evet, Türk Devleti’nin sürgüne mahkum ettiği Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi ve de günümüzde yüzlerce gazeteci, bilimadamı ya da siyasetçi gibi seçkin değerlere karşı hain, inkarcı ve de intikamcı tutumu cümlenin malumu…

Ya uluslararası prestij sahibi Cannes Film Festivali yönetiminin Yol konusundaki tahrip ve sansür edici tavrını nerelere koymalı ?

Ve de Türk medyasının bu konudaki suskunluğunu?

Père Lachaise’de yatan sevgili Yılmaz Güney, sürgünde senin Yol ve Duvar filmlerine büyük özveriyle katkıda bulunan dostlar ve de anayurdunun ismi Altın Palmiye ile tescil edilmiş Kürdistan halkımız…

TC hizmetkarlarının ve onların Avrupalı işbirlikçilerinin bu yaptıkları yanlarına kalmaz.

Ne denli makaslanırsa makaslansın, Yol hepimizin gönlünde hep o Kürdistan’lı versiyonuyla, bir sürgün bayrağı olarak yaşamaya devam edecektir.

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi