Dolar 7 lira… Sırada ne var?

Dolar kuru en son bu düzeyi Rahip Brunson krizi döneminde görmüştü. Ama o dönemde bu düzey geçici bir durumdu. Şimdi ise nispeten daha kalıcı gibi görünüyor.

Türkiye gibi ülkeler, üretim yapabilmek, ekonominin çarklarını döndürebilmek için dövize ihtiyaç duyarlar. Türkiye ekonomisinin, cari açığın büyüklüğüne de bağlı olarak yıllık 30 ila 50 milyar dolarlık dövize ihtiyacı olmaktadır. Bu dış finansman bulunamadığında, çarklar durmaktadır. Keza, dış finansmanın maliyeti yükseldiğinde çarklar yavaşlamakta, maliyet azaldığında çarklar görece hızlanmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik- mali anlamda mali sermaye ülkelerine göbekten bağımlı olduğunu sergilemektedir.

Koronavirüs pandemisiyle birlikte dünyada patlak veren finansal kriz, para sermaye hareketlerini ABD gibi ‘güvenli limanlara’ yöneltti. Türkiye’den ise 2019’un ikinci yarısından bu yana büyük ölçekli yabancı sermaye çıkışı söz konusuydu. Pandemi bu çıkışı bir kaçış düzeyine doğru çıkardı.

Faizleri (müteahhitlerin çıkarları uğruna) aşırı düşük tutma politikası, fiilen negatif reel faiz durumunu yaratarak TL’nin aşırı zayıflamasına yol açtı. Faiz oranından enflasyon oranını düştüğünüzde reel faiz oranını bulursunuz. Reel faiz sıfır veya daha düşükse, kaynakları TL’de tutmak kârlı değildir. Merkez Bankasının faiz oranı (geç likitide penceresinde) 11,75 iken ‘resmi’ enflasyon oranı ise 11,84 düzeyinde. Resmi rakamlara göre bile reel faiz -0,13. Ama gerçek enflasyonun daha yüksek olduğunu mali sermaye çevreleri hesaplayabiliyor. Örneğin Bloomberg’de çıkan bir makalede ‘negatif reel faiz’ saptaması daha Şubat başında yer almıştı. Emperyalist mali sermaye hiçbir ülkede insan hakları ihlallerini zerrece umursamaz, girer işini yapar. Ama negatif reel faiz oranıyla para tutmak ABD, Japonya gibi mali sermaye ülkelerine özgü bir ayrıcalıktır. Türkiye gibi ekonomik-mali sömürge konumundaki ülkeler bunu yaptıklarında sonucu para sermaye kaçışı olur.

Saray çevreleri, dünya petrol fiyatlarının düşüşünü hafifletici bir etken olarak yorumlayıp (ki doğrudur) faizleri daha da düşürme yönünde politika kurdular. Merkez Bankası’nın yılsonu enflasyon tahmininin %7,4 olarak açıklanması bu mantığın ürünüydü ve faizlerin daha da düşürüleceği, TL’nin daha da değer kaybedeceğinin sinyali gibiydi.

Bir yandan dolar küresel gelişmelerin etkisiyle değer kazanırken, diğer yandan TL hem küresel hem de yerel gelişmelerin etkisiyle değer yitiriyordu. Kamu bankaları var güçleriyle dolar satarak kurun 6,99’da kalması için beyhude bir ‘savaş’ verdiler. Bir iddiaya göre, sattıkları döviz miktarı 300 ila 500 milyon dolar arasındaydı. Merkez Bankası rezervleri doları 6,99 seviyesinde tutmak uğruna epeyce eritildi. Ama cuma günü itibariyle dolar 7 TL’yi geçti. Aynı gün Damat Berat’tan "ezanlar susmaz" tiviti geldi. Ekonomiden sorumlu bir bakandan beklenen, herhalde doların neden 7 TL olduğuna dair bir açıklamaydı.

Dolar kuru en son bu düzeyi Rahip Brunson krizi döneminde görmüştü. Ama o dönemde bu düzey geçici bir durumdu. Şimdi ise nispeten daha kalıcı gibi görünüyor. Hatta doların yukarı yönlü hareketi de devam edeceğe benziyor.

Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin Mayıs-Ağustos 2018’de yaşanan türde bir finansman krizinin eşiğinde (belki de içinde) olduğunu ortaya koyuyor. Merkez Bankası brüt döviz rezervleri 52,7 milyar $’a geriledi. Dış borcun GSYİH’ya oranı ise 2001 seviyesini geçerek %58’e ulaştı.

AKP iktidarı bir yandan "IMF asla olmaz" derken, diğer yandan ABD hükümetiyle telefon diplomasisi yaparak FED’den 60 milyar dolar kadar bir swap (takas) kredisi koparmaya çalışıyor. Fakat tıpkı IMF gibi, bunun da şartları var. Öncelikle S-400’lerin ABD'ye teslimi. Ve muhtemelen, IMF anlaşmalarında gördüğümüz türden başkaca ekonomik-sosyal dayatmalar. Gerek İbrahim Kalın’ın Atlantic Council ile yaptığı online toplantıda, gerekse de Erdoğan’ın Trump ile yaptığı telefon görüşmesinde ABD’den bir swap kredisi gelebileceğine dair sinyal yok. Dünya Bankası’nın vermeyi kabul ettiği 200 milyon dolar ise finansman açığı karşısında adeta ‘devede kulak’ kalıyor.

Welt’te çıkan bir makalenin başlığı ile söyleyecek olursak: "Erdoğan’ın hataları Türkiye’nin iflasına yol açtı." Aşırı düşük faiz oranları, konut kredi faizlerini de düşürerek küçük bir (yandaş) müteahhit grubun iflastan korunmasına yardımcı oluyor. Ama ekonomiyi bir bütün olarak tahrip ediyor. Döviz kurlarının yükselmesi, hemen tüm servetlerini dövizde tutan yönetici eliti fazlaca etkilemiyor. Ama geniş halk yığınlarını çok olumsuz etkiliyor. Döviz kurundaki artış, sanayi şirketlerinin bilançolarını zarara doğru döndürürken, ekonomide durgunluğu artırıyor.

2019 yılını zaten kriz içinde geçiren Türkiye ekonomisi, AKP’nin ekonomi politikaları ile 2020 yılında daha da derin bir krize doğru sürükleniyor. Herhalde koronavirüs kapatmalarından zarar gören yurttaşların sosyal desteksiz bırakılmasına, hatta devletin vatandaşa IBAN vererek para istemesine bir de buradan bakmak lazım.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi