Celal Başlangıç
Erdoğan çıktığı sandığa gömüldü!
Sandıklar kapanmış, sayım işlemleri sürüyordu. Anadolu Ajansı her seçimde olduğu gibi AKP’nin oylarını yüzde 70’lerden açmıştı.
Bizce malum ama resmen nereden alındığı belli olmayan sonuçlar haldır haldır yandaş televizyon kanallarının ekranlarına boca ediliyordu.
Saat 17.00’de kapatılmıştı sandıklar. Henüz üzerinden beş saat geçmişti ki Anadolu Ajansı İstanbul’daki oyların yüzde 95’ine ilişkin sonuçları 22.25 itibarıyla açıklıyordu; Yıldırım 65 bin oy farkla İmamoğlu’nun önündeydi.
Ancak 10 dakika sonra AA’ya göre fark 44 bine, yedi dakika sonra 36 binin altına düşmüştü.
Saatler 23.20’yi gösterirken AA’nın verdiği sonuç, Yıldırım ile İmamoğlu arasındaki farkın beş binin altına düştüğünü gösteriyordu. (Kaynak: Yüzde 98.78’i 6 saatte sayılan İstanbul oylarının yüzde 1.22’si 24 saatte nasıl sayılmadı; 31 Mart gecesi İstanbul’da neler yaşandı? / Gonca Tokyol, t24.com.tr)
AA, veri akışını saat 23.21 itibarıyla kesip neredeyse bir gün sürecek büyük bir sessizliğe gömüldü.
Rakibi İmamoğlu ile arasında dört bine yakın oy farkı görünen AKP adayı Binali Yıldırım kürsüye çıktı ve "Saat 11’i 25 geçiyor" diye başladı zaferini ilan eden konuşmasına:
"Şu saat itibarıyla İstanbul seçim sayımları gayriresmi sonuçları 31 bin 124 sandıkta tamamlanmış bulunuyor. Bu sonuca göre İstanbul seçimini kazandık."
AA, kapı duvardı. Geçen onca saate karşın tek bir veri girmiyordu.
Saatler sabaha karşı 05.10’u gösterirken bu kez AKP İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak yanında Yıldırım olmadan canlı yayına çıktı:
"Sayın Yıldırım ile CHP adayının arasındaki oy farkı 3 bin 870. Seçimi biz kazandık."
Gözler İstanbul’a dikilmişti ama Türkiye’nin dört bir yanında demokrasi faciaları yaşanıyordu.
AKP’nin de dahil olduğu Cumhur İttifakı; İstanbul’undan Ankara’sına, Mersin’inden Adana’sına Türkiye’nin büyük şehirlerinde, kayyım atadıkları Kürt kentlerinde kaybettiğini gördükçe Türkiye’yi tam bir haftadır süren ve ne zaman sonlanacağı belli olmayan bir kaos ortamına itiyordu.
YSK adeta AKP’nin Kadın Kolları, Gençlik Kolları gibi "Seçim Kolları" olarak çalışıyordu.
HDP’nin kazandığı bazı yerlerde bütün oylar yeniden sayılıyor ancak aynı partinin birkaç yüz, hatta iki üç oyla kaybettiği yerleşimlerde yeniden sayım talepleri reddediliyordu.
AKP’nin yaptığı başvuruların neredeyse yüzde 100’e yakınını kabul ediyordu ilçe, il seçim kurulları. Eğer onlar reddederse bu karar YSK’dan AKP lehine dönüyordu.
Yapılan itirazların MHP 60’ına, CHP yüzde 31’ine, İYİ Parti yüzde sekizine olumlu yanıt alabilmişti YSK’dan. HDP ve Saadet Partisi’nin itirazlarına verilen olumlu yanıt oranı "yüzde sıfır"dı.
Sonra da AKP sözcüsü bütün bu gerçek verilere karşın kameraların karşısına çıkıp "YSK, bütün illerde AKP’nin taleplerine olumlu cevap veriyor ya da bütün illerde muhalefetin taleplerine olumsuz cevap veriyor, gibisinden bir şey yok" diyebilme yüzsüzlüğünü iyiden iyiye ele alıyordı.
Hatta Cumhur İttifakı sözcüleri seçimi kaybettiklerini anlayınca kendi atadıkları "kamu görevlisi" sandık başkanlarını tehdit ediyorlardı. Küçük ortak Bahçeli değil altından, resmen aba üstünden sopa gösteriyordu:
"Sandık başındaki görevlilerin maksatları, kimlere hizmet ettikleri deşifre edilmelidir. FETÖ’cüleri, PKK’lıları arkasına alıp siyasi dolandırıcılığa sapanlar milletimizin sabrını test etmesinler, aksi halde sonuçlarına katlanacaklardır."
Yandaş yazar, "sandık başkanları listesinin, seçim öncesi nüfus hareketlerinin ve YSK ayağının inceleme, soruşturma konusu yapılmasını" istiyor.
Sandık başkanları listesini yapan AKP iktidarı, seçim öncesi seçmen kaydırması yapan bu iktidar, YSK’nın görev süresini uzatan Erdoğan… O zaman önce AKP iktidarını ve Erdoğan’ı soruşturma konusu yapmak gerekiyor bu yandaş yazarın mantığına göre…
Kaybetmenin getirdiği telaşla Erdoğan itiraf üzerine itiraf ediyordu:
"Allah aşkına Türkiye’nin ekonomisini belediye başkanlarının düzeltme şansı var mı? Belediyelerin çoğu batık ya, bitik! Personel maaşını ödeyemiyor, bunlar mı Türkiye’nin ekonomisini düzeltecek?"
Yani Erdoğan, Türkiye’nin ekonomisinin belediye başkanlarının bile düzeltemeyeceği kadar kötü olduğunu itiraf ediyor. Bu birincisi…
Gelelim Erdoğan’ın ikinci itirafına; AKP 25 yıldır yönettiği belediyeleri batırmış, bitirmiş. Personel maaşını bile ödeyemeyecek hale getirmiş.
Erdoğan kaybetmenin getirdiği hırsla, kızgınlıkla ne söylediğini bilmiyor. AKP sözcüleri bütün yalanları peş peşe sıralayarak kaybettiklerini gizleme telaşına kapılmışlar. Seçim öncesi hemen her gün üç beş konuşma yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ortada görünmüyor seçimden bu yana geçen sekiz gün boyunca.
Devlet Kürt kentlerine kayyımlarıyla, adliyesiyle, polisiyle, askeriyesiyle, maliyesiyle, istihbaratıyla kısaca bütün gücüyle yüklendi. Seçilen en büyük pilot bölge Şırnak’tı. Seçmen yazılan askerî birliklerle, kent merkezlerine taşınan korucu aileleriyle, polisiyle, tehditle, baskıyla neredeyse bir kenti ve bazı ilçelerini resmen "seçim işgaline" uğratmıştı AKP iktidarı..
Evet, bu devletin tüm güçlerinin katıldığı operasyonla Şırnak kent merkezini aldı Cumhur İttifakı ama bedeli çok ağır oldu. HDP ve bileşenleri, Kürt seçmenleri Şırnak’ın intikamını Mersin’de, Adana’da, Antalya’da, Ankara’da, İstanbul’da aldı.
Ama Erdoğan’a en ağır, hazmı en zor sonuç İstanbul’dan geldi.
Dün Putin’le görüşmek için Rusya’ya giderken İstanbul’un seçimiyle ilgili yaptığı açıklama artık muhakeme yeteneğinin de yaşanılanları algılamakta zorlandığını gösteriyor.
Kendi adayı daha seçim günü üç dört bin oy önde görünürken "İstanbul’u aldık" diye ortaya fırlamışken, beş saat sonra AKP İstanbul İl Başkanı "Sayın Yıldırım ile CHP adayının arasındaki oy farkı 3 bin 870. Seçimi biz kazandık" demişken Erdoğan seçimden sekiz gün sonra şu cümleyi kullanacak kadar gerçeklerden kopmuştu:
"10 milyonu aşkın seçmenin olduğu İstanbul’da 13-14 bin farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmesine gerek yok."
Daha düne kadar seçimi kazanmak için "artı bir" oyu yeterli gören Erdoğan, kaybedince "13-14 bin fark"ı yeterli bulmuyordu.
Çünkü İstanbul’un kaybı büyük bir yara Erdoğan için. Sadece milyarlarca liralık bütçeden, akrabalarının vakıflarına aktarılan milyarlardan, binlerce bankamatik memuru parti kadrolarından, devasa bir rant avantasından olmak anlamına gelmiyor İstanbul’un kaybı.
Aynı zamanda "siyaset sahnesi"ne bir atlama taşıydı İstanbul. Erdoğan, 1994 yılında İstanbul’un belediye başkanı olarak başladığı bu yolculuğu başbakan olarak sürdürmüş, sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek makamı olan cumhurbaşkanlığına kadar yükselmişti.
Ancak şu anda görünen o ki 25 yıllık "sıçrama tahtası" Erdoğan’ın elinden gidiyor artık.
Günlerdir iptal oyları yeniden sayılıyor, istediğini alamayınca bütün oyların sayılmasını istiyorlar, o da olmazsa İstanbul’da seçimi iptal ettirmenin planlarını yapıyorlar.
İşte bu koşullarda Erdoğan’ın kaybedeceğini anlayınca muhalefetin kazanması için 13-14 bin oyu yeterli görmemesi aynı zamanda siyasi intiharı anlamına gelmektedir.
İstanbul’da seçim sonuçlarını tanımamak, seçimi iptal ettirme girişiminde bulunmak Türkiye’nin güdük demokrasisini, hiç değilse "seçim yapılabilir" bir rejime sahip olma özelliğini tarihin çöplüğüne atmaktır.
İstanbul’u kaybetmemek için belli ki AKP iktidarı elinden gelen her şeyi; yalanı, hileyi, şikeyi, hırsızlığı, baskıyı, hak ve hukuk tanımazlığı bugüne kadar olduğu gibi yarın da devreye sokacaktır.
Ama nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kesin olan gerçek ortada; Erdoğan kaybetti.
Çünkü 31 Mart yerel seçimlerinin çok açık bir sonucu inkâr edilemeyecek yalınlıkta ortada duruyor; Erdoğan çıktığı sandığa gömüldü!