İstanbul seçimleri ya da AKP için sonun başlangıcı

23 Haziran’da gerçekleşen ‘İstanbul hezimeti’nden sonra birikmiş eski sorunlar da gün yüzüne çıktı. AKP geri dönülmeyecek biçimde hızlı bir çözülme sürecine girdi

Demek ki maklube kaşıkla yenilen bir yemekmiş.

AKP içinde giderek artan kavga olmasa bunu da öğrenemeyecektik.

Hiç maklube yemediğimiz için biz nereden bilelim bu yemeğe kaşık mı yoksa çatal mı sallanacağını.

Hem de bu faydalı bilgiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’den alıyoruz!

Saray’a yakın Pelikancılar daha önce Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu açtıkları kampanyayla koltuğundan etmişlerdi. Şimdi de hedeflerinde Bakan Gül var. Bakın ne diyor aleyhinde kampanya yapan Pelikancılara:

"Düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar bugün çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi vermeye kalkmasın."

Demek ki Bakan Gül de biliyor maklubenin kaşıkla yendiğini.

Şaka bir yana, AKP’de bir yandan istifalar giderek artıyor, diğer yandan partide kalanlar şiddetle birbirlerinin gözlerini oyuyorlar.

Bakan Gül’ü "kaşık sallama" noktasına getiren AKP içi çatışmanın ilk fitilini önceki gün damat-bakanın kardeşinin başında olduğu Sabah Gazetesi ateşledi.

"Yargıda tehlikenin farkında mısınız" başlığını taşıyan Dilek Güngör imzalı yazı Gül’ün başında olduğu bakanlığı hedef alıyordu:

" …FETÖ’nün kumpas davalarını karara bağlayan hakimler ile terör soruşturmalarını yürüten savcılar, herkesin ‘cemaat’ dediği dönemde meslekten ihracı bile göze alıp örgüte karşı suç duyurusunda bulunanlar, 15 Temmuz hain darbe planında eline silah alıp adliyeleri korumaya gidenler ya sürgün yedi ya da kızağa çekildi. Onların yerine telefonunda ByLock çıkanlar, sahte tanıklar üzerinden Kom Başkanlığı’nın illere yolladığı ByLock listelerinden isimlerini sildirenler, darbeci akrabaları olanlar vb. getirildi."

Adı geçmese de Pelikan grubundan geldiği düşünülen bu saldırı AKP’yi bir kez daha böldü. Şu anda "partide kalanlar", Davutoğlucular ve Babacancılar olarak üçe bölünen AKP’nin kalanı da "Gül’ü destekleyenler" ve "Pelikancıları destekleyenler" olarak bir kez daha bölündü.

İsterseniz siz buna "maklubeye kaşık sallayanlar"la "FETÖ borsası" kuranların kavgası diyebilirsiniz.

Eski ve hâlihazırdaki milletvekilleri, il başkanları, hatta bazı bakanlar bile bu bölünmede saf tuttu.

Hatta işin ucu daha kısa bir süre önce Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın yönetim kurulu  üyeliğine atanan iş insanı Fettah Tamince’ye kadar dayandı.

Tamince hakkında "FETÖ üyeliği" suçlamasıyla yürütülen soruşturmada verilen takipsizlik kararına Adalet Bakanlığı itiraz etmiş ve yeniden soruşturma başlatılmasını istemişti.

AKP’nin içi şu anda tam bir cadı kazanı. Eski milletvekilleri, il başkanları birer birer istifa ediyor. Erdoğan partiyi bir arada tutmak için çeşitli hamleler yapıyor ama başarılı olamıyor. İstifalar Erdoğan için tam bir Çin işkencesi gibi damla damla geliyor.

İstanbul seçimlerinde aldığı ağır yenilgiden sonra gerek bakanlar kurulunda gerekse de parti yönetiminde beklenen değişim talebine de karşılık veremiyor Erdoğan. Çünkü hareket alanı giderek daralıyor. Gerçekleştiremediği değişim sürecini de beklentisi olanlara karşı partiden ayrılmasınlar diye "mavi boncuk" olarak elinde tutuyor.

Son olarak dün AKP kurucusu ve 24. Dönem Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten’in  "Başkaldırı sürecine giriyoruz" diye başlayan istifa mektubu geldi.

İçten’e göre partideki bölünmede 2019’un AKP’lileri 2001’deki kurucu AK Partilileri tasfiye ediyorlardı.

"Dün kurdukları siyasi partilerde bize olmadık hakaretlerde bulunanlar, yani yolda bulduklarımız AK Parti’ye gelmiş ve asıl kurucu iradeyi tasfiye etmişlerdir."

İstifa mektubunda İçten, Erdoğan’ın kolay kolay yiyip yutamayacağı cinsten saptamalar yapıyor bugünün AKP’sine ilişkin olarak.

"… ellerinde hiçbir hukuki karar olmadan yargılama olmadan belediye başkanlıklarına kayyım atayan iktidar… Türk’e ayrı, Kürt’e ayrı hukuk konulmuş, batı belediyelerinde görevden alınan belediye başkanlarına kendi meclisleri atama yaparken, doğu belediyelerinde kayyım atamaları yolu seçilmiş, belediye meclisleri fes edilmiştir… 31 Mart İstanbul seçimleri iptal edilmiş ve millet iradesi yok sayılmış, YSK maddeleri ve hukuk ayaklar altına alınmıştır… Cumhurbaşkanının siyasi kimliğinin olması farklı görüşe sahip vatandaşların aidiyet sorununa yol açmış, belediye seçimlerinde Cumhurbaşkanı makamı seçim kampanyası yürüterek makamın değerinin düşmesine yol açmıştır…"

AKP içinde kaynayan kazan bildiğiniz gibi değil. Ayrışma arttıkça ortaya saçılacak çirkef tahmininizden de büyük olacak.

AKP’nin son kırılma noktası zorla yenilettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi oldu.

Aslında bir benzer hezimeti AKP 7 Haziran 2015 seçimlerinde almıştı. Oyları yüzde 40’a düşmüş, parlamentoda tek başına çoğunluğu yitirmişti. Sıkıştığı bu noktada "Kürt kartı"nı açmış ve 1 Kasım’da Türkiye’yi kan revan içersinde bir erken seçime götürmüş, tek başına iktidarı almıştı.

Ancak artık Erdoğan’ın eski manevra kabiliyeti yok ve yaptıklarını artık bu topluma kolay kolay yutturamıyor.

İstanbul’u 13 bin oyla kaybedip haksız ve hukuksuz şekilde seçimi yeniletmiş ve bu kez de 800 bin oydan fazla fark yemişti Erdoğan.

23 Haziran’da gerçekleşen bu hezimetten sonra birikmiş eski sorunlar da gün yüzüne çıkarak parti içerisinde hızlı bir çözülme sürecine girildi.

7 Haziran yenilgisinden sonra yaptığı yöntemi uyguladı Erdoğan ve 23 Haziran hezimetinden sonra yine "Kürt kartı"nı oynadı. Bir yandan Suriye’deki Kürtleri tehdit ederken diğer yandan Irak Kürdistanı’nda savaşın dozunu yükseltti. Bunlar kesmeyince Diyarbakır, Mardin ve Van’da seçilmiş HDP’li belediye başkanlarının yerine kendi valilerini kayyım olarak atadı.

Bundaki bir amaç da HDP’yi bir nefret objesine dönüştürerek karşısında giderek bloklaşan muhalefetin Kürt ayağını soyutlamaktı.

Gelin görün ki bu sefer de kayyım atamalarında yaşanan hukuksuzluklar hem HDP’lilerin direnişiyle karşılaştı hem de kendisine "AKP’liyim" diyenlerin bile vicdanını rahatsız etti. Ayrıca Erdoğan’ın karşısındaki muhalifler de parçalanmak yerine AKP’nin apaçık hukuksuzluğuna karşı çıktı.

Bu da istediği sonucu vermeyince son çare olarak acılı anneler üzerinden Diyarbakır HDP’nin önünü çadır tiyatrosuna çevirmeye kalktı. Çocuklarının dağa kaçırıldığını iddia eden annelerle PKK’nin alıkoyduğu askerlerin ve polislerin ailelerini Diyarbakır HDP’nin önüne yöneltti.

Ancak hem ailelerin sayısını istediği kadar arttıramadı hem de barış isteyen ya da dağdaki çatışmada öldürülen PKK’li çocuğunun kemiklerini isteyen anneler de aynı yerde buluştu. Bu arada AKP il binalarının önü de KHK’yla işinden atılanlarla, eşi devletin karanlık uzantısı tarafından kaçırılanlarla, çocukları cezaevinde olan harp okulu öğrencilerinin anneleriyle doldu.

Ancak Erdoğan devleti Diyarbakır HDP il binası önündekilere yaptığı desteği ve teşviki AKP önüne gelenlere göstermedi.

Yani sonuç olarak bu kez oynadığı "Kürt kartı" elinde patladı, bir bumerang gibi gelip AKP’yi vurdu.

Sonuç olarak 23 Haziran seçimlerinde uğradığı "İstanbul hezimeti" AKP için telafi edemeyeceği biçimde sonun başlangıcı oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi