Erdoğan’a ve Bahçeli’ye iltifat gerekli mi?
Bugün Erdoğan’la yan yana durmanın, “acaba değişir mi?” sorusunu sormanın en büyük riski, bizzat tarihin tanıklığıdır.
Siyasetin kendine has bir kör noktası vardır. Bazen öyle bir atmosfer yaratılır ki akılcılık ve tarihsel deneyimler bir kenara bırakılır, umut ve iyimserlik sahnenin başrolüne yerleşir. Bugün kendimizi umutlu olmaya, her fırsatı değerlendirerek barış ihtimalini aramaya zorluyoruz. İyi de yapıyoruz. Fakat biraz konuşalım.
Somut gerçekliğimizin bize fısıldadığı bilgi net. Türkiye’de "çözüm" denilen ne varsa, her zaman öncesinde büyük umutlarla ve güçlü vaatlerle başlamış, sonra birdenbire duvara toslayarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır. Yıllardır aynı döngüyü izliyoruz: Bir yanda barış, demokrasi ve çözüm umuduyla masaya oturanlar, diğer yanda güç ve iktidar hesaplarıyla bu masayı devirenler.
Peki bu kez böyle olmaması için hangi güçlü argümanlarımız var elimizde?
AKP’nin Kürt meselesine yaklaşımı, iktidarının ihtiyaçlarına göre sürekli değişti. Erdoğan, güçlü olduğu dönemlerde "çözüm" diyerek oy topladı, zayıfladığında ise milliyetçi bloka yaslandı. Bugün MHP ile kurduğu ittifak, otoriterleşmenin en keskin haline evrildi ve çok tehlikeli bir yapıya dönüştü.
MHP’nin Kürt meselesine bakışı hiçbir zaman değişmedi. "Çözüm" dendiğinde akıllarına gelen tek şey, Kürt kimliğinin asimilasyonu ve tamamen inkârı oldu. Bugün bu iki partiyle bir umut yeşerten siyasetçilerin yarın bir kriz anında nasıl dışlanacağını tahmin etmek zor değil. "AKP ve MHP ile çözüm mümkündür" paradigmasına karşı dilimizi ısırarak şu soruyu sormamız gerekir: Eğer bu süreç de başarısız olursa, ortaya çıkacak moral çöküntüsünün vebalini üstlenmeye hazır mısın?
Erdoğan ve Bahçeli hakkında gereğinden fazla övgü yapmak, olası bir krizde demir yumruğu halkın üzerine salacak olan bu liderlere fazladan sempati göstermek gerçekten gerekli mi?
Uzun ve sağlıklı ömür dileklerinin, iftar sofralarında beraber oturmanın, o özlediğimiz barış masalarının günü gerçekten geldi mi? Kaygılarımız giderildi mi?
Kobane’de Türkiye ordusuna ait bir SİHA, aynı aileden 7’si çocuk, 9 kişiyi katletti. DEM Parti resmi açıklamasında bu katliamı süreci baltalamaya çalışan provakasyon olarak gördü. Sorumlularının bulunmasını talep etti.
Erdoğan’ın damadına ait Bayraktar marka bir SİHA’yı Türk Devleti içinden hangi derin yapı uçurabilir? Erdoğan’ın ve devletin rızası olmadan o SİHA kimlerin emriyle Kobane’de sivilleri bombalamış olabilir? Devlet dahi bu katliama provakasyon demezken DEM Parti hangi bilgiyle bu açıklamayı yaptı?
Yoksa körleşiyor muyuz?
Barış umudunu yükseltmek için dahi olsa Erdoğan ve Bahçeli’ye şimdilik daha fazla güzelleme yapılmamasını öneriyorum. Bu tür söylemlerin riskleri çok büyük. Olası bir olumsuzlukta, yani AKP ve MHP’nin yine baskıyı artırdığı bir senaryoda, bu süreci olumlayan aktörlerin büyük bir itibar kaybı yaşaması kaçınılmaz olacak. Seçmen, yaşadığı hayal kırıklığını ve moral bozukluğunu doğrudan siyasetçilere yönlendirecek.
Bugün Erdoğan’la yan yana durmanın, “acaba değişir mi?” sorusunu sormanın en büyük riski, bizzat tarihin tanıklığıdır. Çünkü bu hikâyeyi daha önce yaşadık, biliyoruz.
Ve biz biliyoruz ki, tarih kendini tekrar ettiğinde en ağır bedeli hep umut edenler ödeyecek.