Kız Çocukları Davası
Kız Çocukları Davası, hukuk devleti ilkesinin nasıl ihlal edildiğinin ve insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığının çarpıcı bir örneğidir. Türkiye'de adalet arayışının bir simgesi haline gelen bu dava, sadece bireyler için değil, tüm toplum için bir uyarı niteliği taşımaktadır.
2025 yılına girdiğimizde, karşımızda Türkiye'de yaşanan hukuksuzluklar ve insan hakları ihlalleri konusunda pek çok örnek bulunmakta. Bunlardan biri de "Kız Çocukları Davası". İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla düzenlenen operasyonlar, sadece bireylerin yaşamlarını değil, toplumsal dinamikleri de tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.
Dava, 7 Mayıs 2024'te gerçekleştirilen bir operasyonla başladı. Operasyon sırasında çoğu üniversite öğrencisi olan 40 kişi gözaltına alındı. Derdest edilen öğrenciler arasında yaşları 13 ile 17 arasında değişen 15 çocuk var. Bu çocuklar "bilgi alma" amacıyla gözaltına alındı. Ancak, bu süreç baştan sona hukuksuzluklarla dolu bir serüven haline geldi. Çocuklar, sabah saatlerinde evlerinden zorla alındıktan sonra, avukatsız sorguya tabi tutuldu ve ağır psikolojik baskılarla muhatap oldular.
Çocukların yaşadığı bu travma, sadece bireysel bir deneyim olmayıp, toplumun bir parçası olarak değerlendirildiğinde, geleceğin nesillerinin de tehdit altında olduğunu gösteriyor. Soruşturma sürecinde uygulanan teknik takip ve telefon dinleme gibi yöntemler, hukukun temel kurallarını ihlal ederken, sosyal yaşamın her alanına bir baskı oluşturmuştur. Öğrencilerin sosyal etkinlikleri, telefon konuşmaları ve gündelik yaşamları, terör eylemi olarak kaydedilmiştir. Oysa burada söz konusu olan, çoğunluğu legal ve sıradan sosyal etkileşimlerdir.
İddianame, 529 sayfalık bir rapordan oluşmakta ve bu raporun önemli bir kısmı emniyet raporlarının tekrarı niteliğindedir. İçerisinde somut hukuki değerlendirmeler bulunmamakta, delillerin geçerliliği ve güvenilirliği sorgulanmaktadır. İddianamenin önemli bir bölümünde ise hukukçuların mesleklerini icra etmeye çalışmalarının kriminalize edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu durum, savunma hakkının ihlal edilmesine ve hukukun üstünlüğü ilkesinin tehdit edilmesine yol açar.
Kız çocuklarına yönelik bu dava, nitelikli bir adaletin nasıl sağlanması gerektiğini sorgulatan bir örnek durumundadır. Kız çocukları, savunmasız ve güçsüz gruplar olarak hedef alınmakta; eğitim ve sosyal faaliyetler gibi sıradan hayat pratikleri, terör eylemi olarak nitelendirilmektedir. Bu noktada insan hakları savunucuları ve hukukçular, yaşanan hukuksuzlukları ve adaletsizlikleri dile getirmekte ve toplumsal farkındalığın artırılması için mücadele etmektedirler.
Sonuç olarak, Kız Çocukları Davası, hukuk devleti ilkesinin nasıl ihlal edildiğinin ve insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığının çarpıcı bir örneğidir. Türkiye'de adalet arayışının bir simgesi haline gelen bu dava, sadece bireyler için değil, tüm toplum için bir uyarı niteliği taşımaktadır. İnsan hakları ihlallerinin ve hukuksuzlukların artık kabul edilemeyeceği bir ortamın oluşması için, toplumsal dayanışmanın ve hukukun üstünlüğünün sağlanması gerekmektedir. Herkesin eşit ve adil bir şekilde yargılanma hakkının olduğu unutulmamalıdır.