Ahmet Sever'in ardından

Sever, yalnızca bir gazeteci değildi. O, otoriterleşmeye karşı vicdanın sesiydi. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde basın danışmanı olarak görev yaparken, Erdoğan’ın gücü tekeline alma girişimlerine yakından şahit oldu.

Türkiye’nin son yirmi yılı, demokrasi vaadiyle başlayıp otoriterleşmeye savrulan bir sürecin hikâyesidir. 2000’lerin başında Avrupa Birliği reformları, basın özgürlüğü ve hukuk devleti vaatleriyle yola çıkan AKP, zamanla bu değerleri birer birer rafa kaldırdı. Erdoğan’ın gücü merkezileştirme arzusu arttıkça, farklı sesler susturuldu, muhalefet sindirildi ve medya tam anlamıyla bir propaganda aygıtına dönüştü. İşte tam bu süreçte Ahmet Sever, cesurca itiraz eden nadir isimlerden biri olarak öne çıktı.

Sever, yalnızca bir gazeteci değildi. O, otoriterleşmeye karşı vicdanın sesiydi. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde basın danışmanı olarak görev yaparken, Erdoğan’ın gücü tekeline alma girişimlerine yakından şahit oldu. Onun yazdığı “Abdullah Gül ile 12 Yıl” ve “İçimde Kalmasın: Tanıklığımdır” kitapları, yalnızca bir dönemin anıları değil, Türkiye’nin nasıl otokrasiye sürüklendiğinin belgesidir.

Ahmet Sever, özellikle Erdoğan’ın parti içindeki tüm muhalif sesleri bastırmasına karşı durdu. AKP’nin ilk yıllarında reformcu bir çizgide duran Gül’ün, Erdoğan tarafından devre dışı bırakılmasını eleştirdi. O dönemde, Gül’ün daha aktif olması için çaba gösterdi ancak Erdoğan’ın çevresindekiler tarafından hedef alındı. İktidar bloğundan gelen tehditlere rağmen Erdoğan’ın mutlak hâkimiyetinin inşa sürecini açıkça yazdı.

Ancak Sever’in mücadelesi yalnızca siyasi otoriterleşmeye karşı değildi. O, aynı zamanda Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin, medya üzerindeki baskıların ve adaletin nasıl çürütüldüğünü de anlatıyordu. Hrant Dink’in 2007’de katledilmesi, onun için yalnızca bir gazetecinin öldürülmesi değil, devletin karanlık odaklarının nasıl çalıştığını gösteren bir kırılma noktasıydı.

Hrant Dink cinayeti sonrası yürütülen göstermelik soruşturmalara ve derin devletin korunmasına karşı mücadele eden isimlerden biri oldu. Hrant’ın Arkadaşları ekibinden temsilcilerin dönemin Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmesini sağlayan isimlerdendi. Dink cinayeti, Erdoğan rejiminin aslında devletin karanlık mekanizmalarıyla ne kadar iç içe geçtiğini de gösterdi. Cinayet sonrası yapılan açıklamalar, hükümetin bu suikasti gerçekten aydınlatmak gibi bir niyetinin olmadığını ortaya koydu.

O dönem Gül’ün talebiyle hazırlanan Dink Cinayeti ile ilgili Devlet Deneltleme Kurumu Raporu, Dink Ailesi’nin avukatları tarafından “Bu rapor Devlet’in itirafıdır” sözleriyle değerlendirildi. Sever, cinayetin gerçek sorumlularının yargılanmasını, emniyet ve istihbarattaki ihmallerin açığa çıkmasını talep ediyordu.

Ancak iktidarın bu konuyu kapatmak için nasıl sistematik bir çaba gösterdiğini biliyordu. Tıpkı Gezi olaylarında, 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarında ve 15 Temmuz sonrası OHAL rejiminde olduğu gibi, adaletin nasıl çürüdüğünü gözler önüne serdi

Ahmet Sever, her şeye rağmen geri adım atmadı. Erdoğan’ın yargıyı kontrol altına alarak muhalifleri susturduğunu, basını tehdit ettiğini ve ülkeyi bir korku rejimiyle yönettiğini söyledi. Onun itirazları, sadece bir dönemin eleştirisi değil, Türkiye’de hâlâ demokratik değerleri savunan herkes için bir çağrıydı.

Bugün, Ahmet Sever’in kaybıyla birlikte, Türkiye’de vicdanı temsil eden önemli bir ses daha eksildi. Ama onun yazdıkları, mücadelesi ve itirazları yaşamaya devam edecek. Onu saygıyla ve minnetle anıyoruz. Ve en çok da şu sözü hatırlıyoruz:

"Gerçeklerin üzerini ne kadar örterseniz örtün, bir gün mutlaka ortaya çıkarlar."

Türkiye akp Recep Tayyip Erdoğan abdullah gül Ahmet Sever hayko bağdat