Celal Başlangıç
31 Mart sadece yerel seçim değildir!
Devekuşu Kabare tiyatrosu son derece iddialı yeni bir oyuna hazırlanıyor; "İnsanlığın Lüzumu Yok".
Provaların finaline gelmişler, bir süre sonra sahneye çıkacak oyun.
Tam o sırada 12 Eylül darbesi oluyor.
Zeki Alasya, Metin Akpınar’a bakıyor; Akpınar, Alasya’ya.
İkisi de "Ayvayı yedik, bu oyunu oynayamayacağız galiba" modundalar.
Her şeyi göze alıp sahneliyorlar oyunu.
Aradan bir süre geçiyor, faşist darbenin başı Kenan Evren, Zeki Alasya’yı çağırıyor.
Alasya şaşkın. Öyle ya, Devekuşu Kabare’ye bir davet geliyorsa Zeki’yle birlikte Metin’e de gelirdi. Ancak ortam telefon açıp "Niye yalnız beni çağırıyorsunuz" diye sormaya uygun değil. Çaresiz, Zeki Alasya gidiyor verilen randevuya.
İçeri girerken Evren’in yaveri uyarıyor "Sayın devlet başkanı" diyeceksiniz.
Evren’le odada baş başa kalıyor Zeki Alasya. Sohbet başlayınca neden yalnız çağırıldığını anlıyor. Meğer Alasya’nın babası Kuleli Askeri Lisesi’nden hocasıymış Evren’in. Onun için sevgisini belirtmek amacıyla davet etmiş.
Konuşmanın bir yerinde askerî darbenin lideri Alasya’ya soruyor:
"Niye bizimle uğraşmıyorsunuz?"
Kapıda öğretildiği üzere "Sayın devlet başkanım" diyor Alasya, "Farkında değilsiniz, biz çok fena uğraşıyoruz".
Bu anısını Zeki Alaysa, Aralık 2012’de, Enver Aysever’in CNN Türk’teki Aykırı Sorular programında anlatıyor.
12 Eylül faşist askerî rejimini "Çok kritikti, ağzını açan içeride buluyordu kendini" diye tanımlıyor.
Aysever soruyor Alasya’ya:
"Bugün o türden oyunlar yapılabilir mi?"
Hiç duraksamadan yanıtlıyor:
"Yapılamaz. Çünkü bugünkü yöneticilerimiz o kadar tahammüllü değiller…"
2015’te yıldızların sonsuzluğuna uğurlanan Zeki Alasya bu sözlerinden tam altı yıl sonra, gökyüzünden bakıp yılların ortağı Metin Akpınar’ın o fotoğrafını görünce ne gülmüştür ama…
Sol elinde kaşarlı bir tost, sağ elindeki beyaz kağıt bardakta da çay var Metin Akpınar’ın...
Sıranın öbür ucunda da elinde mavi kapaklı su şişesiyle Müjdat Gezen oturuyor.
Sabah kahvaltısını Kartal Adliyesi’nin koridorunda yapıyor yılların sanatçısı Metin Akpınar.
Yine yılların sanatçısı Müjdat Gezen her sabah kullandığı ilaçlarını o gün adliye koridorundaki bir bankın üzerinde içiyor.
Barış Yarkadaş’ın sosyal medya hesabından yayınladığı bu fotoğraf AKP iktidarının, Erdoğan rejiminin "utanç görüntüsü" olarak şimdiden tarihteki yerini aldı.
Ne yapmış Metin Akpınar, Müjdat Gezen; hırsızlık mı yapmışlar, rüşvet mi almışlar, kadına şiddet mi uygulamışlar, ihaleye fesat mı karıştırmışlar, ırkçılık mı yapmışlar… Elbette hiçbiri.
Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında faşist liderlerin başlarına gelen kötü sonlarından örnekler verip bunların yaşanmaması için tek alternatifin demokrasi olduğunu söylüyor Metin Akpınar.
Müjdat Gezen de, Erdoğan’ın bir konuşmada yaptığı aşağılamaya karşılık veriyor programda:
"Recep Tayyip Erdoğan, sen bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın, haddini bil!"
Önce gazete ve televizyon taklidi yapan "Saray paçavraları" haberleriyle, yayınlarıyla, sosyal medya hesaplarıyla başlıyorlar Akpınar ve Gezen’i linç etmeye:
"Erdoğan’a küstah sözler", "Darbeye çağrı yaptılar", "Erdoğan’a hakaret ettiler"...
Ardından Erdoğan çıktığı bir kürsüden "sanatçı müsveddeleri" diye yağdı, gürledi:
"Beni ipe götüreceklermiş. Senin her yerin sanatçı olsa ne olur. Bunun bedelini ödeyecekler. Şimdi git yargıda bedelini öde."
Yargı her zaman olduğu gibi Erdoğan’ın bu sözlerini elbette bir "talimat" olarak aldı. Pazar günü olmasına karşın, Erdoğan’ın bu sözlerinin üzerinden neredeyse bir saat geçmişti ki, Cumhuriyet Savcılığı açıklama yaptı.
"Bazı basın organları ile sosyal medya hesaplarında Uğur Dündar tarafından sunulan Halk Arenası adlı programın 21.12.2018 tarihli bölümüne katılan Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı'nı hedef alarak hakaret içerikli sözler söyleyip, darbe ve ölüm tehdidinde bulundukları yönünde haberler yer aldığının tespiti üzerine…"
Gazete taklidi yapan "Saray paçavraları" zil takıp oynuyor neredeyse en aşağılık sözcüklerle:
"Pezevenk Müjdat’a soruşturma açıldı"
"Ayyaş Metin’in ardından ayı Baryam lakaplı Darbekatör Müjdat Gezen de Halk TV’de kullandığı alçak sözlerinden dolayı polis eşliğinde adliyeye götürüldü."
Sonuçta sabahın köründe evlerinden polis marifetiyle alınan iki duayen sanatçı adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.
Yurt dışına çıkmaları yasak, haftada bir gün karakola gidip imza verecekler…
Neden? Yasada yazdığı gibi "kaçacakları şüphesini uyandıran somut olgular" mı var? Yoksa "delilleri (Halk TV’nin program kayıtları kapı gibi ortada dururken) yok etme, gizleme ya da değiştirme hususunda kuvvetli şüphe" mi var?
Elbette hiçbiri, sadece yargıda Saray korkusu var. Sen "reyis"in hedef gösterdiği birini nasıl serbest bırakırsın, sorusuna muhatap olma korkusu yatıyor bu "adli kontrol" kararının altında.
Yargı, Saray’a "Başüstüne" der de RTÜK durur mu?
Alelacele toplanıp Halk TV’deki Halk Arenası porgramına sekiz hafta yayın yasağı, 160 bin lira para cezası basıyorlar.
Elbette, söylemediği sözlerden dolayı Erdoğan’ın saldırısına, yandaş medyanın linçine uğrayan ana haber sunucusu Fatih Portakal’ın kanalı da nasibini alıyor bu "yandaş olmayan televizyonları susturma" girişiminden ve bir milyon lira para, üç kez de yayın durdurma cezası alıyor. Bu cezanın tekrarı halinde iki televizyon için de kapatılmanın yolu açılmış oluyor.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yüzüne gerçekleri çarpan CHP Grup Başkan Vekili de Erdoğan tarafından hedef gösteriliyor. Özgür Özel hakkında hem ceza hem de tazminat davası istiyor Erdoğan. Aslında şu açık ki bu konjonktürde bu bir talep değil, talimat.
Hemen arkasından Bakan Akar, Özel hakkında 500 bin liralık tazminat davası açıyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın bu konuda attığı sosyal medya mesajı yaşanan durumun komikliğini gözler önüne seriyor:
"Hulusi Akar, 49 yıl çalışıp 135 bin lira emekli ikramiyesi alıyor. Kendisiyle ilgili 49 saniye konuşan Özgür Özel’den 500 bin lira tazminat istiyor. Yılda bir kez girdiği, iki saat kaldığı Meclis’te 200 yıllık ikramiye istiyor."
Bu tabloya özellikle son günlerde CHP’li milletvekilleri hakkında da yağmaya başlayan fezlekeler eklenince Türkiye’nin önümüzdeki süreçte daha karanlık bir tünelden geçeceği gün gibi ortaya çıkar.
Muhalif sanatçıları sustur, gerçekleri dile getiren medyayı sustur, bu da yetmez Saray’a biat etmeyen milletvekillerini de sustur… Sonuçta amaç koyun gibi suskun, itiraz etmeyen bir toplum yaratmak.
Artık Türkiye içinde bulunduğundan daha ağır bir baskı ve susturma sürecine sokulmak isteniyor.
Çünkü 31 Mart yerel seçimlerinde kaybetmekten çok korkuyorlar.
Eğer kaybederlerse oluşturmak istedikleri bu tek adam rejimi, bu baskıcı, zorba düzen tüm meşruluğunu yitirecek.
Bu yüzden yargısıyla, yandaş medyasıyla kendisine biat etmeyen herkesin üzerine çullanıyorlar.
İşte tüm bu nedenlerden 31 Mart yerel seçimleri sadece yerel seçim değildir.