Nurcan Kaya
‘Adalet’ talebi ve sonrası
Adalet mitinginin üzerinden günler geçti ve haliyle bu konu epeyce tartışıldı. Bu mitingin demokratikleşme serüvenimiz, CHP’nin ve/veya Kılıçdaroğlu’nun değişimi bakımından ne anlama geldiği ve bundan sonrasına etkilerinin neler olabileceği gibi konularda çokça şey söylendi. Konu bu ülkede merkezinde CHP’nin yer aldığı ya da yer alacağı bir değişim/dönüşüm olduğunda, bunun muhtemelen gerçekleşmeyecek bir temenni olarak kalacağına inananlardan olageldim. Bu yürüyüş ve miting nedeniyle de bir anda ne CHP’nin ne de Kılıçdaroğlu’nun bugüne kadar ki sözlerini, eylemlerini ya da eylemsizliğini ve hayatımıza etkilerini unutacak değilim. Ancak açık olan şu ki, bir ilk yaşandı. Hem CHP ve Kılıçdaroğlu, hem de milyonlarca vatandaş için. Adalet mitingi ile noktalanan yürüyüşün uzun soluklu bir adalet mücadelesine dönüşüp dönüşmeyeceğini göreceğiz. Umalım ki öyle olsun. Ben de mitinge büyük oranda gözlem yapmak niyetiyle de olsa gidenlerdenim ve benim gözlemim mitinge katılanların bu mücadelenin devam etmesini arzuladıkları yönünde. Mitinge katılanlar bana CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla umut verdiler. Bu yazının konusu da benim şahsi düşüncelerimden ziyade konuştuğum insanların anlattıkları üzerine kurulu.
Mitingde görüşlerine başvurduğum sınırlı sayıda kişinin anlattıklarını genelleyemem elbette ama bunların çoğunun ortaklaştığı fikirleri ve temennileri özetleyerek paylaşmakta yarar var. Konuştuğum kişiler farklı yaştan, farklı cinsiyetten; farklı şehirlerde yaşayan, farklı siyasi partilere oy veren insanlar olmalarına rağmen benzer noktalara işaret ediyorlardı. (Bir not olarak şunu belirtmeliyim ki Kılıçdaroğlu’nun konuşması devam ederken katılımcıların bir kısmı miting meydanından ayrılmaya başlamıştı. Bunda hava sıcaklığının ve insanları bekleyen trafiğin yarattığı korkunun etkisi oldukça fazlaydı fakat bu durum mitinge gelenlerin bir siyasi lideri aşan talepler, beklentiler için, hatta belki bir bakıma kendileri için, orada olduklarına dair bir ipucu veriyordu.)
Konuştuğum herkes tabii ki mitingin gerçekleşmiş olmasından ve katılımın yüksek oluşundan memnundu. Henüz medyada katılımcı sayısı ‘gülünç’ bir şekilde tartışılmamış ve kaç milyon kişinin katıldığına dair net bir görüş yoktu ama herkes "Bugüne kadar katıldığım en kalabalık miting" diyordu. Benim de Diyarbakır’daki Newroz kutlamaları dışında gördüğüm en kalabalık topluluktu.
Çoğunluğunu CHP seçmeni oluştursa da; görebildiğim kadarıyla, yine çoğunluğu, 30 yaş ve üzeri, işçi ile orta sınıf, ‘laik’ bir çevreden gelseler de -baş örtülü çok az kadın gördüm mesela- bu kadar farklı kimlikten insanın ortak bir talep etrafında bir araya gelmiş olması katılanlar için önemliydi ve herkes bu ‘renkli’ kalabalığın kıymetinin bilinmesi gerektiğini söylüyordu.
İstanbul’un uzak semtlerinden de başka şehirlerden de gelenler vardı. Kimi CHP’nin organize ettiği otobüslerle kimi kendi imkanlarıyla gelmişti. Malatya’nın bir köyünden şalvarıyla, yeleğiyle gelen bir genç mesela, kayısı hasadı zamanı olduğu için çok kişinin gelemediğini ama her köyden bir kişinin köyünü temsilen geldiğini, hasat olmasa çok daha fazla kişinin geleceğini söylüyordu.
Sohbet ettiğim kişiler neden mitinge geldiklerine dair ara ara farklı şeyler söyleseler de herkesin vurguladığı ortak meseleler "saray"ın keyfi uygulamaları, yargının ahvali ve ülkenin bir felakete sürüklendiğiydi. Yani ciddi anlamda ‘gelecek endişesi’. 65 yaşındaki, Ankara’dan gelen biri "Dört ihtilal gördüm, en kötüsü bu" diyordu. 40 yaşlarında bir kadın ise Esad’ın Suriye’yi yıktığı gibi, Erdoğan’ın Türkiye’yi yıkıma sürüklediğini söylüyor, "Askerlerimizin Suriye’de ne işi var?" diye isyan ediyordu. O da 65 yaşındaki adam da görüştüğüm diğer kişiler de dil, din, ırk ayrımı olmadan herkesin bir araya gelmesi ve mücadele etmesinden başka çare olmadığını söylüyordu.
Vurgulanan en önemli noktalardan biri sokağa çıkmak için geç bile kalındığıydı; ancak nihayet yürünmüş ve miting düzenlenmiş olmasından memnun olan insanlar Meclis dışında da siyasetin devam etmesi gerektiğini, Kılıçdaroğlu’nun sonunda beklenen adımı attığını, böylesi bir muhalefet beklentilerinin olduğunu ve bunun arkasının gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Net bir şekilde "Sokakta muhalefete devam edilmeli mi?" diye sorduğum herkes "Kesinlikle evet" cevabını verdi. Bunu söylerken bir bakıma "Başka çare mi var? İş başa düştü!" der gibiydiler. Bir diğer önemli nokta, "Korku duvarı aşıldı" cümlesini çok kişiden duymamdı. Bu iki noktanın insanlar için, hele ki CHP seçmeni açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Geçen gün psikolog bir arkadaşımın da vurguladığı gibi insanların geçmişte olduğu gibi yerlerinde oturup ‘ordu’ gibi bir kurtarıcının gelişini ummak, bir siyasi liderin ve bir grup milletvekilinin her derde deva olmasını beklemek ve bu bekleyiş sırasında sadece şikâyet etmek yerine bir tepki göstermesi, ses çıkarması ve bunu devam ettirmeye hazır olması çok kıymetli bir gelişme.
Sohbet edebildiğim herkese HDP’li vekillerin yürüyüşe katılması ve mitinge gelmeleri konusunda ne düşündüklerini sordum. Ülkücü olduğunu söyleyen 40-50 yaşlarında bir adam dahil herkes bundan memnuniyet duyduğunu söyledi. Ülkücü olan adam "Katılmaları normal. Onların da adalet derdi var. İçeri atıyorlar [milletvekillerini kastederek] ama ne suç işledikleri belli değil" dedi. Adam Meral Akşener’i destekliyordu ve saray nedeniyle parti başkanlarını dahi seçemediklerinden yakınıyordu. ‘Peki bundan sonra da CHP’nin HDP ile farklı sebeplerle bir araya gelmesi, hatta belki iş birliği yapmaları konusunda ne düşünürsünüz?" diye sorduğumda yine herkesin cevabı "Olabilir tabi, neden olmasın" şeklindeydi. Çoğuna göre herkesin ortak sorunu olan ‘adalet’ için bir araya gelmek gerekirken bazılarına göre ise başka bir amaçla bir araya gelmek lazımdı: ‘Düşman’ ortaktı. Ortak düşmandan kurtulmak için iş birliği yapmanın çok faydalı bir yaklaşım olmadığına inanırım şahsen. Lakin ortak düşmandan kurtulma arzusu için dahi olsa bazılarının HDP ile yan yana gelmeyi olumlu bulmasının ilginç olduğunu düşündüm.
HDP’li olduğunu söyleyen gençler ise partinin çağrısına uyarak mitinge geldiklerini, mitingi olumlu bulduklarını ama Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında Kürtlere, Selahattin Demirtaş’a dair bir şey olmamasının eksiklik olduğunu söylüyordu. Bence de Kılıçdaroğlu’nun konuşması ve 10 maddelik manifestosu ülkenin geneli için önemli, Kürtler içinse hayli yetersiz tespitler ve talepler içeriyordu ama bu yazının konusu katılımcıların düşünceleri olduğu için burada bırakıyorum.
Ezcümle, herkes farklı kimliklere sahip bu kadar kalabalık bir kitlenin bir araya gelmesinin kıymetinin bilinmesini, Kılıçdaroğlu’nun bunu dikkate alarak yola devam etmesini ve farklı siyasi grupların gerektiğinde beraber hareket etmesini bekliyordu. Bu beklentilere ne kadar ve nasıl cevap verileceğini göreceğiz ama kimsenin bir kenarda oturup neler olacağını beklemek gibi bir lüksü yok. Ülkedeki gidişattan memnun olmayan ve bir şeyler yapmak gerek diyen bu kadar insanın dertlerini, kaygılarını iyi okumak, bu insanlara ulaşacak bir dil kullanmak, katılabilecekleri eylemler, etkinlikler düzenlemek, tepkileri canlı tutmak ülkedeki bütün muhalif grupların görevi. Herkesin kendi kapısının önünü süpürmesi ve bundan sonra neler yapabileceğini düşünmesi gerekiyor.