Enver Topaloğlu
Altay Öktem’in onuncu şiir kitabı
“Ağaçlar Aşağı Kalkar”, Altay Öktem’in Yitik Ülke yayınlarından çıkan onuncu şiir kitabı. On için Edip Cansever, “Sonrası Kalır” başlıklı şiirinde “dokuzdan önceki on” diyor. Cansever’in şiirinin ilk betiği şöyle:
On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.
Edip Cansever, şiirin ilk dizesinde, dikkat edileceği gibi sonsuzdan geriye doğru sayıyor. Şair, şiire yakışanı yapıyor elbette. Akışı değiştiriyor ve o küçük dokunuşla gelen değişiklik, şiirde çarpıcı bir imgeye, bir dizeye dönüşüyor; çağrışımı genişletiyor, anlamı derinleştiriyor. Biz, şiir yazmadığımız için gerçekliğin yerleşik bilgisiyle, Öktem’in şiir kitaplarının sayısını sıralarken dokuzdan sonra gelen onu ifade ettik.
Daha önce yayımlanan “Eski Bir Çocuk” (1992), “Sukuşu” (1992), “Beni Yanlış Öptüler Aslında” (1993), “Çamur Şiir” (1995), “Her Şey; Oda Kırbaç Ayna” (1998), “Sokaklar Tekin Değil” (2003), “Parça Tesirli” (2005), “Dört Kırıtık Opera” (2009) ve “Fazla Elli” (2016) şiir kitaplarıyla okurun ilgisini, beğenisini fazlasıyla hak etmiş bir şair Altay Öktem (1964). Ayrıca, onun üretkenliğinin alanının hayli geniş olduğunu da söyleyelim. Öktem için yazmak şiirle sınırlı değil. Edebiyatın öteki türlerinde de; roman, öykü, deneme, derleme, inceleme, çocuk romanı, çeviri kitapları bulunuyor.
HOŞNUTSUZLUĞUN YAPIBOZUMU
Altay Öktem, iki bölüme ayırdığı kitabında toplamda yirmi bir şiire yer veriyor. “Ben Bazı Geceleri” başlıklı ilk bölümde yirmi, “Seni Sevmemin 16 Nedeni” başlıklı ikinci bölümdeyse on altı parçadan oluşan tek şiir yer alıyor.
“Ben bazı geceleri”, yarım bırakılmış, ama okur tarafından tamamlanmaya açık bir başlık. Başlığı “ben bazı geceleri uyuyamıyorum” şeklinde tamamladık ve şiirleri okumaya ordan devam ettik. Kitabın adının ve ilk bölüm başlığının oluşturduğu çağrışımların ekseninde şöyle düşündük: “Ağaçların Aşağı Kalktığı” durumda şairin uykusunun kaçmaması, huzursuz olmaması düşünülemez. Böyle bir durum karşısında ilgisiz kalmak şairin de şiirin de tabiatına aykırıdır. Devletin ve tarihin olmayabilir. Altay Öktem de öyle yapıyor, yılların deneyimiyle sağlanmış bir olgunlukla ve şiirden ödün vermeyen bir yalınlıkla dile getiriyor tepkisini. Yeri gelmişken “Ağaçlar Aşağı Kalkar”ın bir “etkiye tepki” kitabı ve şiirleri olduğunu da kaydedelim. Kitabın ilk şiiri “Ne Tuhaf Bir Alışkanlık Bu Ülke” adını taşıyor. Şiirin adı aslında, kitapta yer alan diğer şiirlerde de Öktem’in nereden, nasıl konuşacağının; kime, ne anlatacağının ipucu olarak değerlendirilebilir. Şiirin ilk betiğini okuyalım:
ne tuhaf bir alışkanlık bu ülke
ciddiye almasam düz bir dikişle
idare ederdim, geri dönerdim şehre
hedef tahtası çizerdim mesela alnıma
en olmadı ovalardan, kasatura gibi kasabalardan
yarlardan atlardım, geri dönerdim şehre
hiç pişmanlık duymazdım, nasılsa herkes kusursuz
bir ceset şeklinde, herkes dağınık günahlar peşinde
sessizlik istiyor, sudan bir gün istiyor herkes
peşkeş çekilen deliklerden davet
kesekâğıdından cennet
Şairin alışkanlıklardan, şehirden, herkesin kendisini kusursuz saymasından duyduğu hoşnutsuzluğu, şiirin meselesi olarak odağa alması nedensiz değil. Şiirlerden, arka planda, şairin hoşnutsuzluğunun aslında uygarlığın yol açtığı huzursuzlukla ilgili olduğunu anlamak da güç değil. Freud “Uygarlığın Huzursuzluğu” adlı yapıtında bireyle uygarlık arasındaki temel gerilimlere dikkat çeker. Haz ve mutluluk arayışındaki insanın isteklerini yerine getirmesi uygarlık tarafından engellenir ve baskılandığını belirtir. Söylemeye gerek yok; baskılamalar, yasaklamalar, engeller mutsuzluğun temel kaynağıdır. Mutsuz insansa her şeyden önce hazdan yoksundur ve huzursuzdur. “Sen Yokken Bu Şehir Kuru Erzak Deposu” başlıklı şiir de bu düşüncemizi destekler nitelikte. Şiirden bir bölüm aktaralım:
bu şehir şiir yazmaya müsait değil
çok zorlasan yazarsın da, temize çekilmiyor
temiz bir kâğıt, temiz bir kalp
temiz bir sokak lambası, temiz bir vidanjör
temiz bir kapı kolu yok. yok, yok, yok
en sevdiğim üç harf ne zaman yanyana gelse
“yok” oluyor bu şehirde
HERKES İÇİNDEKİ ŞARKIYI SÖYLER
Şiirleri huzursuzluğun nedenleriyle, daha doğrusu “uygarlığın” yol açtığı “yıkımla” yüzleşme, hesaplaşma amacıyla açılmış fasılalar olarak da değerlendirmek mümkün. Zaten şairin şehirden, yani uygarlıktan, yani medeniyetten, yani “Medine”den dışarıda olduğunu kitabın ilk şiirinden biliyoruz. Bu bilgi, şiirlerin uygarlıkla hesaplaşmayı eksen aldığını söylerken önemli bir dayanak oluşturuyor. Öktem, kitaptaki şiirlerde şehirden çıkmış, ama şehirle içeriden hesaplaşıyor. Etki nereden geliyorsa tepki de oraya yöneliyor. Şairin ayrıca, kendisiyle birlikte okuru da yüzleşmeye, hesaplaşmaya davet etiğini eklemek gerekiyor. Öte yandan Öktem’in şiirlerinde genel anlamıyla açıkça, doğrudan muhatabına yöneltilmiş bir çağrı, bir davet “sesi”, kalabalıklara seslenen bir “seda” söz konusu değildir. Duygular kontrol altındadır. İroninin, o kederle bütünleşik ironinin işlevlerinden biri de bu değil midir?
Bilindiği üzere ironi, aynı zamanda mesajını söze gömme sanatıdır. Altay Öktem’in de şiirlerinde o sanatın, ironinin hakkı veriliyor. Ayrıca ironiye eşlik eden muzipliklerin de dikkat çektiğini belirtelim. Şunu da ekleyelim: Bir tavır, tarz olarak Altay Öktem’in şiirinde trajik olanla ironik olanın zaman zaman iç içe geçtiği de söylenebilir. Alıntılayacağımız bölüm “Dün Babam Öldü” başlıklı şiirin ilk betiğini oluşturuyor:
babam öldü. yaklaşık üç kuş
belki iki, sayamadım, belki bir daha az da olabilir
bir kondular bir kalktılar yüzüne
annem yılların kinini usulca aldı yerden, astı boynuna
mezarlıktaydık. su serptik toprağına
biz çok kalabalıktık. ev tek başına!
babam kocamandı benim çocukluğumda
kefen de el kadar, yel kadar, sessiz ve uçucu
annem çok ağladı. üzülme, dedim, yalnız hissetme;
ben varım yanında. annem inanmadı
anneler bilir çocuklarını; ben diye bir şey yoktu aslında
ben bir yanlışlıktı bizim evde, mahallede, bu coğrafyada
imam “nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda
sanki tabut kımıldadı. sanki konan bir kuş ölüverdi
havalanan bir kuş vazgeçti gökten
annem, bir yudum su verin, dedi vermedim
babamı nasıl bildiğim beni ilgilendirir;
imamı iyi bilmem, dedim.
AĞAÇLARIN NEVRİ DÖNER
Louis Aragon, “Ben hangi şarkıyı söyleyebilirim içimdekinden başka” diyor. Aslında her şair için geçerli: Şairler hangi şarkıyı söylerler içlerindekinden başka. Altay Öktem’in odaklandığı bir başka sorunsal da bireysel oluş ve varoluşla ilgili bir “iç”, özerk bir “iç” talebinden vazgeçilme eğiliminin yaygınlaşıp yerleşiyor olması diyebiliriz. Kimliklerin baskılanması, kişiliklerin ezilmesini de beraberinde getiriyor. Baskılar, engeller özgün bir kişiliğin gelişmesi açısından da önemli bir sorundur. Bu sorun ekseninde yaşanan yıkımın, kaybın gittikçe büyüdüğü bir zaman diliminde ya da çağda olduğumuzsa açık. Galiba ekran çağının sonuçlarından biri de kimliklerin aşınmasına, kişiliklerin silikleşmesine karşı gösterilen direnişin gerektiği büyüklükte ve kuvvette gerçekleşemiyor olması.
Şiirle bireyin birey olma, kendi olma ütopyası arasında oluşmuş bağ önemlidir ve o ütopyanın sürdürülmesi şairler için bir tür son kale gibidir. Daha önce de söyledik Altay Öktem’in şiirlerinin “etkiye tepki” şiirleri olarak da değerlendirilebileceğini. Şunu da söylemeden geçmeyelim Öktem şiirleri bir toplumsal ve tarihsel arka plana dayandırmayı önemsiyor. Etkiye tepki vermekle vicdan arasındaki alaka da son derece önemli. Vicdan demişken küçük İskender’in “Vicdan, ses çıkartmadan çalışan bir makinedir” sözünü de hatırlatmadan geçmeyelim. Duyarlılığı, farkındalığı yüksek bir şair olarak Altay Öktem de çağının gelişmelerine, tanık olduklarına kayıtsız kalmıyor. O da içindeki şarkıyı söylüyor, ama bir içdöküm tarzında değil. Sözü daha fazla uzatmayalım; şiire dönelim, kitaba dönelim. Öktem’in kitaba adını veren “Ağaçlar Aşağı Kalkar” şiirinden bir bölüm sunalım:
hepimiz suçluyuz günün şiddetini
tercih ettik diye gecenin sessizliğine
hepimiz yorgunuz, bir dalı kesersek eğer
dal değil ağaç ağlar; kimse söylemedi bize
sevgilim,boğulmaktan kurtulamazsın
nehre girerken paçanı sıvadın diye
Geç seksenler
“İçdöküm”, “gizdöküm” daha çok doksanların şiirinde gelişen ve ağırlık kazanan bir eğilim oldu. İlk kitabı doksanlı yılların başında yayımlanmasına karşın Altay Öktem’in aslında bir “Geç Seksenler” şairi olduğu söylenebilir. O nedenle onu, örneğin bir içdökümcü olarak değerlendirmek pek mümkün değildir. “Geç Seksenler” tanımını, seksenli yıllarda gelişen şiir eğiliminin domine ettiği ortamdan daha yeni kuşakların çıkış yönünde gerçekleşen ilk hamlelerini ifade etmek için kullanıyoruz. “Geç Seksenler”in önemli isimlerinden biri küçük İskender olmuştu dersek herhalde ne demek istediğimiz daha bir açıklık kazanır. Bu arada “Geç Seksenler”in (“Erken Doksanlar” da denilebilir), en önemli girişimi olarak modern Türkçe şiirde daha önce rastlanmayan bir eğilime, doksanlarda ve sonrasında gelişip yükselen “underground şiire” öncülük etmesi gösterilebilir.
Altay Öktem’in şiirinde çok belirgin olmamakla birlikte politik tavır da dikkati çeker. Ancak politik tavır olarak şiirlere yansıyan aslında daha çok insani, vicdani tepkidir. Olması gerektiği gibi.
ŞİİRİN HAFIZASI
Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildiği ve çatışmaların yaşandığı, insanların günlerce bodrumlarda kapalı kaldığı günlerde halktan insanların cenazelerinin sokakta kaldığı, günlerce derin dondurucuda bekletildiği hâlâ hafızalarda. Öktem “hafızayı beşer nisyanla maluldür” sözünden yola çıkarak o büyük ve derin acıyı şiirin hafızasına kaydetmiş. Kitabın ikinci bölümünde yer alan “Seni Sevmemin On Altı Nedeni” başlıklı on altı parçalık şiirden on beşinci bölümün ilk ve son betiğini paylaşalım:
bir bodrum'da 100 kişi
2 bin yanık parmak, el ayak çekilince
bir bodrumda 100 kişi, tatlı girilen tarlalardan
havan topuyla tek atışta
2 kanadından vurulan kuşlardan
uçuşup gökte enlemesine
siyah bir buluta dönen kara
sineklerden söz ettik miydi senle?
(…)
şimdi nasıl sevişiriz biz diye
hüzünle, merakla, ağlamaklı
sahi sormuş muyduk birbirimize?
soralım hadi
Her şiir kitabının okuru Haydar Ergülen, “Ağaçlar Aşağı Kalkar”ı da elbette atlamamış. Ergülen, modern Türkçe şiirde olup bitenleri; adeta “kim, nerde bir virgül koysa benim ilgi alanıma girer” der gibi dikkatle izliyor. (Aslında, bütün şairlerin yapması gereken bu değil midir?) Ergülen, Öktem’in şiirlerini okumakla kalmamış, hep yaptığı gibi kitap hakkındaki düşüncelerini de yazıp paylaşmış. Ergülen’in, Altay Öktem’in onuncu şiir kitabıyla ilgili yazısından bir bölüm alıntılıyoruz: “Altay Öktem’in yeni şiir kitabı ‘Ağaçlar Aşağı Kalkar’da, şehirden taşraya, kasabaya doğru bir yolculuk var usuldan. ‘Ben bu şiirleri nerden hatırlıyorum?’ diye fazla düşünmeyin, ben de öyle, memleketten hatırlıyoruz! Memleket nere olacak, şiir! Vallahi her şeyi de getirip şu şiire bağlamayayım diyorum ama, yolu yok, ben bağlamasam o bir yolunu buluyor yine! Şikâyetçi miyim, katiyyen! Yani şiirden şikâyetçi değilim, memleket de bizim dostlar, hem ağlar hem severim hesabı! Altay Öktem’le de devre arkadaşı sayılırız, gerçi o sokaktayken biz eve kapanmıştık çoktan, geçmiş zaman, cama da bir taş gelmişti, baktım Altay’danmış, ilahi! Ayrı da anıldı, küçük İskender’le de. Hem dostuydu hem de aynı yerde çalışıyorlardı, yeraltında, iş arkadaşı da sayılırlar yani! Dedim de sahiden de İskender ‘yarı doktor’du, Altay tam doktor!”
Kitap bitince baktık ki şiirler sürüyor. Biz de tuttuk, son sayfaya, “sonra değil, sonradan da okunacak” şiirler kaydını düştük ve kapağı, yarı açık, kapattık.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.