Azadî ve Şeyh Said Hadisesi

Evet; anti-demokratik, despot rejimlerin darbeler gibi şiddet içerikli eylemlere veya isyanlara her zaman ihtiyaçları vardır. Yoksa uzun ömürlü olamazlar!

Bitlis Divan-ı Harp tutanakları gibi resmî belgelerden yoksun olmamız ve örgütün illegal bir yapıya sahip olması kesin konuşmamıza izin vermez.

Garo Sasunî'ye göre Azadî'nin kuruluş tarihi; 1920 Ekim Ayı'dır.

Örgütün 1921 yılında Erzurum'da kurulduğunu kabul eden Robert Olson; Beytuşşebap İsyanından sonra Irak’a kaçan ve orada İngiliz’lerle ilişkiye giren Kürt subaylardan Ali Zeki, İsmail Hakkı, İhsan Nuri, Tevfik ve Ahmet Rasim Bey’lerin verdikleri bilgilere dayanarak

örgütün 23 şubesinin olduğunu yazmış ve uzunca bir üye listesini çıkartmıştır.

Bruinessen'e göre ise örgüt, 1923’te kuruldu.

"Örgüt daha önceki örgütlerden farklıydı, Merkezi 8. Kolordunun bulunduğu Erzurum’da idi. Örgütün kadrosunu deneyimli askerler oluşturuyordu…"

Kısa adı Azadî olan Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti'nin Miralay-Albay Cibranlı Halid Beg (Bey)'in önderliğinde, Erzurum'da, 1923 yazında kurulduğunu kabul etmek akla daha yatkın görünüyor. Çünkü bu tarih; Koçgiri Ayaklanması'nın kanlı bir şekilde bastırılıp Ankara'da birinci kurucu meclisin de tasfiye edildiği ve böylece M. Kemal'e muhalif milletvekillerinin diskalifiye edildiği bir zaman dilimine denk gelmektedir. Daha sonra imzalanan Lozan Antlaşması, 1924'te halifeliğin kaldırılması ve Kürdü inkâr eden Türkçü 1924 anayasasının kabulü de Kürdlerdeki huzursuzlukları arttıracaktır...

Tüzük ve yazılı üye listesine ulaşılmayan örgüt, sözlü rivayetlere göre çözülmeye çalışılıyor;

Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya Bey gibi kurucu isimler dışında Keremê Kolaxasî, Hasenanlı Halit Bey, Tayip Ali Bey, İhsan Nuri, Ekrem Cemil, Dr. Fuat, Dara Hênîli Salih Bey, Kemal Fevzi, İsmail Hakkı Şaweys gibi nice isimlere de üye olarak yer verilmiştir.

Zinar Silopi'nin hatıratı;

"Erzurum’da bulunan örgüt merkezinden aldığı talimat üzerine, Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde yaygınlaştırma görevi üstlenen Mulazım İsmail Hakkı Şaweys, Diyarbakır’a uğramıştı. Burada ben Cemil Paşazade Ekrem ve Kasım, Dr. Fuat, Dava vekili Mehmet Efendi (Hacî Axtî-Bavê Tûjo) ve diğer arkadaşlarla örgütün şubesini açtık Erzurum’la ilişkimizi şifre ile elden, Dara Hênî (Genç) Şube Başkanı Tayip Ali ve aynı zamanda parti sekreteri aracılığıyla yapıyorduk..."

7 Ağustos 1924'te Hakkari bölgesinde bir Nasturi İsyanı gelişir;

bir binbaşı ve 3 er öldürülüp vali esir alınır.

Ayaklanmanın bastırılması görevi 7. kolorduya verilir (14.08.1924). Hakkari-Beytüşşebab'a gönderilen 7. Kolordu'da Kürdlerin ağırlıkta olduğu 8. Piyade firar eder. Aralarında Yüzbaşı İhsan Nuri ve Yusuf Ziya'nın kardeşi Teğmen Ali Rıza'nın da bulunduğu 500 er ve subay silahlarıyla beraber firar edip Azadî tarafına katılır ve güney Kürdistan'a çekilirler. (3-4 Eylül 1924)

Eldeki az verilerden kabul gören bir anlatım; Teğmen Ali Rıza ve ağabeyi Yusuf Ziya (1.mecliste Bitlis m.vekili) arasındaki yanlış yorumlanan erken telgrafın (31.08.1924) "Beytüşşebap İsyanı"nı ve bu isyanın da Şeyh Said başkaldırısını tetiklediğidir. Hâlbuki; beş telgrafın tümünü incelediğimizde şifrelerin isyan içerikli olmama ihtimali de yabana atılamaz!

Tabi; anti-Kürd ve anti-İslam karakterli genç devletin isyandan sonra ilk işi Yusuf Ziya Bey'i tutuklamak olur. (10 Ekim 1924)

Ortadoğu ve İslâm Tarihçisi Prof. Robert Olson'a göre;

Erzurum'dan Bitlis'e getirilen Yusuf Ziya Bey, yargılama esnasında ayaklanmaya dair bazı bilgilerle Cibranlı Halid Beg, Şeyh Said, Hasenanlı Halid ve Mutkili Hacı Musa gibi bazı önemli isimleri itiraf eder. (Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said Hareketi, Özge yy.)

Erzurum'da gözetim altında tutulan Miralay Cibranlı Halid Beg de Patnos üzerinden Bitlis'e getirilip 20 Aralık'ta tutuklanır.

Şêx (Şeyh) Said ise sadece iki gün sonra 22 Aralık 1924'te Hınıs'ta sorgulanıp ifade verir. Bu ifade de örgüt ilişkilerini red edip buradan 27 Aralık'ta ayrılır. Bingöl'e, oradan da Diyarbekir tarafına seyahat ve ziyaretlere başlar…

Kürd kamuoyunda Şeyh Said Hâdisesi'nin Azadî örgütünün bir devamı veya sonucu olarak sunulması yönünde güçlü bir arzu var. Fakat bu arzu güçlü delillerle desteklenmemiştir.

Sadece; Azadî'nin lideri Cibranlı Halit Bey ve arkadaşlarının Bitlis'te tutuklanması üzerine Halid Beg'in, hareketin başına geçmesi için Şeyh Said'e haber saldığı yönünde yazılı olmayan sözlü bir anlatım var. Ardından Şeyh'in, kardeşinin evine misafirliğe gittiği Pîran-Dicle'de meşhur beklenmedik olayın patlak vermesi üzerine,13 Şubat 1925’te Şeyh Said önderliğinde doğrudan rejim aleyhindeki ayaklanmanın başlamış olduğu kabul edilir.

Araştırmacı Mehmet Bayrak'ın yayımladığı,

Şêx'in kardeşi Abdurrahman'ın Erğani'li Hamid'e yazdığı 12 Şubat 1925 tarihli bir mektupta, maksadın son iki ayda belirginleşip olayların istenmeden çıkıp büyüdüğü anlatılıyor;

"Biraderim Şeyh Said Efendi, Kürdistan Cemiyeti teşkili için iki aydan beri dolaşarak her tarafta tedarik görürmüş ve bir ay sonra taarruz edilmek üzere konuşulmuştu. Dün Pîran'a geldi, tesadüfen bir müfreze Pîran'da mevcuttu. İstikbaline gelen mahkûmlardan ahalinin hanesinde olan bir iki şahıs derdest edilmek üzere muhasara ettiler… mukabil taarruz başladı, iki jandarma mecruh ve müdür ve...esir alınmıştır… Cenabı Hak böyle nasip etmiştir…"

Olayların seyri, özellikle Kürd Zazaları arasında nüfuzu güçlü olan Nakşibendi Şeyhi Said Efendi'yi ayaklanmanın lideri konumuna getirir. Kısa sürede Dara Hênî'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alınır. Genc vilayetini geçici başkent ilan edip aşar vergisini kaldırırlar. Maden, Siverek, Ergani, Elaziz'i alırlar.

Bu arada M.Kemal, Başbakan Fethi Okyar'dan istifasını ister ve yerine İsmet İnönü getirilir.

Devlet, 21 Şubat'ta doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan eder.

Şeyhin bizzat yönettiği Diyarbekir kuşatması kırılma noktasıdır. Günlerce süren ve 7-8 Mart arası yoğunlaşan ağır bir çarpışmadan da sonuç alamayan Şeyh Said, kuşatmayı kaldırır ve geri çekilir.

Bütün bunlar ürken Bitlis Divanı Harp'te yargılanan Cibranlı Halid, eski Bitlis m.vekili Yusuf Ziya, kardeşi teğmen Ali Rıza, damadı Faik ve Şırnaklı Mele Abdurrahman Bitlis'te idam edilirler. (14 Nisan1925)

Bir gün sonra yani 15 Nisan 1925'te İran'a gitmek isterken

Muş-Varto Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde yakalanan Şeyh Said, 5 Mayıs 1925 Salı günü Diyarbakır'a getiriliyor...

Bu arada İstanbul'da tutuklanarak Diyarbekir'e getirilen yetmiş beş yaşındaki

Seyyid Abdülkadir ve oğlu Seyyid Muhammed idam edilirler. (27 Mayıs 1925)

Hâlbuki;

Şeyh Said'in oğlu Ali Rıza Efendi'nin Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdulkadir ile bazı görüşmeler gerçekleştirmesine rağmen ne Şêx Said'in KTC ile ne de Seyyid Abdulkadir'in Şeyh Said Hâdisesi ile organik bir bağı tespit edilememiştir.

Şeyh Said

Beş dil konuştuğu bilinen Şeyh Said; Musul, Kerkük Şam ve Halep’e gidip-gelen ticaretle uğraşan, varlıklı ve alim bir nakşibendi postnişinidir. Doğum yeri Palu'dur.

Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi tarafından yetmiş beş yaşındaki Şeyh Said ve önde gelen 47 arkadaşı hakkında 28 Haziran'da verilen idam cezaları ertesi gün infaz edilir.

Şeyh Said'in KTC üyesi olmadığını biliyoruz. 1923'te kurulan Azadî'nin üyesi olup olmadığı da tartışmalıdır.

Aslında; Kürdlerin tarihteki en yaygın legal örgütleri olan Kürdistan Teali C.'nde kurucu olmuş veya çalışmalarına katılmış dini-milli nice Kürd aktörünün Azadî'de yer almadığını da belirtmek gerekir. Başkaldırı provoke edilmeseydi veya zamansız başlamasaydı Azadî'ye katılımların ciddi oranda artacağı tahmin edilebilir. Fakat o ilk iki-üç yıllık süreç içerisinde Babanzadeler, Bedirhaniler, Nehriler gibi köklü ve güçlü aileler Azadî'de ve Şêx Said Hâdisesi'nde yoklar. Cemilpaşazadeler'in katkısı da tartışmalıdır.

"Şeyh Said’in isyan haberini duyan Diyarbakır'daki Azadi üyeleri şaşkına dönerler. Hiç kimsenin bundan haberi yok. Azadi üyesi Dr. Fuat, Liceli Fehmi Efendi'den Şeyh Said’i isyandan vazgeçirmesini, kabul etmediği takdirde onu öldürmesini ister. Ancak isyan durdurulamayınca, harekete ulusal bir renk vermek için Kürtler ve Kürdistan adına bildiriler bastırılıp dağıtılır." (Fehmi Efendi’nin anılarından kaydeden Naci Kutlay; Yakın Tarihten Kısa Kesitler)

Cibranlı Halid Bey

1882 yılında Varto doğumlu Halid Beg, Şeyh Said ile teyze çocuklarıdır. İkinci Abdülhamid'in kurduğu

Mekteb-i Aşiret-i Humayûn ve sonrasında 1902'de Mekteb-i Harbiye'den dereceyle yüzbaşı olarak mezun olur.

Harp okulundan güçlü bir ihtimalle tanış olan Cibranlı Halid ile Mustafa Kemal'in aralarının iyi olmadığı kabul edilir.

Erzurum Kongresi'ne (23 Temmuz 1919) davet edilen Halid'in Beg kongreye katılmazsa da kongre kararlarını onayladığını bildirir. Ekrem Cemil Paşa anılarında M. Kemal'in Cibranlı Halid'i kolayca kandırdığını yazarken M. Kemal tarafından Halid Beg'in Kürtçü maksatlarından vaz geçirilip ikna edilmesi için Erzurum'a gönderilen Muş mebusu Hacı İlyas Sami (eski KTC üyesi) ise bu görüşte değildir.

Binbaşı Kasım

1924 Ekim Ayı'nda Hasankale depremi nedeniyle Erzurum'a gelen Mustafa Kemal burada kısa bir müddet kalır. Bu sırada çok önemli bir görüşme gerçekleşir. Şeyh Said'in bacanağı ve Cibranlı Halid Bey'in de amcaoğlu olan, Hamidiye Mektebinden mezun Binbaşı Kasım, Azadî'yi ve çalışmalarını bizzat M. Kemal'e ihbar eder. Binbaşı Kasım isyan sonrası yargılandığı Şark İstiklal Mahkemesi'nde beraat etse de Söke'ye sürgün edilir ve burda kaymakama her şeyi anlatır. (Uğur Mumcu'dan aktaran Naci Kutlay, Osmanlı'dan Günümüze Kürtler, dipnot y.)

"Şeyh Said’i ihbar edip yakalatan bacanağı emekli Binbaşı Kasım Ataç, Kürt asıllı olup Muş, Varto’da meskun bulunan Cibran aşireti mensubuydu. Cibran aşireti reisi Miralay Halit Bey'in kayınbiraderi olan Kasım, aynı zamanda Türk hükûmetinin de ajanıydı!" (Uğur Mumcu; Kürt İslâm Ayaklanması)

Diyarbakır'da kurulan Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı, Ahmet Süreyya Örgeevren, 1957 yılında Dünya Gazetesi'nde dizi halinde yayınlanan anılarında; "Cibranlı aşiretinden, Vartolu emekli binbaşı Kasım Bey'in tertip,teşvik ve yardımıyla Abdurrahman Paşa Köprüsü yanında, ordu takip kuvvetleri tarafından yakalanan Şeyh Said ve avanesinden oluşan 39 kişilik kafilenin, 6 Mayıs 1925 günü Diyarbakır'a getirilerek mahkemeye teslim edildiğini belirtmektedir." (Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi)

İngiliz Parmağı

Şeyh Ubeydullah'tan Mele Selim'e kadar hiç bir Kürd isyanında Rusya veya İngiltere'nin elle tutulur bir yardımını göremezsiniz. Hatta bu emperyalist güçlerin kritik kavşaklarda Ermeni ve Nasturi halklarını da yüz üstü bıraktıkları tarihi bir gerçekliktir.

Şeyh Said Hâdisesi'nde de dış güçlerin yardımının olmadığı kesindir. Aksine;

Fransa, denetimineki güney demiryollarını isyanın bastırılması için gereken takviye asker ve lojistik destek için Ankara'nın hizmetine açıyor…

Komünist Rusya ise hareketi, emperyalizme yarar sağlayan gerici hareketler kategorisinde değerlendirmiştir. Rusya, sözkonusu yaklaşımını Ağrı ve Dersim İsyanları için de devam ettirmiştir. (Komitern Belgelerinde Türkiye-3 Kaynak Yayınları. Celâl Temel, 1916 Kürt Tehciri, İBV)

1924'te Lozan'la Kürdistan'ın dört parçaya ayrılmasında Kemalist rejimle uzlaşan İngiltere için her zaman önemli olan çıkarları ve dolayısıyla Musul idi.

İngiltere Başbakanı Lloyd George daha 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferans’ta İngiltere için Kuzey değil, Güney Kürdistan'ın önemli olduğunu itiraf etmiştir;

"İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır." (U. Mumcu, Kürt İslâm Ayaklanması)

Devrin başbakanı İnönü de hatıralarında Şeyh Said İsyanı'nda İngiliz parmağının olmadığını itiraf etmiştir.

"Şeyh Said İsyanı’nı doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır. Fakat bundan şüphe edilmiş ve gerekli tahkikat yapılmıştır." (Cumhuriyet, 17,18 Şubat 1925)

Bitlis-Hizan ve Norşîn şeyhleri, Küfrevî şeyhleri Nakşibendi tarikatına bağlı oldukları halde yine o tarikatın bir mensubu olan Şeyh Said'in ayaklanmasına destek vermediler.

Yine; Van'ın ve Urfa'daki Milî Aşireti'nin desteği alınamamıştır.

Yine; katılsın veya katılmasınlar bir şekilde hareketle ilişkili kabul edilen Dr. Fuat, Kemal Fewzî, Avukat Hacı Ahtî, Şeyh Eyüb gibi nice Kürd aktör idam edilir. Devletin yanında yer alan Hevêrkî Aşireti lideri Haco Ağa ve Pirinççizade Feyzi, Zülfüzade Tigrel gibi isimler yanında gibi Hörmek ve Lolan gibi Alevi aşiretler de var.

Netice olarak; tamamı Kürt aktörlerle ve Kürt coğrafyasında gerçekleşen, dini karakteri ağır basan Şeyh Said Hâdisesi, Said-i Nursi'nin de belirttiği gibi "cüz'i ve neticesiz" kalmıştır.

Gerek isyanın bastırılması esnasında kullanılan orantısız aşırı güçle, gerekse sonrasında kurulan istiklal mahkemeleri, çıkarılan Takrir-i Sükûn, Şark Islahat Planı gibi anti demokratik, ğayr-i insani yönetmelik ve yasalarla Kürdlere yönelik yoğun hak ihlallerinde bulunulmuştur;

On binlerce Kürd öldürülmüş, on binlercesi sürülmüş, muhalefet sindirilmiş ve memlekette adeta terör havası estirilmiştir.

O günden beri Kürdlerin insani, millî, dinî talepleri sistem tarafından ya bölücülük ya da gericilikle itham edilip kriminalize edilmiştir.

Evet; anti-demokratik, despot rejimlerin darbeler gibi şiddet içerikli eylemlere veya isyanlara her zaman ihtiyaçları vardır. Yoksa uzun ömürlü olamazlar!

Bediüzzaman Seîdê Kurdî ve Şeyh Said Hâdisesi meselesi'ne gelince…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi