Bediüzzaman ve Ermeniler (2)

Kamuoyunun merak ettiği başka bir sorunun cevabına daha ulaşmak mümkündür. O da Nursi'nin savaştaki rolünün resmi bir vazifelendirme sonucu olup olmadığı tartışmasıdır.

Birinci Cihan Harbi'nden evvel, 1910-1911 yıllarında, Kürd aşiretleri arasında seyahata çıkan Said-i Nursi, yaptığı sohbetlerde kin ve düşmanlığın zararlarından bahsederek Kürdlere, dindaşları olmasalar bile, Adem-Nuh zamanından beri yoldaşları-komşuları olan Ermenilerle ilişkilerinde yeni bir sayfa açmalarını önermiş; sözkonusu dönemde cehalet ve istipdatın bir sonucu olarak kavgalı duruma düşen iki halka barış, dostluk ve ittifak temelinde ortak bir yaşam sürdürmelerinin gerekliliğini hatırlatmıştı. Nursi, ğayr-i müslimlerle ilişkilere dair bir paradigma değişikliğinin zaruriyetine de işaret etmekten geri durmadığı o meşhur tarihî manifestosunda; yüksek rakamlarda Ermeni kayıplarının söz konusu olduğu 1894 Sason ve 1909 Adana Olaylarını hatırlatırcasına Kürdleri şöyle ikaz ediyordu;

"Hem de kabahat bizde… Biz imtisal etmedik… Adalet-i şeriatı gösteremedik… Onların hürriyeti onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır… Hem de onlar uyanmışlar. Siz uykudasınız, rüya görüyorsunuz.

Size bunu kat’iyen söylüyorum ki, şu memleketin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir." (Münazarat)

Kürdistan'da yeni toplumsal ilişkilerin bu minvalde inşası için çabalarken cihan harbi patlak vermişti...

Aydınkaya'ya göre Nursi; Ermeniler hakkında özellikle Birinci Cihan Savaşı'ndan önce beslediği bu olumlu ve ilerici yaklaşımlarından sonradan çark etmiştir. Diğer bir tabirle; savaşın başlamasıyla birlikte, üç-dört yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde, Nursi'nin tarihî öneme sahip bu görüşleri büyük bir değişime uğramıştır;

Nursi'nin, 1914-1915 yıllarında Pasinler cephesinde gerçekleşen sivil Ermeni Katliamı'na seyirci kaldığını ve Erzurumdaki soykırım kararının Bahattin Şakir'in Nisan ayının ikinci yarısında bölgeye yeniden gelip bir Tehcir Komisyonu kurmasıyla başladığını kabul edip (Bediüzzaman'ın Hançeri s. 242, 243) iddia eder ki:

"Bir kere Nursi, Pasinler cephesindeyken Bahattin Şakir eliyle soykırım fiilleri başlamıştı." (age. s.267)

"Nursi, Mayıs başı itibariyle Van'a döndüğüne göre Mart Ayından itibaren Pasinlerdeki cinayet, talan benzeri soykırım suçlarına tanıklık etmiş olabileceği ortadadır… Ordu içi infazlara, hernekadar resmi olarak yok etme kararı 15 Mayıs'ta verilmiş olsa da, 15 Mayıstan önce Ermeni askerlerin öldürülmesine tanık olmuş olmalıdır. Nursi ise Mayıs başı itibariyle Van'a dönmüştür." (age. s. 244)

Yazarın konu ile ilgili yaptığı tüm sorgulamalardan ulaştığı sonuca göre Nursi, savaş yıllarında Ermenilere karşı işlenen suçlara, katliamlara katılmamakla beraber sessiz kalıp göz yummuştur. Savaştan sonra ise Nursi'nin bu sorunlu sessizliği, Ermenileri "düşman" olarak kodlayabilecek kadar tonu sert, ideolojik bir söyleme evrilmiştir. (age. s.234, 282, 283)

Şimdi bu iddiaları analiz edersek;

Pasinler cephesine dair verilen bu bilgilerin yeterli olmayıp tartışmalı ihtimaller barındırdığı açıktır. Şöyle ki; bir bilgi notunda, Erzurum merkezindeki sivil Ermeni Katliamına 1915 Haziran'ında başlandığı kabul edilirken başka bir notta; Bahattin Şakir'in Nisan'ın ikinci yarısında bölgeye gelip Tehcir Komisyonu kurmasıyla… Diğer bir yerde ise köy ve kırsal bölgelerindeki öldürmelere ve talan gibi suçlara 15 Mayıs'ta hatta Nisan'dan önce Mart Ayı sonlarında girişildigi kabul ediliyor...

Öncelikle; tarihçilerin büyük çoğunluğunun, Ermeni Tehcirine sahada Nisan Ayı'nda başlandığı, resmi kanunun ise Mayıs'ta çıkartıldığı konusunda mutabık kaldıklarını biliyoruz.

Bu üç farklı kritik zaman diliminde söz konusu öldürmelerin tümünün kesin olduğunu kabul etsek bile Nursi'yi, Cilasun'un iddia ettiği gibi bu suçların değil aktif bir ortağı, Aydınkaya'nın iddia ettiği gibi tanığı bile yapamayız. (Cilasun; Wan ve Bitlis katliamlarında Nursi'nin aktif olduğunu fakat Pasinlerdeki rolüne şüpheyle bakmak gerektiği görüşündedir. Bkn; Bediüzzaman Efsanesi s. 218-219)

Çünkü; Nursi'nin vaiz olarak Pasinler cephesine gittiği doğru olmakla beraber O, 1915'in Mayıs Ayı'nda Pasinler cephesinde savaşta değildir. Nisan Ayı itibariyle Wan'a dönmüş olup medresesinde hakikat dersiyle meşguldür.

Bu sonucu doğrulayacak birbiriyle uyumlu üç tane sağlam kaynaktan birincisi;

Badıllı'nın aktarımı ile Bediüzzaman'ın öz kardeşi Abdülmecid'in yazdıklarıdır.

"Birinci harb-ı umumî koptu. Bediüzzaman ile Habib (Molla Habib) vaiz sıfatıyla Van fırkasıyla (Kolordu) beraber Erzurum cephesine gittiler… Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş-Kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu..." (Arabi Talikat s.17)

İkincisi; Nursi'nin hem yeğeni hem de talebesi olan Abdurrahman Nursi'nin erken dönemde, savaştan hemen sonra 1919 yılında kaleme aldığı Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı adlı eseridir.

"Pasinler Cephesinden Van’a avdet ettiği zaman, Van’da ihtilâl zuhur etti. Kendisi bu ihtilale karışmadı. Medresesinde ikamet etmeye başladı."

Söz konusu Wan Ermeni İsyanı hakkında tarihin kaydettikleri ise; 28 Şubat 1915'te Wan'ın köylerinde başlayan Ermeni İsyanı, Nisan Ayı'nda Wan'ın merkezine sıçrar. Bunun üzerine vali Cevdet, 24 Nisan'da Dâhiliye Nezaretine halkın tahliyesi için dilekçe yazar. Yerli halkın ancak 16 Mayıs'ta şehri terk edebilmesi ardından Ruslar, 18-20 Mayıs'ta Wan merkezini işgal edip Ermeni Aram Manukyan'ı vali olarak atadılar...

Demek ki; karlı, çetin kış şartlarında Pasinlerden Van'a kadar dönüş yolculuğunda geçen süreyi de hesaba katarsak Nursi'nin en azından Nisan Ayı'nda, Pasinler'de olmadığı kesindir. Dolayısıyla; Haziran, Mayıs aylarındaki talan ve öldürmelere tanık olması mümkün değildir. Mart'ın sonunda ise Wan'a ulaşıp ulaşmadığı yoksa Wan'a dönüş yolunda mı olduğu belli değildir.

Aydınkaya'nın, Cilasun'un kitabından aktardığı 20 Mayıs 1915 tarihli Erzurum'daki Alman Konsolosluk raporunda ise; Nursi ve talebelerinin Pasinlerde olduklarına dair herhangi bir bilgi veya bulgu geçmiyor. Sadece, Pasin yaylasındaki Ermeni tehcirinin 15 Mayıs'tan önce başladığı yazılıdır.

Peki; en geç, Nisan Ayı itibariyle Wan'da bulunduğunu bildiğimiz Bediüzzaman, sözkonusu Ermeni isyanı sırasında ne yapıyordu?

"Fakat daima masumların vikayesine çalışıyor, çoluk ve çocuklara dokunulmaması için herkesi ikaz ediyordu. Bu sırada Van şehri de sukut etti." (Abdurrahman, Tarihçe; 1919)

Görüldüğü gibi; yıllarını verdiği ve çok sevdiği vatanı olan Wan kentinde hem de savaş sırasında, Ermenilerin içeriden isyan etmiş olması gibi kullanışlı sebepler pekâlâ mevcut iken Nursi'nin isyanı bastırmaya gitmeyip Ermenilerin çoluk-çocukları da dahil, sivil yaşamın muhafazasına çalışmayı kendine görev bilmesi gerçekten takdire şayandır. Nisan'ın 23-24'ünde İstanbul'da Ermeni toplumunun elit kesimine yönelik (sonra tüm ülkeye yayılacak) olan çok haksız, çok trajik geniş çaplı tutuklamaların başladığını da not edersek Nursi'nin, bırakalım katliama aktif olarak katılmasını aksine; kadın ve çocuklar özelinde hayat kurtarmak veya Ermeni sivil yaşamını muhafaza etmek gibi çok önemli bir misyon üstlendiği ortaya çıkacaktır.

Burada bir parantez açarak; Sünni-Şii geleneğin özeleştirel dersler çıkarabileceği, bu isyan sırasında Nursi'nin sergilediği çok önemli tutumundan; Osmanlı hayranı prof. Ahmet Akgündüz'ün Ermeni Katliamı'nı meşru göstermek için bulduğunu iddia ettiği gerekçelerin de sakat ve batıl olduğuna dair deliller çıkarılabileceğini vurgulamakla yetineyim.

Nursi'nin; bu çok önemli masumları koruma hassasiyetini, Bitlis kuşatması gibi savaşın kızıştığı en kritik anlarda ve Gevaş-Hizan gibi mekânlarda da koruduğunu görüyoruz.

"Fakat Ermenilerin kaçamayan kadın ve masum çocuklarını bir yerde toplayarak:

"Şer’an bunlara dokunmak caiz değildir." deyip halkı onlara dokunmaktan men etti. Ve mezkûr kadın ve çocukları bir yerde toplayarak Emeni fedailerine teslim etmek üzere onlara gönderdi." (Abdurrahman)

Resmî biyografi kitabında yazılanlar da aynı paraleldedir;

"O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said, askerlere;

"Bunlara ilişmeyiniz!" diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. (Büyük Tarihçe-i Hayat)

Bir de; Bruinessen'in ve Canlı-Beysülen'in, Serdi'den aktardıkları bir tanık anlatımına başvuralım;

"Türk generali Nuri Veysi kendisine (Muş-Bulanık'ta bulunan Bediüzzaman) talimat göndererek 'Ne kadar Ermeni-çocuk, yaşlı, kadın davul-zurna varsa toplayıp öldür'mesini ister. Nursi, bunun üzerine bölgede toplanan Ermenileri savaş cephesinde bir derede korumaya alır. Kendilerine yemek verir. Gece karanlığında kendilerinin ölümlerini bekleyen bu insanlara; 'Gidin Rus askerlerinin yanına, eğer kabul ederlerse tümünüzü onlara teslim etmeye çalışırım… Bin beşyüz insanı riskleri göze alarak Rus komutanına gönderdi." (Hasan Hişyar Serdi; Görüş ve Anılarım, s.129)

Bu bilgilerden yola çıkarak, kamuoyunun merak ettiği başka bir sorunun cevabına daha ulaşmak mümkündür. O da Nursi'nin savaştaki rolünün resmi bir vazifelendirme sonucu olup olmadığı tartışmasıdır.

Nursi'nin, Pasinler cephesinde iken kendi insiyatifiyle Erzurum'a gidip önemli gördüğü bir hastayı ziyaret edebildiğini biliyoruz (Lem'alar). Yine; istediği zaman cepheyi bırakıp kâtibi ile beraber Wan'daki medresesine dönüp ilimle uğraşabildiğini gördük. Sonradan yazdığı eserlerde savaş yıllarını anarken kendisinden "Kürd Gönüllü Alay Komutanı" olarak bahsettiğini de dikkate aldığımızda Nursi'nin, gelip çatan cihan savaşında gördüğü vaizlik ve komutanlık gibi vazifelerini, bir emir-komuta zincirine bağlı olarak Enver'in ya da ordunun resmi direktifleriyle değil, kendi iradesiyle ve gönüllü yaptığı sonucuna varırız.

Hatta; Van'ın düşüşünden sonra Bitlis'e kadar vali Cevdet'le beraber yolculuk yaptıkları, bu yolculukta nice katliamlara tanık olduğu iddiası da (age. s. 270) ispat edilememiştir. Hatta elimizde iddianın zıddına, Weld ve Canlı-Beysülen gibi biyografi yazarlarının da daha isabetli buldukları başka bir bilgi mevcuttur;

General Ali İhsan Sabis'in aktarımına göre; Cevdet Paşa ve kuvvetleri Van'dan sonra güneydoğuya yani Başkale ve İran'a doğru geri çekilip burada Halil Paşa'nın Sefer kuvveti ile birleştiler ve uzun yolu takip ederek ancak Haziran 1916'da Bitlis'e vardılar. (Harp Hatıralarım s. 2-437)

Böylece anlaşıldı ki Nursi'nin Van'dan, Vastan (Gevaş) ve Bitlis'e doğru olan yolculuğu, Ermeniler konusunda sicili bir hayli bozuk olan vali Cevdet Belbez ile birlikte gerçekleşmemiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi