Doğan Özgüden
Belçika’yı temellerinden sarsan vatandaş isyanı…
"Vatandaş" kelimesi ta çocukluğumdan beri beni hep büyülemiştir… Kastım bir kağıt parçası üzerinde ya da dijital kayıtta resmileştirilmiş vatandaşlık değil… Öyle kayıt düşülerek "vatandaş" olanlar, 12 Eylül darbesinden sonra biz de dahil yüzlerce muhalifin başına geldiği gibi, günün birinde tanrıların gazabına uğrayıp "vatansız" da olabilir.
Kimileri, Türkiye’den gelip Belçika’ya yerleşmiş onbinler gibi, iki ülkenin birden vatandaşı olabilir… Uluslararası şöhretler arasında bir değil, iki değil, aynı zamanda onlarca farklı ülkenin vatandaşı olanlar da bulunabilir. Örneğin ırk ayrımına karşı verdiği mücadeleden dolayı siyah halkların yüreğinde "Afrika Ana" olarak taht kuran ünlü şarkıcı Miriam Makeba…
Doğup büyüdüğü Güney Afrika’daki ırkçı rejim, halkının özgürlük mücadelesine sadece şarkılarıyla değil eylemleriyle de destek verdiği için, Makeba’yı kara listeye alarak önce onun şarkılarına yasak koymuş, ardından da kendisini vatandaşlıktan atmıştı. Amerika’da bulunduğu sırada annesinin cenazesine katılmak için ülkesine geçici olarak girmersine dahi izin verilmemişti.
Ama bu uygulamalar ters tepmiş, Cezayir, Gine, Belçika ve Gana başta olmak üzere dokuz ülke vatansız şarkıcı Makeba’ya vatandaşlık hakkı tanıyarak pasaport vermişti.
Türkiye’ye kaçak giren plaklarını dinleyerek hayran olduğumuz Makeba, 1968 yılında Amerika’daki Kara Panter hareketinin lideri Stokely Carmichael ile evlenmiş, bunun üzerine ABD hükümeti tarafından da kara listeye alındığı için eşiyle birlikte Gine’ye yerleşmek zorunda kalmıştı.
Ant’ta yayınladığımız dünyadaki anti-faşist direniş ve ulusal kurtuluş mücadeleleri üzerine kitaplar arasında Carmichael’ın Siyah İktidar adlı kitabı da vardı.
1971 darbesinden sonra illegal olarak bulunduğumuz Paris’te yakın ilişkide bulunduğumuz direniş grupları arasında Kara Panter’lerin özel bir yeri vardı. Türkiye’deki rejimi deşifre etmek için çeşitli dillerde yayınladığımız bildiri, rapor ve kitapların İngilizce’sinin düzeltilmesinde Kara Panter militanlarından büyük destek görecektik.
Sıcak dostluk kurduğumuz Kara Panter’ler için, tıpkı dokuz pasaportlu Makeba gibi, herhangi bir ülkenin kimlik kartını ya da pasaportunu taşımanın hiçbir önemi yoktu. Çünkü onlar yıllarca önce doğdukları topraklardan zorbalıkla kopartılan ataları gibi her şeyden önce siyah Afrika’lıydılar, yine kapitalistler tarafından hunharca sömürülerek zenginleşmesine katkıda bulundukları bir ülkenin vatandaşı olarak Amerika’lıydılar, ama ABD’de kara listeye alındıkları için sürgüne gitmek zorunda kaldıkları Fransa’lıydılar.
Aslında Türk vatandaşlığından atıldığımızda günlük konuşmalarımızda daha sık telaffuz edilir olan "vatandaş" kelimesi benim için çocukluğumdan beri bir aidiyet ifadesi olmaktan farklı anlamlar taşıyordu.
Anatole France’ın Allahlar Susamışlardı kitabını Kayseri’nin Erciyas Dağı eteklerindeki bir ara tren istasyonunda büyük bir açlıkla hatmettiğimde 8-9 yaşlarındaydım. İhtilalciler birbirlerine hep "vatandaş" diye hitap etmekteydi: Vatandaş Robespierre, Vatandaş Gameline…
Şaşırtıcı değil… 1789 Fransız İhtilali kraliyetçiler, aristokratlar ve ruhban kesimi hariç ezilen sınıf ve tabakalarla kapitalistlerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir burjuva devrimiydi, devrime katılan ya da destekleyenler de sınıf farkına bakılmaksızın "vatandaş"tı.
Onu izleyen 1830, 1848 ve 1871 devrimleri ezilen sınıfların burjuvaziye karşı başkaldırısı olduğu için "Vatandaş" hitabının yerini giderek "Yoldaş" kelimesi aldı.
Bizdeki tek parti döneminde de, onu izleyen çakma çok partili rejim dönemlerinde de "vatandaş" titri hak ve eşitlik isteyen kişiler için değil, zorba iktidarların emirlerini harfiyen yerine getirmekle yükümlü olan sınıf ve tabakaların mensupları için geçerliydi. Partilerin ancak seçim kampanyalarında oy alabilmek için her fırsatta kullandıkları "Vatandaş!" hitabı, günlük yaşamda "Vatandaş Türkçe Konuş!" buyruğunda olduğu gibi bir haddini bildirme, hizaya getirme aracıydı.
141 ve 142. maddelerin yürürlükte bulunduğu dönemlerde işçi sınıfı örgütlenmelerinde aktif yer alanların bile birbirlerine "yoldaş" diye hitap etmesi kolluk ve adliye kuvvertlerince komünist propaganda ya da örgütlenmenin bir emaresi sayıldığından onun yerine uzun yıllar "arkadaş!" hitabıyla yetinilir oldu. Kapalı kapılar ardında, kem gözlerden uzak birbirine "yoldaş" diye hitab etme cesareti gösterenler çıkmışsa da böylesi bir hitap her daim bir tabu olarak kalakaldı.
Türkiye’deyken Türkiye İşçi Partisi saflarında da, sol yayıncılık çevresinde "Doğan arkadaş" diye çağırılmaya öylesine alışmışım ki, 1971’de sürgüne çıktıktan sonra Belçika ve Fransa’da direniş örgütlenmemize yardım eden komünist ve sosyalist partili ya da sendikacı dostlar daha ilk tanıştığımız günden itibaren bana o zamanlar kullandığım takma adımla "Mehmet yoldaş" diye hitap ettiklerinde bayağı şaşırmış, karşılığında onlara rahat rahat "yoldaş" diye hitap edebilmem hayli vakit almıştı.
1976’da yeniden kurulan Türkiye İşçi Partisi’ni Avrupa ülkelerinde örgütlemeye başladığımızda artık tereddüde yer kalmamıştı. Parti üyesi olsun, sempatizanı olsun, bu kavgaya katılan herkes artık yoldaş’tı. 1982’de Belçika’da sürgüne gelip misafirimiz olduğunda TİP Genel Başkanı Behice Boran da partililerle ilişkilerde Boran yoldaş, Belçika komünistleriyle ya da SSCB ve Bulgaristan komünist partilerinin bu ülkedeki temsilcileriyle ilişkilerde Camarade Boran’dı…
Evren diktasının yurt dışındaki rejim muhaliflerine karşı "Kansızlar" diye başlattığı vatandaşlıktan atma kampanyası nedeniyle yüzlerce Türkiyeli muhalif birbiri ardına "vatandaş" sıfatı kaybettirildiği için sadece "yoldaş" olmakla yetineceklerdi.
Komünist ya da sosyalist dostlarımızla hâlâ "camarade" diye selamlaştığımız Belçika’da sarı yelekliler isyanından bu yana yeni bir gelişme yaşıyoruz. 1789 Fransız devriminden tam 230 yıl sonra "Vatandaş" kelimesi yine revaçta… Hele hele ortaokullardan üniversiteye kadar bilcümle gençlerin haftada bir gün dersleri asarak iklim değişikliğini doğuran düzeni protesto için sokaklara dökülmesinden bu yana…
Çok değil, daha beş ay önce yapılmış olan 14 Ekim yerel seçimlerinde siyasal zelzelenin ilk belirtileri ortaya çıkmıştı. Geleneksel düzen partileri, yani sosyalist, Hristiyan ve liberal partiler, büyük oy kaybına uğrarken, çevreci parti (Ecolo) ve radikal sol Belçika İşçi Partisi (PTB) oylarını ve yerel meclislerdeki sandalye sayılarını önemli ölçüde artırmışlardı.
Bu eğilimin giderek daha da güçlenmesi ve 25 Mayıs’ta yapılacak olan federal meclis, bölge meclisleri ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Ecolo ve PTB’nin sandalye sayılarını daha da artırması, hatta federal düzeyde ve Brüksel bölgesinde koalisyon hükümetlerini kurma görevinin en yüksek oy alan Ecolo’ya verilmesi bekleniyordu.
Ancak hayat pahalılığına ve gelir adaletsizliğine karşı Fransa’da olduğu gibi Belçika’da da tüm partilerden bağımsız olarak patlak veren Sarı Yelekliler direnişi ülkenin yıllanmış siyaset erbabı ve de klasik koalisyon senaryolarına koşullanmış medya için büyük sürpriz oldu.
Daha önce de yazmıştım… Sarı Yelekliler hareketi örgütsel bir direniş değil… Sarı yeleği sırtına geçirip sokağa dökülenler içinde işçisinden işsizine, köylüsünden küçük esnafına, öğrencisinden sanatçısına tüm ezilen sınıf ve tabakalardan insanların, yoksulluk sınırının altında ya da o sınırın altına düşme tehlikesindeki yurttaşların kendiliğinden eylemi… İçinde solcusu da, sağcısı da, siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayanı da var.
Hemen tüm siyasal partiler, direnişçilerin arasına "casseurs" denilen kırıp dökücü unsurların karışmış olmasını bahane ederek, Sarı Yelekliler'in haklı direnişine destek vermekten özenle kaçıyor. Kaçıyorlar, çünkü Avrupa Birliği ve NATO gibi tekelci kapitalizmin komuta merkezlerini barındırmakla övünen bu ülkede sosyalistler de dahil düzen partilerinden hiçbiri sosyal adaletsizliğin ve yoksulluğun ana nedenlerine karşı savaş verecek konumda değil…
Sarı Yelek eylemlerine katılanların sayısının kış mevsiminde giderek azalması düzen partilerine biraz nefes aldırır gibi olmuşken, bu kez 10 binlerce öğrencinin her hafta sokağa dökülerek iklim değişikliğini doğuran düzeni protesto etmeleri hesapları yine altüst etti.
Artık televizyon tartışmalarında, büyük tiraj gazetelerinin manşetlerinde sadece ismi konmamış bir vatandaş hareketinden bahsediliyor.
Klasik düzen partileri şimdiye kadar kabak tadı vermiş geleneksel vaatlerini ikinci plana atmış, varsa yoksa iklim değişikliğine karşı mücadelenin en iyi kendileri tarafından gerçekleştirilebileceğini söyleyerek Sarı Yelekliler'i ve de iklim militanı gençlerle onların yakınlarını ve destekçilerini kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar.
Öyle ki, şimdiye kadar ağırlık taşıdığı federal ya da bölgesel koalisyon hükümetlerinde "yönetimci sosyalizm" adı altında mevcut kapitalist düzeni sürdürmeyi görev bilen Sosyalist Parti’nin artık miadını çoktan doldurmuş lideri Di Rupo bile "yeşil ecolo" yerine "kızıl ekolo" sloganlarıyla vatandaş hareketini büyülemeye çalışıyor.
Son yerel seçimlerdeki oy artırımından sonra kamuoyu yoklamalarında oy artırmaya devam edeceği öngörülen yeşiller partisi ECOLO iklim protestocularının doğal olarak kendisini destekleyeceğinden emin, ama göstericiler ekrana her çıkışlarında tüm partilere mesafeli olduklarını söylüyorlar.
Bu curcuna içinde en sağduyulu ses yine de radikal sol PTB’den geliyor. Sosyalistlerin de, ECOLO’nun da bugüne dek ortak oldukları koalisyon hükümetlerinde sınırlı reformlarla nevcut düzeni idame ettirmekten başka bir şey yapmadıklarını vurgulayarak, Vatandaş hareketinin beklediği çözümün ancak kapitalist düzene, NATO’ya ve ABD’ye bağımlılığın sona erdirilmesiyle mümkün olabileceğini vurguluyor.
Seçime üç ay kalmışken Vatandaş hareketinin mevcut tüm partilerden bağımsız yeni bir parti yaratması ve onunla seçime gitmesi ihtimal dışı… Bu nedenle, Vatandaş hareketine katılanlar da bu seçimde ister istemez mevcut partilerden kendilerine en yakın gördüklerine oy verecekler.
Büyük hesaplaşma 25 Mayıs’tan sonra olacak… Önümüzdeki yasama döneminde uzun süreli koalisyon pazarlıkları yaşanırken, ya ECOLO ve PTB vatandaş hareketi katılımcılarını daha radikal program ve vaatlerle kendi saflarında toplayacak, ya da hepsinden bağımsız yeni bir parti doğacak. Mevcutların dışında yeni bir parti doğması ise Belçika’nın klasik hale gelmiş aylar süren koalisyon pazarlığı maratonlarına bir yenisini ekleyebilir.
Daha da önemlisi, tüm bu kargaşa içinde, Belçika nüfusunun, yüzölçümünün ve ekonomisinin yarısından fazlasını elinde bulunduran kuzeydeki Flaman bölgesi, milliyetçi NVA ve aşırı milliyetçi VB’nin güdümünde, kendi bağımsızlığının ön aşaması olan konfederal bir yapıyı dayatabilir.
Buna, Kırmızı Şeytanlar’ın yeşil sahalardaki yeni zaferleri de, aile skandallarıyla sarsılan hanedanın pederşahi müdahaleleri de engel olamaz…