Bu dünyadan Erkin Koray geçti

Bunca farklı sesi, tarzı bir araya getirmek, kendi sesini çoğaltmak ve yükseltmek, “ben kimim, biz kimiz?” sorularına cevap aramaktan ve daha geniş bir arayıştan kaynaklanıyordu. Şimdi bunun cevabını biliyoruz. O seslerin hepsi kendisiydi. Hepsi bizdik.

Çocukluğundan itibaren hayatı hep müzikle geçmiş bir sanatçı Erkin Koray. Daha doğrusu müzikle büyümüş, müzik büyütmüş onu. Annesinin İstanbul Belediye Konservatuarı’nda piyona öğretmeni olması, çok küçük yaşlarda piyano çalmasına, klasik müzikle tanışmasına olanak sağlamış. Alman Lisesi’ndeki öğrenciliği sırasında, dünyayı kasıp kavuran rock’n roll fırtınasının memleket semalarında da ses bulmaya başlaması, Erkin Koray’ı da etkisi altına almış.

1955'te Durul Gence, Erkut Taçkın, Erkan Gürsel’in de içinde bulunduğu, Deniz Harp Okulu öğrencilerinden oluşan orkestra, çaldıkları rock’n roll parçalarıyla büyük ilgi çekmiş ve bu etkiyle Erkin Koray da Alman Lisesi’ndeki arkadaşlarıyla rock’n roll tarzında şarkılar söylemeye başlamış.

29 Aralık 1957’de Erkin Koray’ın Alman Lisesi’nde okuyan iki arkadaşıyla kurduğu grubun Galatasaray Lisesi’nde verdiği konser, tam bir kırılma noktası olur. Bu ilk konser, hem onun sahneyle tanışmasını sağlamış hem de Türkiye’nin rock müzik tarihi açısından önemli bir adım olmuştur.

Bu konser sonrası Erkin Koray dikkat çeker ve kulüplerden teklif almaya başlar. Bunun üzerine, 1959 yılında ilk profesyonel grubunu, ‘Erkin Koray ve Ritimcileri’ni kurar. O esnada Türkiye’de rock’n roll baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Erkin Koray sahnede bu tarz şarkılar söylese de, aynı zamanda, farklı olanı da denemeye başlamıştır bile. Mesela 'Ceviz Oynamaya Geldim Odana' adlı türküyü, batı tarzında düzenlemiştir. Bu, onun ileriki yıllarda müzikte yaratacağı üslubun, alacağı tavrın habercisidir. Zaman içinde bu anlayışı çok daha genişletecek, dönüştürecektir Erkin Koray.

Batının müzikal ruhuyla buranın müzikal ruhunu, dilini birleştirecek, rock müziği ileriye taşıyacak bambaşka bir söylemin de temelini atacaktır. Öyle sağlam bir temeldir ki bu, rock müziğe “buraya dair bir kimlik” yerleştirmekle kalmayacak, başta Replikas olmak üzere kendinden sonraki kuşaklar için de öncü olacaktı.

1960’ların başında, kulüplerde amatör olarak şarkı söylemesine rağmen kendisinden epey söz ettirir Koray. Asıl çıkışını ise, 1965 yılında, askerlik sonrası yapacaktır. Kendini ve müziğini geliştirmek adına İngiltere ve Almanya’ya yaptığı yolculuklarla, o dönemin rock müzik sahnesini yakından izler, hatta Alman müzisyenlerle çalışır. Türkiye’ye döndüğünde, o dönemin Türkiye’si için oldukça sert kaçan hard rock tarzında denemelere girişir ancak bunun için doğru zaman olmadığını anlar.

Askerlik öncesinde, 1962 yılında yaptığı ilk 45’liği 'Bir Eylül Akşamı' ve plağın diğer yüzünde yer alan “İt’s So Long”, o dönem için hayli aykırı parçalardı. 1966 yılında yayınlanan, dört şarkılık ikinci plağı “Balla Balla” pek ilgi görmez. Hem İngilizce söylenmiş olması hem de şarkıların beat- rock tarzında olması o dönem için erkendi.

Erkin Koray, gerçek anlamda çıkışını ‘Erkin Koray Dörtlüsü’yle kaydettiği ve 1967 yılında yayınladığı 'Kızları da Alın Askere' adlı 45’liğiyle yaptı. Plak hayli ilgi çekti ve oldukça iyi sattı. Erkin Koray Dörtlü’sünde ritim gitarda Tuncer Dürüm, basta Ziya Bakanay ve davulda Sedat Avcı yer alıyordu. (1968’de Ziya Bakanay’ın gruptan ayrılmasıyla yerine bas gitarda Taner Öngür geçer.)

Ardından, aynı grupla 'Anma Arkadaş' adlı 45’liği çıkardı. Bu plak, Erkin Koray’ın gideceği yolu ve ilerde yapacağı şarkıların karakterini belirleyecek bir çalışmaydı. 'Anma Arkadaş', arabeske kaçan söylemi, taverna müziğinin unsurlarıyla beraber saykodelik tarzın da kendini hissettirdiği, o gün için memlekette pek alışıldık olmayan bir yapı barındırıyordu içinde. Plağın diğer yüzündeyse, “Anadolu’da Sevdim” türküsü rock müzikle kaynaştırılmıştı. Ve önceki plak gibi bu da hayli ilgi çekti. Erkin Koray müzikte kendi yolunu çizmeye, sesini bulmaya başlamış ve artık tanınan bir sanatçı olmuştu.

GEL BAK NE SÖYLİCEM

Erkin Koray’ın yaptığı müziği anlamak için 1960’lı yıllardan, o dönemin yapısından söz etmek gerek. Çünkü 1960’lar dünya tarihi için yabana atılamayacak kadar önemli bir dönüm noktası. Hem politik hem kültürel hem toplumsal değişimlerin olduğu, tüm bunların sanatta, özellikle de plastik sanatlarda farklı bir dil oluşturduğu yıllardı. İki büyük dünya savaşının izleri, dünya genelinde yaşanan ekonomik durgunluk, ABD’nin Vietnam’a müdahalesi, artan ırkçılık, Avrupa’da işsizlik, işçi sorunları, göçler, hak ve özgürlük arayışları her yerde protestoların artmasına neden olacaktı.

Ardından, tarihe 68 hareketi olarak geçen eylemler hak ve özgürlük mücadelesini tüm dünyada dalga dalga büyüttü. Bu büyük kitlesel eylemlilik sanatı da etkilemişti. Performans sanatının öne çıkması, plastik sanatlarda ve sinemada yeni bir dil oluşması, “imgenin yeniden üretilmesi”, müzikte de protest veya devrimci müzik gibi türlerin ortaya çıkmasına ön ayak olmuştu.

Ancak 68 hareketinin büyük kitlelere ulaşmasında başta John Lennon olmak üzere bazı rock müzisyenlerin etkisi büyüktü. Bu hareketin müziği olarak rock müzik muhalif bir söylemle, özgürlük ve barış arayışlarının da dili olmuştu. O dönem çiçek çocuklarının barış ve aşk istemleriyle öne çıkması ve komün yaşamı idealize etmeleri, Türkiye’de de karşılığını bulmuştu.

Anadolu rock, Türkiye’de 68 kuşağının yarattığı bir müzikti. Aynı zamanda dünyada saykodelik rock’ın ivme kazanması, hippi ve çiçek çocuklarının başlattığı hareketin güçlenmesi, Doğu felsefesine ilginin artması, Erkin Koray’ın da ilgisini çekiyordu. Bu dönemden sonra, saykodelik rock onun müziğinde gittikçe daha da baskın olacak, buraya dair melodileri bu müzikle kaynaştırarak bir sentez yaratacaktı.

Kısacası, yerel ile evrenseli birleştirecekti. Ki o dönem, yerel olanla evrensel olanı buluşturmak diğer müzisyenler için de önemli bir unsurdu. Dönemin rock müziğinin diğer önemli isimleri Cem Karaca ve Barış Manço da tüm bu etkileri müziklerine katmışlardı. Ancak bu üç önemli ismin müzikteki üslupları, müziklerine kattıkları karakter elbette farklıydı. Birbirlerine benzemiyorlardı. Bu hayli önemli ve değerliydi.

Erkin Koray ise hiç kimseye benzemiyordu. Şahsına münhasır denilenlerdendi o. İlginç vokali, uzun saçları, hippi yaşam tarzı, sıra dışı fikirleri, underground tavrı, 1969 yılında kurduğu ‘Yeraltı Dörtlüsü’yle daha da belirginleşti. ‘Yeraltı Dörtlüsü’nün ilk kadrosunda Sedat Avcı, Ataman Hakman ve Aydın Şencan da yer alıyordu ve bu grup rock müzik tarihinde önemli bir yer açtı kendine.

1971 yılında Ahmet Güvenç’in gruba katıldığını, ardından Ataman Hakman’ın ayrılıp yerine Cahit Kukul’un gruba dahil olduğunu eklemek gerek. Erkin Koray’ın düşünce dünyası, müzikteki deneyselliği grubun yaratıcılığıyla birleşmişti. Bu anlamda Erkin Koray’ın Yeraltı Dörtlüsü’yle yaptığı çalışmalar kariyerinde önemli bir yer tutuyor. Hem düşünsel olarak genişlediği hem de müzikal olarak çizgisini iyice netleştirdiği bir dönem bu. Müzikteki underground tavır, onların yaşam biçimlerine de yansımış, bunu bir kültür olarak benimsemişlerdi.

O dönem, türkü formundaki 'Köprüden Geçti Gelin'i ya da klasik sanat müziği parçası olan 'Kıskanırım Seni Ben' şarkısını underground bir yaklaşımla tekrardan düzenlemesi dönemi için ilgi çekiciydi. Yeraltı Dörtlüsü’yle yaptıkları plaklardan biri olan 'Meçhul' de saykodelik-underground tavrının en iyi örneklerinden biriydi. Yine 'Gel Bak Ne Söylicem', “İlahi Morluk” gibi şarkıların, o dönem üretilmiş en iyi şarkılardan olduğunu da belirtmek gerek.

Erkin Koray ‘Yeraltı Dörtlüsü’yle adını ve tavrını daha geniş kitlelere duyurmuştu ancak yeniden yurtdışına çıkması ve uzun bir süre orada kalmasıyla grup dağıldı. Ülkeye geri döndüğündeyse bu sefer ‘SüperGroup’u kurdu. Bu grupla 1972’de çıkardığı ilk 45’liği 'Yağmur/ Aşka İnanmıyorum' ve sonrasında çıkardığı plaklar, Koray’ın yeni bir arayışa girdiğini gösteriyordu.

Bu grupla beraber, underground tarzının yanı sıra, arabeske meyleden bir tavrı da gözeten düzenlemeler yapıyordu. Zaten Erkin Koray yaptığı hiçbir şeyle yetinmiyor, tarzını, her seferinde üzerine yeni şeyler ekleyerek genişletiyordu. Tıpkı ‘TER’ grubuyla yaptığı, bir Orhan Gencebay bestesi olan “Hor Görme Garibi” şarkısında yarattığı atmosfer, arabeske kattığı hard rock yorum gibi. Gerçi TER grubuyla yollarını kısa süre sonra ayırsa da, oradaki söylemi daha da büyütmeyi hedeflediği belliydi.

Bunun en güçlü örneğini de 1974’te 'Bunalımlar' grubundan Nihat Örelel’le beraber yazdıkları 'Şaşkın' şarkısıyla verdiler. Ardından yine Örelel’le yaptıkları 'Krallar' şarkısı ve yine aynı yıl 'Fesuphanallah', 'Arap Saçı', 1975 yılında çıkardığı 'Estarabim' Erkin Koray’ın unutulmazları arasına girmekle kalmadı, rock müzik tarihinde önemli bir iz de bıraktı.

Elbette çıkardığı plaklar, albümler bununla sınırlı değildi. Seksenler ve doksanlarda çalışmalarıyla kendinden söz ettirdi. Ancak o hep yoldaydı. Sürekli yola çıkma durumu, yenilik arayışıyla ilgiliydi. Bu hareketlilik, kelimenin tam anlamıyla yerinde duramama hali onu başka yönlere bakmaya, başka sesleri dinlemeye, araştırmaya itiyordu.

Mesela Ortadoğu müziği üzerine yaptığı araştırmalar, Uzakdoğu felsefesine olan ilgisi, tüm bunları şarkılarına yansıtması veya diğer tarzlarla kurduğu bağ, sentez anlayışı ve tüm bunları damıtması bu arayışın sonucuydu. Bunca farklı sesi, farklı tarzı bir araya getirmek, kendi sesini olabildiğince çoğaltmak ve yükseltmek, o seslerin içinde yatan “ben kimim, biz kimiz?” sorularına cevap aramaktan ve daha da geniş bir arayıştan kaynaklanıyordu. Şimdi bunun cevabını biliyoruz: O seslerin hepsi kendisiydi. Hepsi bizdik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Deniz Durukan Arşivi