Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Buradan çıkış yok

Tarihte susulan her aralık, yanlış durumlarla kurulan ittifaklar, sonra gelip toplumun başına bela olmuştur. Vaktinde konuşmak diye bir şeyi kim uydurduysa, tek derdi, insanları edilgen kılmaktır.

“Ele söylenmez” diye bir söz vardır, aklıma hep Ece Ayhan'ın “cumhuriyetin en dahi suçları imparatorluğu ilgilendirmez” sözünü getirir. Bir karşılaştırma, kötü ve daha kötüsü arasında kurulur ve öncelik, daha kötünün gömülmesine öncelik verdiği için, konuşulması gereken şeyler arasında bir hiyerarşi kurulur. Önce en kötüye karşı birlikte mücadele edilmeli, onu etkisiz hale getirdikten sonra, görüp rahatsız olduklarımız konusunda konuşmanın sırası gelecektir.

Bu akıl yürütme, farkında olunanı görmezden gelme, daha doğrusu bir sıraya koyma mantığına dayanır ve her zaman yürürlüktedir. Acıklı bir tarafı vardır. Çaresizliğin derecesini buradan okuyabilirsiniz. Dürüstlüğü böler ve kötünün iyisi dışında bir seçeneği olmadığına ikna edilmiş insanların tarihinden kalmıştır. Yolun çetrefil kısımlarını geçerken, aslında hiç içinize sinmeyen şeylerle ortaklık kurmanız gerektiğini bildirir bu düşünce. Evet, sorun vardır, ama şimdi konuşmanın sırası değildir.

Bu hiyerarşi, insanın özgür düşünmesinin önüne çekilmiş bir set işlevi görür ve insanın aslında önce kendisiyle bir ortaklık kurduğunu iddia edenlerle mücadele etmesi gerektiği gerçeğini bir biçimde yasaklar. Şimdi sırası değil.

Bir parça anlaşılır gibi görünmüştür bu sıra çoğumuz için, yaslandığı mantığı, hep daha kötüyle uğraşan bir tarihten geldiğimiz için normalleştirmişizdir de. En son söyleyeceğini başta söyleyen insanlar da sevilmezler, insan ilişkilerine bile transfer edilmiş bir konuşma dizgesi vardır. Aynı sıra orada da kurulur, bir sırayı takip etmek, nerede ne söyleyeceğini bilmek, yetişkin insanın öğrenmiş olması gereken özelliklerden biridir. Burada aslında “ne söylediği” ile “söylediğinin doğruluk değeri” ile ilgili hiçbir itiraz yoktur, mesele, sıraya, zamana uymamasıdır. “Söylediğin şey doğru olabilir”, derler, “ama şimdi zamanı değil.” Kişisel ilişkilerde bu, açıkça “bunu işitmek canımı yakıyor, bununla karşılaşmaya hazır değilim” biçiminde dile getirilmez de, “üslubun çok yanlış” denilir. Farkındaysanız bütün toplumsal, kişisel ilişkilerimiz, bir şeyin ne zaman söyleneceğine bağlı kurulmuştur. Bir zamanlar bunun doğru olduğuna karar verilmiş, sonra da diğer tüm konuşma biçimleri yanlış kabul edilmiştir.

VAKİTSİZ ÖTEN HOROZ

İktidarla mücadele ederken, bir otoriter yapıyla mücadele ederken, onun karşısında konumlandığını iddia eden, onu eleştirdiğini söyleyen yapılarla kurduğumuz ilişki de bir sıra ilişkisidir. Ne olduğunu biliyoruz ama şimdi konuşmanın sırası değildir. Yooo diyeceğim ben, aslında bu sırayı tersyüz etmezsek, her şey daha kötü olacak. Üstelik hep olmuştur. Tarihte susulan her aralık, yanlış durumlarla kurulan ittifaklar, sonra gelip toplumun başına bela olmuştur. Vaktinde konuşmak diye bir şeyi kim uydurduysa, tek derdi, insanları edilgen kılmaktır. Vakitsiz öten horozun öldürülmesi gibi. Bu bir tehdit, benzerlerimizden geliyorsa eğer, daha şiddetle tepki verilmelidir. Hatay'da geçirdiğim gecelerden birinde, bir horoz sabaha kadar susmadan ötmüştü. Bir felaketi bildiriyordu. Doğacak bir sabahın olmadığını anlamıştı çünkü, bütün sabahlar iptal edilmişti. Horozun bildiği buydu. Biz ise yatıp, iptal edilen sabahları bekleyenleriz.

Zamanını beklemek aslında, insan kadar kederli bir şey. Bir çaresizliğe kapatılmışlığın sonucu. O kadar karar, doğru sandığımız şeyler, hatta kategoriler, öyle uzak bir geçmişten, öyle kötü bir tarihten geliyor ki. Şimdi doğru sandığımız çok şey, aslında berbat yanlışların içinde biçimlenmiş ve herkese doğru diye öğretilmiştir. Başka bir yazıda söz etmek istediğim Graber'in dediği gibi, bu, borçlu doğmanın bir ifadesidir. Her şeye borcumuz var gibi yaşamamızın kökeni buraya ait. Değer sistemimiz, ifade cesaretsizliğimiz, konuşmak için sırasını bekleyişimiz-hiç gelmeyecek bu zaman, öleceğiz- buraya ait.

Heiner Müller iki Almanya arasına duvar çekildiğinde, duvarı neden desteklediğini anlatırken, sürekli batı ne der baskısından kurtulacağız diye düşünmüştüm demişti. Belki artık sadece kendi sorunlarımıza odaklanırız ve konuşulması gerekenleri konuşuruz. Karşı taraf tehdidi olmadan konuşmak. Çok iyi anlamıştım onu. Ama gerçekten “düşmandan” kurtulduğumuzda, gerçekleri konuşabileceğimiz bir sıra gelecek mi? Duvar yıkıldığında ise hüzünle, “o, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht için yapılmış bir mozoleydi, gençliğimdi” demişti. İki devrimciyi yok eden tarih, benzer biçimde dönüyor. Konuşma zamanı, konuşma sırası yok artık, hepsini Hatay'daki o horoz gagaladı. Sıra şimdi, sıra bizde, hepsinin ortak bir takvimi var, iktidar için kavgadalar. Ne ağlayan horoz ne ağlayan tarih umurlarında. Sıra bozulsun. Hatay'da yıkıntılarla doluydu o sokak, her yer karanlıktı ve horoz, sabaha kadar öttü. Kimse uyumuyordu.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi