Celal Başlangıç
Daha çok savaş, daha çok iktidar
Hareket eden her nesneye ateş eden kovboyun başrol oynadığı bir western filmi izliyoruz sanki.
Herkesi karşısına konulmuş hedef tahtası zannediyor.
Ana muhalefet partisi CHP… Genel Başkanı Kılıçdaroğlu… Seçilmiş büyükşehir belediye başkanları…
Meclis’in üçüncü büyük partisi HDP… Seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, hatta üyeleri, seçmenleri…
AKP’den ayrılmış olsun ya da olmasın şu anda kendisini eleştiren, biat etmeyen, yeni parti kurma hazırlığı yapan bütün eski yol arkadaşları…
Saray’da yapılan yeni adli yıl açılışına katılmayan ve neredeyse Türkiye’deki avukatların yüzde 90’ından fazlasını temsil eden 50’den fazla baro… Muhalif meslek odaları, sendikalar…
Suriye rejimi… Kuzey Suriye’deki Kürtler…
Son seçim dönemecinde en büyük hatasını 31 Mart’ta İstanbul’u kaybedince, seçimi iptal ettirip 23 Haziran’da tekrarlatarak yaptı. 13 binle kaybettiği İstanbul seçimini ikinci kez yaptırınca 800 bin oy fark yedi.
Bu aslında sadece İstanbul’da değil bütün Türkiye’de kaybettiği anlamına geliyordu.
Yanlış hamlesiyle karşısındaki muhalefetin birbiriyle daha çok kenetlenmesine yol açtı. Özellikle CHP tabanıyla HDP tabanı birbirlerini daha iyi anladılar, birbirlerine daha çok yakınlaştılar.
Bu süreçte ikinci büyük hatası HDP’nin kazandığı Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyım ataması oldu.
İlk kayyım denemesini yaklaşık üç yıl önce yapmıştı. HDP/DBP’li 100’e yakın yerel yönetime kayyım atanmıştı.
Gerek Olağanüstü Hâl koşulları gerekse bölgenin yaşadığı çatışmalı süreç Kürtlerin seçme ve seçilme hakkına yapılan bu saldırıya gereken tepkinin gösterilmesini engellemişti.
Ancak 31 Mart seçiminden büyük kentleri kaybederek çıkmış, hele 23 Haziran İstanbul seçiminde hezimete uğramış bir AKP’nin üç Kürt kentinde belediye yönetimlerini gasp edip seçilmiş başkanların yerine devletin valilerini ataması kaçınılmaz olarak meşru bir direniş zemini yarattı.
Bir önceki kayyım atamalarına sessiz kalan ana muhalefet partisi CHP bu kez HDP’li başkanların yerine atanan kayyıma şiddetle karşı çıkma pozisyonuna geçti.
Bu açıdan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Diyarbakır’a giderek görevden alınan HDP’li başkanlarla buluşması Türkiye’de siyasetin geleceği açısından umutlu ipuçları verdi.
Elbette İmamoğlu’nun bu hamlesi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dışında olamazdı ve görünen o ki ana muhalefet partisi Kürtlerle yan yana durma fobisini üzerinden atmaya başlamıştı.
Ama bu siyasi jest tabii ki hareket eden her nesneye ateş eden kovboyun menziline girmişti:
"Bölücü örgüt güdümündeki partiye verdikleri destek ve sözleri harfiyen yerine getiriyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Diyarbakır’da kimlerle neyi konuşuyor? Teröre bulamış olanlarla dirsek temasında ve ‘Sizlerle beraberiz’ diyorlar. Bölücü terör örgütüyle ilişkileri nedeniyle görevden alınan belediye başkanlarına destek veriyorlar. Terör örgütünün güdümündeki partinin borazanlığına soyunuyorlar."
Bu zamana kadar "terör örgütüne destek" suçlamalarından korkarak AKP’nin çizdiği sınırlar dahilinde politika yapmaya kalkan CHP’de bir şeyler değişmeye başlamış belli ki. Kafalar biraz daha netleşmiş.
O yüzden olsa gerek hareket eden her nesneye ateş eden kovboyun eski tuzağına düşmeden net yanıt veriyor İmamoğlu:
"Bir suçu varsa neden dışarıda? Diyarbakır benim, İstanbul benim. Aynı yerdeyiz, aynı gemideyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları ile görüştüm. Kameraların önünde görüştüm. Türkiye Cumhuriyeti’nin belediyesinde seçilmiş belediye başkanı ile görüştüm. Bizim şehrimizi yöneten Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ile görüştüm. Kim terörist, kim terör örgütüne üye bu ispat ister."
Sadece ana muhalefet partisi CHP’yi ya da Meclis’in üçüncü büyük partisi HDP’yi hedefine koymuş değil. Partisinden ayrılan ya da ayrılmayan eski yol arkadaşlarına da nişan alıyor.
"AK Parti’den ne kopartırsak anlayışıyla birileri sürekli şişiriliyor. Millete söyleyecek sözü olmayanların gidebilecekleri tek yer bir sonraki seçimde sandığın en dibi olacaktır."
Elbette sadece ülke içersinde değil, ülke dışında da hareket eden her nesneye ateş ediyor bu kovboy.
Ağustos ayının başında Kurban Bayramı mesajı da bayram kutlaması değil, yeni bir savaş çağrısıydı:
"Ağustos ayı, bizim tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Yaklaşık iki hafta sonra idrak edeceğimiz Malazgirt Zaferinden Mercidabık Seferine, İstiklal Harbimizin zirvesi olan 30 Ağustos Zaferinden Kıbrıs çıkartmasına kadar pek çok dönüm notasını bu ay içinde yaşadık. Son olarak Suriye sınırlarımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridoruna ilk vurduğumuz darbe olan Fırat Kalkanı Harekâtı'nı da yine bir Ağustos günü başlattık. İnşallah bu Ağustos’ta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz."
Bu açıklamadan sonra herkes nefesini tutup beklemişti "Ağustos’un kaçında Fırat’ın doğusuna girecek" diye. Çünkü bu Türkiye’nin Suriye sınırında yeni bir cephe açılması demekti.
Neyse ki Ağustos yeni bir cephe açılmadan bitti. Kendisi "Ağustos’ta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini" ekleyemedi.
Ama gözü hep fırsat yakalamakta olacak. Çünkü artık ülke yönetilemez hale geldi. Muhalefet giderek daha da sıkı bir araya geliyor. Kendi partisi içersindeki çatlak her geçen gün büyüyor. Türkiye’nin ekonomisi battıkça batıyor, küçüldükçe küçülüyor. Peş peşe gelen zamlar ülke nüfusunun çok büyük bölümünü açlık sınırına getirdi. Bu ülkede yaşayanlar artık kitleler halinde yoksullaşmaya başladı. Suriye politikası artık çökme aşamasından bataklığa saplanma noktasına geldi. ABD ile Rusya arasında koca bir ülkeyi hokkabaz topuna çevirdi.
İşte bu nedenlerle yeni cephelere, yeni savaşlara ihtiyacı var.
Yeni cepheler açılsın ki, muhalefetteki bloklaşmayı çatlatsın.
Yeni cepheler açılsın ki kendi partisi içersindeki çözülmeyi önlesin.
Yeni cepheler açılsın ki yarın "açız" diye sokaklara çıkan insanları "Siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz" diye azarlayabilsin.
Hareket eden her nesneye ateş eden kovboyun daha çok cepheye, daha çok savaşa ihtiyacı var.
Çünkü daha çok savaş daha çok iktidar demektir!