Dêrsîm yanarken kurban kesmek!

Diyanet'e ve kurban kesme sünnetine pek de düşkün cümbür cemaate daha başkaca hatırlatacaklarım var: Kurban kesmek tek-tük zamanlarda, ağaç dikmek ise her zaman sünnettir.

"Onların ne etleri ne kanları Allah'a ulaşır, ancak O'na sizden takva ulaşır." (Hac: 37)

Anlaşıldığı üzere kurban kesmekten ğaye takvadır. Takva ise; sadece kurbanı putlara kesmemek değil, insanları da kurban etmekten kurtarmaktır, hayvana şiddet göstermemektir, ormanları yakmamaktır, yanan ormanı söndürmeye koşmaktır… Eğer bu erdemli yaşam biçimini sergilemiyorsak bilelim ki Allah’ın hayvanlarını kesmemizin çok da bir anlamı yoktur.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü'nün, Türkiye'de geçen yıl çıkan orman yangınlarıyla ilgili açıkladığı rapora göre, Türkiye'de 2017 yılında 119 bin 92 hektar ormanlık alan yangınlarda zarar gördü. Geçen yıl meydana gelen 2411 orman yangınından 1280'inin çıkış nedeni aydınlatılamadı.

Yaklaşık 20 milyon hektarlık ormanlık alanlar, ülke yüzölçümünün yüzde 28'ini oluşturuyor.

Tabii çok da kötü sayılmayan bu oran; son zamanlarda yaşlı-başlı zeytin ağaçlarına beslediğimiz düşmanlıkla, ormanlık alanlarda yapılan lüks otellerle ve mesela Dêrsîm’de olduğu gibi "güvenlik" amaçlı çıkartılan yangınlarla hızla azalmaktadır! Toplumun akciğerleri olan güzelim ormanları yakmakla içerisinde bulunan binlerce kuş ve böcek türünü de yok edip yaban hayatı ile birlikte sivil yaşamı da tehdit ettiğimizin farkında mıyız? "Yok! 1937’lerde Dêrsîm insanını yaktık, şimdi de ormanını yakıyoruz çok mu?" diyorsanız ona yetiştirecek lafı bulmam kolay olmayacaktır! 17 gün boyunca yakılan binlerce dönümlük ormana birkaç gönüllü vatan-doğasever dışında seyirci kalan iktidarıyla muhalefetiyle bir topluma ne denilir ki!

Doğrusu; İslam Coğrafyasında binlerce insan Dincilik-Devletçilik-Milliyetçilik-Mezhepçilik adına kurban edilirken, Hz. Muhammed’in kurban kesmekteki espirisini anlamamız çok zor!

Yalnız bu makalemde, anız yakmanın haramlığını her sene hutbelere taşıyan Diyanet'e ve kurban kesme sünnetine pek de düşkün cümbür cemaate daha başkaca hatırlatacaklarım var: Kurban kesmek tek-tük zamanlarda, ağaç dikmek ise her zaman sünnettir.

Medine’de kendi elleriyle 300 hurma fidanı diken Hz. Muhammed, Zurayb denilen yeri de ormanlaştırmıştır. Burası ‘orman’ manasında ‘el-Ğabe’ ismiyle anılır olmuştur.

Çok detaya girmeyeceğim. Ama bir ufuk açmak için de olsa Hz. Peyğamber’in; keyfi avcılığı, hayvanları atış tahtası olarak belirlemeyi ve hayvan dövüşünü yasakladığını, aşırı yükten dolayı gözyaşı döküp yorulan deveyi teselli edip sahibini fırçaladığını ve O’nun meşhur üç hadisini bilelim:

"Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı varsa ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin!" (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

"Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır."  (Münavi, Feyzu’l-Kadir)

"Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır."  (Müslim)

Allah’ın (c.c) Mekke’yi harem yani yasak bölge, korunmuş bölge ilan etmesinin (Bir rivayette Hz. İbrahim Mekke’yi harem ilan etmiştir.) yanında Hz. Peyğamber de Medine’yi (doğu-batı istikametli iki tepe arası) harem ilan etmiştir. Yaklaşık 32 km’lik alan. Bu şehrin sur, kale gibi dîrokî (tarihi) yapı ve kalıntıları da buna dahildir.

Yine Taif’in vadileri, Tay ve Cüreyş kabile arazileri de sit alan kabul edilmiş olup bu "yasak bölge"lerde bırakalım haksız yere kan dökmeyi, yaban hayatı korumak adına avlanma, yaban ot ve ağaçların kesilmesi de yasaklanmıştır. Gerektiğinde bekçi ve görevli tutulacaktır.

Yine; Peyğamberin yüksek olmayan bahçeli, avlulu evlerden hoşlandığı da bir gerçektir. Böylece Müslümanlar anlamamakta inat etseler de harem ilan edilen Mekke-Medine ikilisi, insanlığın diğer kentlerine model şehir profilinde sunulmuşlardır. Yani ‘Ey insanlar! Siz de kentlerinizi dokunulmaz kılabilirsiniz; kan dökmeyi terk edin, yaban yaşamı dikkate alın, ormanları korumaya alın! Kısacası barışkent veya yeşilkent projelerinizle kentyaşamı cennetyaşamına dönüştürebilirsiniz’ demektir.

Günümüzde değeri yeni yeni takdir edilen konulardan olan imar ve çevre düzenlemesine, yaban yaşamın ve ekolojik dengenin korunmasına İslâm’ın verdiği önemi gösteren daha çok deliller bulmak mümkün olmakla beraber; konuyu güncelleştirirsek mesela Kürdler; Dêrsîm’in veya Hasankeyf’in sit alanı, harem yani ‘yasak bölge’ ilan edilmesini bir hak olarak talep etmeleri karşısında (Hz. Muhammed ve dört halifenin pratiklerine rağmen) günümüz Müslüman idarecilerinin bu sağduyulu taleplere kulak kapatarak, barajlardan, saray ve şatolardan veya kule yüksekliğinde alışveriş merkezlerinden yana tavır alacakları görülecektir.

Coğrafyamızda insanlarımız ha bire bilmem ne uğruna kurban ediliyor, ormanlarımız cayır cayır yakılıyorsa istediğimiz kadar ‘kurban’ adı altında hayvan keselim sonuç olarak bencilliğimiz, saltanat hırsı, aç gözlülük ve dünyevileşme virüsü bizleri Hz. Muhammed’in sadece adaletinden değil aynı zamanda yaşam biçimi ve ahlâkından da fersah fersah uzaklaştırmıştır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi