Dezenformasyonun komünistçesi

Kudüs’te bulunduğu iddia edilen bir tarih notunda geçen sadece bir isim benzerliği üzerinden Bediüzzaman gibi bir ismi Ermeni Katliamı ile ilişkilendirmek ne bilimseldir ne de etiktir!

Bediüzzaman gibi bir ismi Ermeni Katliamı ile ilişkilendirmek ne bilimseldir ne de etiktir!

Arşivcilik yapıp bazı belgelere ulaşmak yaptığınız çalışmayı bilimsel kılmak için yeterli değildir. O metin ve belgeleri en azından objektif olarak ele almak ve doğru yorumlamak gibi etik bir zorunluluğunuz da vardır. Aksi takdirde çalışmanız ‘çamur at, tutmazsa izi kalır’ deyimiyle malul olur ki etik olmayan bu tavrınızla güvenilirliğinizi de kaybedersiniz. Çünkü; Bazı gerçek bilgi ve belgeleri bazı yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak yaygın dezenformasyon taktiklerdendir.

Emrah Cilasun’un Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği isimli kitabından işte birkaç dezenformasyon örneği:

Yazarın esas aldığı aktarıma göre; Nursi’nin talebelerinden o zaman diliminde binbaşı olan Hulusi Yahyagil, Dersim halkını "Rafizi" ama yine de raiyetimiz olarak kabul ediyormuş. Binbaşı, o harekâtta "ciddi bir çatışma! içerisine" girişmemiş. Bediüzzaman’ın Dersim Faciasına ateş püskürmesi ise samimiyetten uzakmış! Yine, Nursi’ye göre harekâtı yapanlar gizli komünistmiş!.. (sayfa: 322-324)

(Bir önceki makalemde Hulusi Yahyagil üzerinden Dersim Faciası’na dair yapılan çarpıtmaya değinmiştim.)

Şimdi ise Nursi’ye dair çarpıtmaya geçelim:

Öncelikle Said-i Nursi’nin Dêrsîm Faciası’na dair (Cilasun’un samimiyetten uzak gördüğü) görüşlerini alıntılayayım:

"DOKUZUNCU MADDE: Said ve Nurcular aleyhindeki kararnamenin 57. sahifesinde bizi mahkûm etmek için son fıkralardan BİRİSİ bu fıkradır:

"Said-i Nursi devletin kanunlarını tatbik ile muarız ve muhaliflerin adaletin pençesine teslim eden çok amir ve memurları yılan, zındık, gizli komünist, vatan düşmanı mülhid ve münafık tabir etmesi onunla tam suçlu oluyor ki: mahkûm ediyoruz."

"Bunların bu fıkrasına karşı hapse giren Nur’un bir kısım talebeleri böyle cevap veriyorlar:

"1938 senesinde Dersim Faciası ki Doğu Mecmuasının 17. sayısında "Doğu Faciası" serlevhasıyla bu vakıanın tam tamına aynını yazdı ki: Hiç dünyada emsali vuku’ bulmamış, öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu kat’i ispat ediyor. Elbette öyle fevkalade cani canavar memurlara bin defa zındık, gizli komünist, dinsiz demekle değil suçlu olmak, bilakis tasdik ile takdir ile mukabele lazım."

"İşte, Said umuma değil, yalnız böylelere zındık, münafık demiş."

Dikkatle okunduğu takdirde alıntılanan kısımlarda geçen "gizli komünist" tabirinin Cilasun’un iddia ettiği gibi Bediüzzaman’a ait olmadığı, mahkeme savcısı ve Nur’un bir kısım talebelerine ait olduğu anlaşılacaktır. Zaten son cümlede harekâtı yapanlara sadece zındık, münafık demekle yetindiği yoruma ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.

 "… İşte, o davanın doğruluğuna delalet eden yüz emmareden tek bir emmaresi 1938 Dersim Faciası’nda binler masumları, ihtiyar kadınları hem öldürüp hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırması Beşinci Şua’nın o hükmünü kat’i hakikat olarak gözlerine sokuyor."

Bu paragrafta da görüldüğü gibi Nursi; Dersim'de fiili, silahlı bir isyanın varlığını görmez, "bir isyan kuruntusu ve ihtimali yüzünden" yapılan katliama son derece samimi olarak üzülmüş, faillerine de son derece hiddetlenmiştir.

Nursi’yi bilen bilir; sivil yaşamı koruma, adalet ve şefkat hassasiyeti gereği hayatı boyunca şiddeti reddetmiştir. Hristiyan ve Yahudilerin hukukta Müslümanlarla eşitliğini savunup savaş gibi musibetlere duçar olan çoluk çocuklarına ağlayan hatta Dünya Savaşı’nın mağdurlarını Cehennem’den kurtaracak kadar ‘ileri’ giden bir Zat nasıl olur ki Dersimli binler mağdur ve mazluma şefkaten üzülüp gözyaşı dökmez! İslâm’da zaten iftira ve zannın kötüsü kötülenmiş de komünistimiz Cilasun, kitabında hiç de az yapmadığı bu kötü niyet okumalarını her fırsatta dem vurduğu diyalektik materyalizmle de bağdaştırmakta epeyce zorlanacağını bilmelidir.

Yine Cilasun, bu iddiasına destek olarak Nursi’nin Ermeni Katliamındaki dolaylı/dolaysız rolünü ve Kore Savaşı’na ve tabi ki savaş suçlarına gösterdiği sevinci! kendince destek olarak sunuyor. (sh: 324) Delil olarak  sunduğu da Raymond Kevorkian’ın Kudüs’teki Ermeni Patrikliğinin arşivinde bulduğunu iddia ettiği tek bir belge imiş. Bu belgede Bitlis bölgesinde yaşanan katliama adı karışanları sıralarken Molla Said’in ismi de varmış! (sh: 222)

Öncelikle yazarın böyle önemli bir dökümanın orijinalini tarihiyle beraber ya da en azından bir fotokopisini kitabın arkasına koyması gerekirdi. Cilasun’un diğer belgelerden esirgemediği bu ispat yöntemini bu ‘belge’ye uygulamaması ilginç!

İkincisi: Gördüğünüz her Molla Said, Bediüzzaman değildir. Mesela bizzat Nursi’nin eniştesinin ismi de Molla Said olup başka Molla Saidler bulmak da her zaman mümkündür. Hem bu belgeyi rivayet eden kişinin Nursi’yi tanıyıp tanımadığı kadar verdiği bilginin güvenilirliği de sorgulanmalıdır. Yani Nursi’yi yersiz övenlere uyguladığımız testleri en azından O’nu eleştirenlere de uygulamalıyız. Objektiflik budur.

Şimdi size Said-i Nursi’nin daha Birinci Cihan Savaşı yıllarında yaşamını kaybettiğine dair gerçeği yansıtmayan ama yinede tarihi olan bir belgeyi sunacağım:

23 Mayıs 1332 (26.06.1917) tarihli Ahmed Yunus Çavuş’un ifadesi: "…Bediüzzaman Said-i Kürdi ve rüfeka-yı muhteremesi birer suretle gayet feciane bir tarzda şehid edilmişler…"

19 Mayıs 1332 (02.06.1917) tarihli polis memuru Yasin Abdin’in (ya da Aziz) ifadesi: "…ve ulemayı meşhureden Molla Said-i Kürdi ve yirmi kadar talebeleri… Ermeni çetelerinin kurşunlarıyla feci bir surette parçalandığını görmüş isem de…" (Arşiv Belgelerine Göre Kafkasya’da Ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi, Başbakanlık-Osmanlı Arşivi: s.86 ve 97)

Demek ki tarihe düşülen her not ya da kayıt resmi bir belge de olsa delil olma özelliği taşımayabiliyor veya realiteyi yansıtmayabiliyor. Onun için Kudüs’te bulunduğu iddia edilen bir tarih notunda geçen sadece bir isim benzerliği üzerinden Bediüzzaman gibi bir ismi Ermeni Katliamı ile ilişkilendirmek ne bilimseldir ne de etiktir! Zaten yaşamı boyunca eserlerinde Kürd-Ermeni dostluğunu savunan, gençlik yıllarında İstanbulda bir Ermeni dostunun evinde kiracı olarak kalan büyük alim Kürdi’nin savaş hukukunu bilmemesi mümkün değildir her ne ise…

Üçüncüsü: Savaştan hemen sonra 1919 yılında yeğeni Abdurrahman tarafından Osmanlıca yazılıp basılan Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı isimli kitapta bu pest iddianın tam tersine olarak; Nursi’nin o zor savaş yıllarında Ermeni çoluk-çocuk ve kadınlarına ilişmenin dinen haram olduğunu söyleyip onları sağ-salim Ermenilere ulaştırdığını hatta bunu gören Ermeni fedailerinin de karşılık olarak Müslüman çoluk-çocuk ve kadınlarına ilişmedikleri yazılıdır. Bitlis’ten önce daha Van’daki Ermeni ihtilaline Nursi’nin katılmayıp yine sivil yaşamı muhafaza çabasına giriştiğini de öğreniyoruz. Bu kitabı Nursi görmüş ve onaylamıştır. (Yanda, kitabın ön kapağında Bediüzzaman Said-i Kürdi ve yeğeni Abdurrahman’ın fotoğrafları ve imzaları bulunmaktadır.)

Şimdi amcasının yaşamına birinci dereceden tanıklık yapıp tanıklıklarını abartmadan objektif olarak kitaba geçirdiğini belirten öz yeğeni Abdurrahman’ın 1919 basım tarihli orijinal bilgilerini esas almayacak ve fakat meşhur ‘keçe külahlılar’ efsanesini ve kim olduğu belirsiz bir fotoğraf karesini o hep eleştirdiğiniz meşhur Nurcu yazar ve sitelerden toplayacak sonra da bilimsellikten bahsedecesiniz! Yahu şu meşhur Venezuellalı Nogales sizin tabirinizle kanlı hatıralarını yazarken niye Nursi’nin ismini zikretmez acaba? Halbuki devletçi Nurcularla yazarın ortak iddiasına göre aynı Nogales, içlerinde kumandanları Meşhur Molla Said’in de olduğu 300 kişilik ‘keçe külahlılar’la beraber fotoğraf çektirmeyi bilmiş!

Bir de Rusya’da esarette iken Ruslar’ın Nursi’ye ‘Kazakları ve esirleri kesen ğaddar adam’ nazarıyla baktıklarını ve hakaretlerinde hiç Ermeni lafzı bile geçmediğini bizzat Nursi’nin yazdıklarından öğreniyoruz. (14. Şua) Hem de Cilasun’a göre rejimle barışık olan Nursi, rejimin hoşuna gidecek tabi varsa böyle bir rolünü tüm mahkeme safhalarında niye saklasın ki?

Doğru metin ve belgelere sahip olmak kadar önemli diğer bir husus, bu dökümanlardan doğru yargılara vardıracak doğru anlamlar çıkartmaktır. Yoksa cılız malzemelerle güçlü ve sağlam binalar yükseltemeyeceğiniz gibi doğru malzemelerden çarpık binalar kurmaya da hakkınız yoktur.

(Devam edecek.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi