Muhammed Salar
Din Allah’ın oluncaya kadar!
İnsanın kendisiyle, çevresiyle ve Yaratanı ile barışık olma anlamına da gelen İslâm’ın adı ne hazindir ki son yıllarda sıkça şiddetle beraber anılır olmuştur. Tüm mücadelesinin aksine olarak bugün uluslararası arenada İslâm adeta baskı ve şiddetin kaynağı olarak lanse edilmiştir.
Evet; gözü dönmüş çıkarcı siyasileri, önyargılı bazı oryantalist ve batılı yazarları bir kenara koyarsak, İslâm’ın berrak ve temiz imajını zedeleyen böyle bir algının pekiştirilmesinde kimi radikal dinci örgütlerin yaptığı şiddet eylemlerinin ciddi bir katkısının olduğunu göz ardı edemeyiz. Tabii, dini metinleri yanlış anlamlandırarak bu eylemlere kendilerince "meşruiyet" kazandıran "dinci ulema"nın gayretlerini de!
Bu makale; amaçları ve sebepleri açısından çok çeşitlilik arz eden ‘şiddet’in tüm versiyonlarına dair olmayıp sadece ‘dinci şiddet’ taraftarlarının zihinsel ve teorik alt yapısını oluşturan bazı dini referanslar hakkında olacaktır.
Yine konumuz; Müslümanların yumuşak karnı olan şiddet, cihad, savaş ve şehitlik retoriğini istismar eden bölgesel ve küresel güçlerin analizini kapsamayıp belki cihattan bir şiddet teolojisi üretebilme potansiyeli taşıyan önemli bazı teorik dini metinlerle sınırlı olacaktır.
1) Tarihsel arka planına derinliğine inilmeden bugünün olgusu imiş gibi ele alınan bazı tarihi olaylara takılıp onlardan sağlıklı çıkarımlarda bulunamadığımızda!
2) Ayet ve hadis dediğimiz dini metinlere, Kur’an’ın bütünselliğinden kopuk, parçacı yaklaştığımızda!
3) Has dediğimiz belirli zaman ve özgün koşullarla sınırlı metinlerden daimi ve genel-geçer sonuçlar çıkarttığımızda!
4) Ayet ve hadis dediğimiz ‘nass’ları bağlamından bihaber, yorumsuz lafzî okuma dediğimiz literal okumaya tabi tuttuğumuzda; dinde hassas ama akli muhakemesi kıt kitleleri ‘dinci şiddet’ eylemleri için fazlasıyla motive etmiş olacağız.
Şimdilik son şıkkı ele alırsak şöyle bir soru sorulabilir: Mademki Din’in maksadı, emniyet ve asayişin adalet ve özgürlüklere zarar vermeden sağlanmasıdır, Kur’an’da geçen şu mealdeki ayetlere ne diyeceğiz?
"Fitne ortadan kalkıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vaz geçerlerse bilin ki düşmanlık ancak zalimleredir." (Bakara:193, Enfal:39)
Öncelikle bu ayetlerde bilmemiz gereken anahtar kavram "fitne"dir. Kur’an’da 15 farklı manada kullanılmak üzere türevleriyle beraber toplamda 60 defa tekrar edilen ve çok zengin bir anlam örgüsüne sahip olan "fitne" kavramının bu ayetlerde işkence ve baskı anlamlarında kullanıldığına vurgu yapmamız lazım. Can-mal-nesil-akıl-din olarak formüle edilen toplumsal yaşamın vazgeçilmezleri olan "beş zaruri esas"ın korunamadığı, din ve vicdan özgürlüğünün olmadığı anarşik, kaos ortamına fitne ortamı diyoruz.
Mesela; Mekke devrinde Müslümanlar sırf inançlarından dolayı sık sık işkenceye tabi tutulup yerlerinden edilebiliyorlardı. İşte bu baskı ve zulüm ortamının kaldırılıp insanın hür iradesiyle Allah’a ibadet edebilip, tüm haklarının güvence altına alındığı asayiş ortamına da Din ortamı diyoruz. Zaten ayetlerin siyak-sibak dediğimiz akış seyrine bakıldığında da bu ayetlerin şiddete referans yapılmasındaki sakatlık görülecek, mantıksızlık anlaşılacaktır.
Savaşı emreden ilk ayet olan Bakara 190. Ayette: "Size savaş açanlarla Allah yolunda savaşın. Fakat aşırı gitmeyin. Allah, aşırı gidenleri sevmez." buyurulurken; konu edindiğimiz 193. ayetin sonunda ise; "Eğer vazgeçerlerse bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur." deniliyor. Kur’an, bu ayetlerle sıcak savaşın sebebi olarak inanç ve din farklılığını değil yalnız karşı tarafın saldırısını gösteriyor. Yine bilmemiz gereken önemli bir nükte de savaşanların kimliklerini zikretmemekle Kur’an’ın evrensel kurallar ortaya koyduğudur. Yani; saldıranın kimliğine bakılmaksızın karşı tarafa savunma savaşı emri veriliyor.
Özellikle savaşta aşırı gitmek yasaklanıyor. (Müsle dediğimiz ölüye işkence gibi)
Zalim olmadıkça farklı kimliklere düşmanlık beslenilmesine gerek olmadığı vurgulanıyor.
Öğrenmemiz gereken önemli bir ders de ‘cihad, cizye, fitne’ gibi şiddete kaynak gösterilen kavramları barındıran bu gibi ayetlere yapılan anlam yüklemesinin sakıncalı olacağıdır. Mesela; konumuz olan iki ayette de "mutlak" olarak zikredilen "feinintehew" yani "vazgeçerlerse" kelimesine mealesef nice tefsir ve meal yazarı, yanlış veya eksik olarak ‘eğer şirki, küfrü, inançlarını terk ederlerse’ anlamını yükleyerek ‘ötekiler’e şiddet algısını güçlendirecek zihinsel bir zemin hazırlattılar. Çünkü o zaman sıcak savaşın sebebi din ve inanç farklılığı olmakla kalmayacak, Hz. Peyğamber’in tüm yaşamında görülen barış ve hoşgörü pratikleri de ‘güç’ merkezli taktiksel hamleler olarak okunabilecektir. Şiddeti besleyen böyle sakat bir yorumun Kur’an’ın bütünselliğiyle ve Din’in temel maksatlarıyla çeliştiği açıktır. Halbuki ayetlerin akışından da anlaşılıyor ki doğru anlam; din ve inançlarından değil, ‘eğer saldırı ve savaştan vazgeçerlerse’dir.
İslâm’ın savaşının farklılıklara dahası muhaliflere karşı olmayıp vahşi, cahil, saldırgan zalimlere karşı olduğunu bu ayetler yeterince şık bir şekilde vurgulamışlardır.
Günümüz Müslümanları da bir an önce şiddet sorunuyla yüzleşip Kur’anı doğru anlamaya yönelik çabalarını arttırmalıdırlar. Bir türlü çıkmak bilmedikleri şiddet sarmalından sıyrılmanın yollarını bulmalı, barış ve esenlik rüzgarının estiği coğrafyaları imar ve inşa etmenin sorumluluğuyla İslâmı temsil edebilmelidirler.
İnsanlığa verilen ölümsüz mesaj şudur: İlla beslenecekse; Kürd’e, Ermeni’ye, Alevi’ye, aydınlara, gazetecilere, siyasilere kısacası medeni olan insanlara değil fitnecilere yani kimliği ne olursa olsun; medeniyetleri yıkan, barış ve huzur düşmanı, vahşi saldırgan zalimlere düşmanlık beslenecektir! WesSelâm