Enver Topaloğlu
Edip Cansever anması, bir şiir ve denize bir potkal
Bize göre, mayıs ayının 28’i modern Türkçe şiir için herhangi bir gün değildir. Şeffaf ve geniş şiir dairesi içerisinde mukim veya yer alan diyelim eski, yeni kuşaktan şiir okurları için de muhtemelen öyledir.
Bilenler biliyor, bilmeyenler için kısaca açıklayalım. Modern Türkçe şiirde zamanın sınavından geçerek kalıcılaşmış şairlerden biri de Edip Cansever’dir. Şiir okurlarının, en azından önemli bir bölümü için 28 Mayıs 1986, arkasında binlerce dize, imge, şiir kişisi, çiçek ismi, hayvan adı, İstanbul yaşantısı, o yaşantıdan şiir olarak kaydedilmiş ayrıntılar, duyarlılıklar, farkındalıklar ve on yedi şiir kitabı bırakan Edip Cansever’in yaşama veda ettiği tarih olarak kayıtlıdır.
Ayrıca, 28 Mayıs bir başka ismin, daha genç kuşaklardan bir şairin, küçük İskender’in de doğum günüdür. küçük İskender bu çakışmayı şöyle anlatıyor: “Güneye yolculuklarımdan birinde tren yolu üzerinde sabaha karşı gördüğüm, dağlara bakışlarını dikmiş bir köpekle karşılaşmam Edip’i yeniden okumaya itti beni. Kimdi bu adam?! Ömrün hücrelerini döküyordu sanki. Bilip bilmeden bıçak sallayacağına, tüm dokuyu öğrenerek cerrah olmuştu işte! Onunla tanışmak, onunla atışmak, bir şeyler öğrenip bir şeylerin ukalalığını yapmak tek hedefimdi âdeta. O adam, benim yazmak istediğimi yazıyor, o adam benim söylemek istediğimi söylüyor ve bunu ustalıkla yediriyordu şiirlerine.
Bir dostum, doğum günümde bir kadeh rakı ısmarlamak için beni çektiği salaş meyhanede bu yeni saplantımı duyunca, ‘Saçmalama; önümüzdeki hafta, götürürüm seni Edip Abi’nin içtiği yere. Tanışırsınız!’ dedi. Coşkuyla döndüm evime. Coşkum çalan telefona dek sürdü. Arayan kişi, baş sağlığı diliyor ve Edip’in gittiğini bildiriyordu. Bu, en büyük cezaydı bana / en büyük işaret! Doğum günümde sevdiğim şairle tanışmadan, tanışmak üzereyken kaybediyordum. O yüzden her 28 Mayıs, biraz doğduğum, biraz öldüğüm bir tarih!”
ŞİİR DOLU BİR HAYAT
İstanbul Kadıköy’de uzunca bir süre her yıl 28 Mayıs’ta, bir araya gelen okurları Edip Cansever’i anma etkinliği düzenlediler. Bizim bildiğimiz, katıldığımız şiir ve anma etkinliklerden biriydi. Belki başka etkinlikler de vardır, şairin okurlarının açık havada bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve sürdürdükleri.
Okurların sevdikleri, yapıtlarını beğendikleri şairleri selamlamaları için belirli günleri, törenleri, toplantıları beklemeleri şart değil elbette. İlla kurumların düzenleyeceği organizasyonlar olmalı diye de bir kaide yok. Bazen bir imgenin, bir dizenin, bir betiğin, bir şiirin söze katılmasıyla da anılır, selamlanır şairler.
Şair, şairse yaşar. Edip Cansever’in dile getirdiği gibi:
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
Eleştirmen Mustafa Öneş de “Şair/Şiir Yazıları” kitabında yer alan yazısında Edip Cansever’in şiirle dolu bir hayat yaşadığını vurgularken şiirlerinden bağımsız bir Cansever düşünülemeyeceğini dile getiriyor.
Kadıköy’deki Edip Cansever’i açık havada anma etkinliği son olarak 2017’de gerçekleşti. Sonrasında devam etmedi. Ya da İstanbul’da, Kadıköy’de aynı yerde, aynı günde gerçekleşmedi diyelim. Çünkü bir benzerinin 2018’de İzmir’de düzenlendiğine ve sonraki yıllarda da pandemiye kadar sürdürüldüğüne tanık olduk.
ETKİNLİĞE ÇAĞRI METNİ
Edip Cansever okurları, 28 Mayıs anma etkinliklerine genellikle e-posta mesajıyla davet edilirdi. Son etkinliğin arşivimizde bulunan çağrı metnini paylaşalım istiyoruz. “Çağrı” başlıklı metin, Cansever’in şu dizeleriyle başlıyor:
ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
asıl bu kalır.
on yerde adım geçse geçmese
dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, anlaşılır
Şairin şiirlerinin okunduğu, etkinliğin sonunda herkesin bir dizeyle ya da cümleyle katkıda bulunduğu bir mektubun potkal yapılarak denize bırakıldığı etkinliğin çağrı metninin devamıysa şöyle: “Pazar günü saat 17.00'de ‘Umutsuzlar Parkı’ndayız (Mendirek/Kadıköy). Her yıl olduğu gibi bu yıl da ‘yerçekimli karanfil’lerimizi ‘umutsuzlar parkı’nda şiirin vazosuna sessizce bırakıyoruz. Bırakıyoruz, çünkü vardır hepimizde ‘petrol’ kokan sokaklara alışamama hali, ‘tragedyalar’ın kederi… ‘Çağrılmayan Yakup’un bungunluğu… Sahi yok mudur sesimizde yeryüzünün yaslarının, mutluluk ve mutsuzluklarının ‘kirli ağustos’ları!
‘Sonrası kalır’ evet ama... ‘Ben Ruhi Bey nasılım’ sorusuna karşılık bütün yanıtların eksik oluşunun kırgınlığı başka türlü kalmaz mı?.. ‘Sevda ile sevgi’de unutmaya çalışsak da ‘şairin seyir defteri’nde unutmanın imkânsızlığıyla gülümsemez miyiz bazen... Bir nedeni yok mudur her defasında ayağa ‘eylülün sesiyle’nin sıkıntısıyla kalkmalarımızın: ‘Baylar bin dokuz yüz seksen birdeyiz’ diyerek hem de... Kim geçmemiştir ki gökyüzünün cumbasında toplaşıp ‘bezik oynayan kadınlar’ın sokağından... ‘İlkyaz şikâyetçileri’yle biz olduğumuz içindir belki de ‘oteller kenti’nin bir başka görünmesi gözümüze...
Sayamadığımız daha ne çok sebep var... Bizi bir araya getiriyor...”
Metni çok küçük birkaç düzeltme dışında olduğu gibi aktardık.
Edip Cansever’i, okurlarının açık havada, kurumsal herhangi bir bağlantı ve destek olmaksızın kendiliğinden denilebilecek biçimde düzenledikleri etkinlikle anmaları son derece önemli bir deneyimdi. Hatırlanması ve not edilmesi gerekir diye düşündük.
Ayrıca etkinliğe ara verilmiş olmasından, yeniden yapılmayacağı anlamının çıkarılmaması gerektiği kanısındayız. Neden, 28 Mayıslarda buluşulup yine şiirler okunmasın ki. Ya da haziran ayının hemen başında, 2 Haziran’da Ahmed Arif’i, 3 Haziran’da Nâzım Hikmet’i “selamlama” etkinlikleri gerçekleştirilmesin. Hatta, niçin bu tarihler, bir “şiir okuma ve şairleri selamlama haftası”na dönüştürülmesin. Şiir için, şiir okumak için ne kadar çok toplanılıp bir araya gelinse o kadar az olduğu kanısındayız. Şiiri yaşatan okunuyor olmasıdır. Parantez açıp şiirin canına okunmadığı müddetçe diyelim. Şairler de şiirleri okundukça yaşarlar. Bu açıdan, biyolojik bakımdan ne durumda oldukları da çok önemli değil. Bu arada şu beklentimizi de kaydedelim. Keşke paylaştığımız çağrı metni, yeni bir buluşma için örnek oluşturabilse.
ŞAİRİN MİLADI
Edip Cansever, Ahmet Oktay’ın ifadesiyle miladına “Yerçekimli Karanfil”i oturtmuştur. Oktay “1947’de yayımladığı ilk kitabı ‘İkindi Üstü’nün adını bile anmaz. 1954 tarihli ‘Dirlik Düzenlik’ten de ‘Toplu Şiirleri’ne sadece dört şiir almakla yetinmiştir” diyor Cansever için. Ahmet Oktay, şairin bu tutumuna, “Bu redde bazı imalar aramalıyız” diyerek dikkat çekiyor. Ellili yıllardaki değişen ortamla birlikte zihniyet dünyasındaki dönüşüme işaret ediyor.
Cansever’in şair olarak İkinciyeni dalgasıyla birlikte geliştiği ve yükselişe geçtiği bilinmektedir. Onun şiir serüveni İkinciyeninin yolculuğunu da yansıtır. O nedenle Cansever’i konuşurken İkinciyeniyi, İkinciyeniyi konuşurken Edip Cansever’i konuşmaktan kaçınmak mümkün değildir.
ELDEN ELE 'YERÇEKİMLİ KARANFİL'
Bir şairin kendisinden önceki şairi ya da şairleri “aşmaya” yönelik girişimleri gibi bir şiirin kendisinden önceki şiiri ya da şiirleri aşma çabası içinde olması da her şeyden önce şiirin doğası gereğidir.
Modern Türkçe şiirde örneği çok. Şiirler arasındaki “bakışım” aynı zamanda “öncülünü aşma”, onun etkisinden sıyrılma, özerkleşme çabasının neticesidir. Hatta, nazireleri de bu amacın bir parçası, “aşma” arzusunun dışavurumu olarak yorumlayabiliriz.
Edip Cansever’in şiirinin miladı olarak kabul edilen “Yerçekimli Karanfil” kitabına adını veren imgenin ve şiirin de “bakışımla” ilişkili olduğu söylenebilir.
Karanfil imgesi ya da simgesi modern Türkçe şiirin tarihsel kaynağındaki önemli şairlerden biri olan Ahmet Haşim’le anlam, değer ve önem kazanmıştır. Divan şiirinde karanfile sözcük olarak da, imge olarak da, simge olarak da pek rastlanmaz. Bilindiği üzere Divan şiirinin çiçeği güldür. Ahmet Haşim, Divan şiirinin bittiği, ama yeni bir şiirin henüz başlamadığı o ara dönemin şairi olarak kendisinden sonraki şiiri ve şairleri etkileyen önemli bir isimdir. Uzaktan dahi olsa İkinciyeni şairlerinin de Haşim’in deneyiminden etkilendiğini belirtelim.
Arada, Orhan Veli’nin “şiire şapka giydirmesi”nden çok önce Ahmet Haşim tarafından “şiirin yakasına karanfil takıldığını” da kaydedelim. O karanfil yıllar sonra çıkacaktır ortaya. Buraya döneceğiz. Önce Haşim’in aynı zamanda modern Türkçe şiirde sembolist anlayışın önemli örneklerinden biri olan “Karanfil” başlıklı yapıtını hatırlayalım:
Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre âlevdir bu karanfil,
Rûhum acısından bunu bildi!
Düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervâne kesildi...
Bazı şiirler, bazı dizeler şairinin şiir anlayışının en kısa özeti gibidir. Öyle ki bir süre sonra, daha çok yeni kuşak şairler tarafından, sorunsallaştırılıp “uğraşılan” poetik bir meseleye dönüştürülürler. Bu konuda, bilinen en yaygın örnek, Haşim’in “O dem göllerde kamış olsam” dizesinin, Garip şairi Orhan Veli tarafından “Rakı şişesinde balık olsam” dizesiyle aşındırılıp aşılması girişimidir.
Benzer başka örnekler de söz konusu. Yine Ahmet Haşim’in “Yârin dudağından getirilmiş / Bir katre âlevdir bu karanfil” dizelerinin yer aldığı şiirine, Edip Çansever’in “Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte” dizesini de içeren “Yerçekimli Karanfil” şiiriyle bakışımlı olarak karşılık vermesi Orhan Veli’nin girişimine eşdeğerde bir amacı yansıtır. Ancak iki şiir ve şair; Ahmet Haşim ve “Karanfil” şiiriyle Edip Cansever ve “Yerçekimli Karanfil” arasındaki bu etkileşimin daha önce dikkati çektiği söylenemez. Şiirin bu yönden irdelenerek yorumlandığına ilişkin bir bilgi bulunmuyor. Belki bundan sonra ilgilenip şiirleri “bakışımlılık” ilkesi yönünden inceleyenler olur. Sözü daha fazla uzatmadan “Yerçekimli Karanfil” şiirini aktaralım:
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
KALANLARIN ŞAİRİ
Şairin ikinci kitabı “Umutsuzlar Parkı”, 1958’de yayımlanır. Dört bölümden oluşan kitap Edip Cansever’in şiirinin kurucu iki yapıtından biridir. Ayrıca yoğun bir arayış içinde olan şairin o dönemde, varoluşçu düşünce kadar sürrealist şiir anlayışından da etkilendiğine işaret eder.
Kitabın son bölümünde yer alan “Sığınak” başlıklı şiirin final betiğini okuyalım:
Olanca kuvvetimle bakıyorum
Her yerde bir şeyler bulunuyor
Dokunma ve renk dağıtma şeyleri.
Bugün Pazar kendimi selamlıyorum
Ve sanki kendimi tekrarlıyorum durmadan
İşte bir sarmaşığın son yaprağı gibi
Güneşe, öyle birden ki güneşe
Bir erkek, bir dişi olduğum zaman.
Demek ilk olarak kendimi tekrarlıyorum. Nokta
Kim bilir, belki de ben
Bu türlü düşünmenin ilk karşılığı
Kendi yaşamamda
İnsan
Sana güveniyorum
Saygılarımla.
Şiirin basamak biçimiyle de dikkat çeken son dizesinin, kitapta büyük harflerle yazıldığını belirtelim.
Bu arada paylaştığımız dizelerin, şiiri “dillerin derin ve deli sularında” yüzen dünyaya bırakılmış bir potkal sayan görüşü destekler nitelikte olduğunu da ifade edelim.
Cansever’in değil kitaplarıyla ilgili, her şiiri için ayrıntılı incelemeler yapılsa bile bir eksiklik kalacaktır. Kalmıştır. Bu durumu “tüketilememe” olarak da yorumlayabiliriz.
Şairin kurucu iki yapıtı, “Yerçekimli Karanfil” ve “Umutsuzlar Parkı”nı eksen alan kısa ve sınırlı yazımız, umarız okurların daha fazlasına yönelmeleri için kışkırtıcı olur.
Bir başka yazımızda onun için kalanların şairi demiştik. Kalanların şairi Edip Cansever’e selam olsun!
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.