Celal Başlangıç
Geldikleri gibi gitmeyecekler; kesin bilgi
"Boykot" çağrıları vardı 31 Mart yerel seçimlerinden önce; "Diktatörler kaybedeceği seçime girmez", "Kaybetseler bile vermezler" diyorlardı.
Ama bu seçimlerde gördük ki diktatörlük heveslileri de bazen kaybedecekleri seçimlere girebiliyorlarmış.
Gelelim, "kaybetseler bile vermezler" kısmına…
Devletin haber ajansı AA, örneğin İstanbul’da AKP adayı Yıldırım’ı açık ara önde göstererek başlıyor seçim sonuçlarını vermeye.
İlerleyen saatlerde giderek kapanıyor Yıldırım ile İmamoğlu arasındaki fark.
Dört binin altına inince AA sonuç vermeyi kesiyor.
İşte tam bu sırada Yıldırım çıkıyor kürsüye ve üç binden fazla farkla seçimi kazandığını açıklıyor.
Ancak saatler sonra anlaşılıyor ki, aslında öne geçen Yıldırım değil, İmamoğlu.
Binali Yıldırım’ın "yatacağız kalkacağız, yatacağız kalkacağız, yatacağız kalkacağız" tekerlemesini eksik anlamışız. Meğer o cümlenin başında "çamura" sözcüğü varmış.
"Çamura yatacağız kalkacağız, çamura yatacağız kalkacağız, çamura yatacağız bir daha kalkmayacağız. Hop, hep iktidardayız."
İşte o saatten sonra AA’yla başlayan "İstanbul Belediye Başkanlığı'nı AKP’ye kazandırma operasyonu"na devletin tüm kurumları var olan güçleriyle katılıyor.
Dolmabahçe’deki Cumhurbaşkanlığı Çalışma Ofisi’nde bir toplantı yapıyor Erdoğan. Katılanlar arasında İçişleri ve Adalet Bakanları da var. Ama işin ilginci o katılımcılardan biri de AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmaktan gayrı hiçbir özelliği kalmamış olan Binali Yıldırım.
Yani görünen o ki Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanları partilerinin adayıyla "rakibin kazandığı belediye başkanlığını nasıl geri alırız ya da seçimi nasıl yeniletiriz" toplantısı yapıyorlar.
Bir yandan yasalara, daha önce verdiği kararlara aykırı olarak ilçe, il seçim kurulları ve YSK eliyle kimi yerlerde geçersiz sayılan, kimi yerlerde bütün oyları saydırmaya başlıyorlar.
Bu toplantının ardından bir operasyonu devreye sokuyorlar Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden.
Yüzlerce polis, muhalefetin "20 binden fazla sahte seçmen yazdırdığı" iddia edilen Büyükçekmece ilçesini adeta basıyor. Evlerin kapısına dayanıyor polisler. Bir çaldıkları kapıyı dört defa beş defa çalıyorlar hatta. "Niye burada oy verdin" diye soruyorlar. "Neden Büyükçekmece’de oturup başka ilçede çalışıyorsun" diye soruyorlar. Hatta "Kime oy verdin" sorusunu yöneltmekten bile çekinmiyorlar.
Oysa ortada birkaç yüz dışında kaydırılan seçmen yok. Olanların bir kısmı da itirazlar üzerine silinmiş.
24 Haziran seçimlerinde 172 bin seçmeni var Büyükçekmece’nin. Dokuz ay sonraki 31 Mart seçimlerinde de 174 bine çıkmış. Bunlardan 700 kadarı da 18 yaşını dolduran, ilk defa oy kullanan seçmenler.
Ama, İçişleri Bakanlığı devreye girerek Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden bir ilçeye polis baskını yapılarak "sahte seçmen" aranıyor.
Oysa itirazlar Ocak ayında tamamlanmış. Seçmen listeleri kesinleşmiş. Kesinleşen listeler üzerinden yapılan itirazları reddeden YSK kararları var. Ama buna rağmen İstanbul’da seçimi iptal ettirmek için devletin tüm güçleri seferber oluyor.
İşin ilginci kendi yaptıkları hileler üzerinden İstanbul’un seçimini kendi lehlerine sonuçlandırmak, bütün suçu da CHP’nin üzerine atmak istiyorlar.
Bu kadar arsız, bu kadar yüzsüz bir kadroyu Cumhuriyet tarihinde işbaşında bulmak imkânsızdır.
Bırakın seçim hilesi yapmayı, seçmen kaydırmayı becermek, CHP 31 Mart seçimlerine kadar sandık başında oylarına sahip çıkmayı bile becerebilmiş bir parti değil.
Eğer bu seçimlerde olduğu gibi, CHP 2014’ten bu yana yapılan seçimlerde kendi oylarına sahip çıkabilseydi Ankara belediye başkanlığını bir seçim önce kazanmış, bu ülkeye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gelmemiş olurdu.
Bu seçimde AKP’nin bütün "oy çalma" oyununu bozan da zaten CHP’nin "geleneksel olarak oyuna sahip çıkamama" davranışını tamamıyla tersine çevirmiş olmasıdır.
Ancak gözler İstanbul’daki seçimlere çevrilmişken, Kürt kentlerinde çok büyük bir hukuk felaketi, hak gaspı, belediye başkanlıklarını haydutlukla ele geçirme süreci yaşanmaktadır.
Seçim öncesi askeri, polisi, korucu ailelerini kritik il merkezlerine seçmen olarak yazan, seçim günü hava ve kara köprüsü kurarak İzmir’den bile oy kullanmak için Şırnak’a ve bazı Kürt kentlerine taşıyan AKP iktidarı sadece bu yöntemle almadı HDP’nin kazandığı belediye başkanlıklarını.
Bazılar "FETÖ rehinesi" YSK üyelerinin de katkısıyla o pek övündüğü "milli irade"yi katletti Kürt kentlerinde.
Son durum itibarıyla bazı HDP’lilere hiçbir engel olmadığı halde hala daha mazbataları verilmemiştir. Ama daha vahimi, YSK’nın aldığı son karar HDP’li başkan adaylarına büyük bir tuzak kurulduğunu ortaya çıkarmıştır.
YSK, daha önce aldığı kararların tersine, hem de yasada olmayan bir biçimde KHK ile ihraç edilen ve seçime girerek belediye başkanı seçilen HDP’lilere mazbatasını vermeme kararı almıştır.
Oysa bu adayların başvurularını inceleyen ve aday olmalarında bir engel görmeyen de yine yasalar gereği YSK’dır.
Yaşanan demokrasi rezilliği bununla sınırlı kalsa yine iyi. Kurul, mazbatanın "ikinci gelen"e verilmesini kararlaştırıyor. Oysa belediye başkanlığı seçimlerinde "ikinci gelene" yoktur. Kazanan ve kaybeden vardır. Yani YSK pratikte "mazbatayı kaybedene verin" diyor.
Bu yüksek yargı eliyle Kürtlerin iradesine vurulmuş ağır darbedir.
Kurulun bu karar sürecini nasıl geçirdiğini HDP’li Mithat Sancar dün ayrıntısıyla anlattı:
"9 Nisan günü yapılan toplantıda konu tartışılırken adaylara mazbata verilmemesi kararı çoğunlukla alınmış. Seçimin yenilenmesi mi, en çok oyu alan adaya mı mazbata verilmesi kararı alınırken ilk oylamada eşit sayılar çıkmıştır. Bir gün sonra yapılan görüşmede ise oranlar değişmiştir. 7’ye 4 çoğunlukla karar alınmıştır. Seçimin yenilenmesi yönünde oy verenlerin kararı bir günde nasıl değişmiştir?"
Değişir elbette. AKP-MHP iktidarı ağır yara aldığı bu seçimlerde İçişleri Bakanlığı’yla, Adalet Bakanlığı’yla, askeriyle, polisiyle, yargısıyla devletin tüm güçlerini hem İstanbul’u kaybetmemek, hem de Kürtlere kazandıkları belediye başkanlıklarını vermemek için devletin tüm güçlerini seferber etti.
Aslında bu yerel seçimler, bugüne kadar yapılan bütün tartışmalara ilişkin bir test niteliği taşıyor.
Artık "Diktatörler kaybedeceği seçime girerler mi", "Kaybetseler bile iktidarı veririler mi" gibi tartışmalar geçerliliğini yitirmiştir.
31 Mart yerel seçimlerinde sadece İstanbul ölçeğinde yaşananlar bile göstermiştir ki, diktatörlük heveslileri kaybedecekleri seçime girseler bile, kaybettiklerinde iktidarı vermeyecekler.
Kaybettiği İstanbul’da belediye başkanlığını devretmekte bu kadar zorlanan siyasal İslamcı bir iktidarın siz hiç kendi rızasıyla bütün Türkiye’nin yönetimini kazanan rakibine devredebileceğini düşünebiliyor musunuz.
Şu son 10-12 günde yaşadığımız pratik bile bize gösterdi ki; seçimle geldiler ama seçimle gitmeyecekler.
Yine de umutsuzluğa gerek yok. Çünkü biz bu pratik içersinde yine gördük ki; evet bunlar seçimle gitmez. Bunları ancak devletin tüm gücüne, iktidarın bütün hilelerine, oyunlarına karşın seçim kazanmış bir halk götürür. Elbette bir daha seçim olursa…