'Hemme’nin…”: Sıradan olanın ve hayatın taltifi
Öfkesini, dramını ve mizahını günlük hayatın rutininde bulan, birçok olumsuz tavrına rağmen ‘olumlu kahraman’ yaratmaktan imtina etmeyen bir dili var “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”nin.
Murat Fıratoğlu’nun bu yılın en fazla konuşulan yerli filmi “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” (bundan sonra ‘Hemme’ diye kısaltacağım) hakkında Adana Altın Koza Film Festivali zamanı kısa bir değerlendirme yapmıştık. Filmi izlememiş olup merak edenler için başka filmlerin değerlendirmelerinin de yer aldığı o yazının linkini buraya bırakayım. İzlemeyenler ve spoiler yememek isteyenlerin yazıyı burada bırakmaları ve eskisiyle idare etmelerini rica edeceğim. Budan sonrasında filme dair sürpriz bozan ifadeler yer alacak çünkü.
“Öldürememe üzerine büyük bir film” olan ‘Hemme’ye dair ilk izlenimim sinemada unutmaya başladığımız bir sadeliği yeniden hatırlatması oldu. Sinemanın o kadar da karmaşık bir şey olması gerekmediğini, tıpkı hayat gibi onun da anlardan, durumlardan ve insani olan her şeyden beslenebileceğini; bütün bunların iyi bir film için yeterli olabileceğini hatırlattı film bize bir kez daha.
Öfkesini, dramını ve mizahını günlük hayatın rutininde bulan, film içindeki olumsuz tavırlarına rağmen ‘olumlu kahraman’ yaratmaktan imtina etmeyen bir dili var “Hemme”nin. Ayrıca sinemamızda yerleşik hale gelmiş ‘taşra’ya ve ‘alt sınıflara’ dair tanımsız ve belirsiz öfkeyi, zorlama gizemi, suç ile ilişkilendirme biçimlerini ters yüz eden bir anlatısı var filmin. Son yıllarda kaynaklarını bilemediğimiz bir öfkeden mustarip karakterlerle suç da kötülük de alt sınıflara özgüymüş gibi bir anlatı hakim oldu sinemamızda. Kimse burjuvaların günahlarına bakmak istemiyor belli ki!
ERKEKLİĞİN GÖRÜNTÜLERİ
Oysa ‘Hemme’nin dünyasında Hemme ve Eyüp’ün öfkelerinin kaynağı da, sınırları da belli. Hemme, bir sinek yüzünden iki gecedir uyuyamadığı için, Eyüp hayatta hiçbir şey olamadığı için öfkeli aslında!
Hemme’nin insanların ücretlerini ödeyememekten kaynaklanan ezikliğini, Eyüp’ün daha önceki hatalarından kaynaklanan sıkışmışlığını boşalttığı alan ise ‘er meydanı’. Basit bir yevmiye alışverişi gerilimi gibi başlayan tartışmanın çıkışındaki karşılıklı ‘erkeklik’ gösterisi tam da bu ruh hallerinin üzerini örtmeye yönelik. Eyüp’ün filmin ortasında bir yerde tam yatışmışken “anana küfretmiş” sözüyle yeniden bilenmesi ama finale doğru bir arkadaşının “etmişse ne olmuş, senin anan benim anam” sözüyle yeniden yatışması da bu öğretilmiş erkeklik halinin birer parçası aslında.
‘Hemme’nin tarım işçilerinin başındaki ‘emir kulu’ ama ‘yetkili’ biri olarak arada kalmışlığıyla, kendisini aslında o tarlaya çok da layık görmeyen Eyüp’ün ekonomik sıkışmışlığını aşmaya çalıştıkları ve birbirlerine erkeklik taslayarak kırılan gururlarını onarabilecekleri yanılsamasına düştükleri bir alana dönüşüyor domates tarlası o yüzden. “Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan” ama bunun da farkında olduğuna dair emare göremediğimiz Eyüp’ün biriken ‘sınıf öfkesi’ni sermayenin temas edebildiği ilk temsilcisine yöneltmesi de anlaşılır oluyor bu yüzden.
ÖNEMLİ OLAN YOLDA OLMAKTIR
Yolun bir metafor olarak öğreticiliği her türlü anlatının vazgeçilmezlerinden. Murat Fıratoğlu da benzer bir biçimde yollara düşürüyor karakterini. Eyüp’ün Hemme ile atışıp silahını almak ve geri dönmek üzere çıktığı yolculuk türlü biçimlerde uzuyor, tıpkı antik çağdan bugüne anlatılan tragedyalarda olduğu gibi.
Yine bu tür anlatılarda olduğu gibi hikaye dönüp dolaşıp başladığı yerde bitiyor. Ancak genellikle karakterimiz bu uzun yolculuğun sonunda artık bambaşka biri olur. Burada ise geldiğimiz yer, bu iki hasım açısından bir kabullenişten öteye gitmiyor. Eyüp ve Hemme içinde bulundukları durumun mecburiyetlerinin ikisini de aştığını fark etmiş ve istemeyerek de olsa ‘omuz omuza’ gelmek durumunda kalmıştır. Filmde buna dair bir emare görmeyiz, (gerek de yok zaten) ama belki bundan sonrası için ikisini birbirine düşüren ortak düşmana karşı bir tavır ortaya çakabilir!
Eyüp’ün akşama kadar türlü biçimlerde yavaşlatılan, kesilen, başka taraflara çekiştirilen yolculuğu hem hayatın dinamiği hem de Eyüp’ün karakteri hakkında bizlere fikir verir. Eyüp, motorcu dükkanına bir türlü ulaşamadığı gibi aslında hayatının direksiyonunu hiç eline alamamış, hep başkaları tarafından bir yerlere çekiştirilmiştir. Bunu kırtasiyede karşılaştığı ilkokul aşkıyla, inşaat işinden köşeyi dönmüş kuzeniyle yaptığı konuşmalardan anlarız. Eyüp hayır diyemez, etrafına kayıtsız kalamaz. Durmadan bahçesinden ve güllerden bahseden Çetin abiye, dükkan önünde yemek yiyen esnafa, karpuzunu taşımak zorunda kaldığı yaşlı amcaya hayır diyemediği gibi. Edilgen biridir Eyüp. Öfkesi Hemme’ye değil, kendinedir daha çok.
Bu yüzden gün boyu başka başka yerlerde durarak, her durduğunda da geriye doğru biraz düşünme fırsatı bularak idrak eder belki de bunu. Gün ilerledikçe sakinler, öfkesi yatışır, olgunlaşır. Tam da bu noktada ihtiyar amcayla olan bölüm özel bir anlam taşıyor kanımca. Ölmeye yaklaşmış bir dedenin sakinliği ile öldürmeye kilitlenmiş bir gencin temposunun çarpıştığı bir an bu. Eyüp’ün dedenin yanından hızla geçip geri döndüğü andan sonra bir sahne var. Eyüp karpuzu omzuna almış, dede koluna girmiş kaplumbağa adımlarıyla ilerlemektedirler. Yalnızca karakterin değil, filmin de nabzı bir anda düşüyor burada. Üstelik filmin süresi içinde kısa bir sahne de değil. Bir an dede kayboluyor ve Eyüp’ü Heidi izleyerek uyuyakalmış bir adamın bakkalında görüyoruz, dede geride kaldı sanıyoruz. Eyüp su alıyor ve tıpkı karşılaştıkları sahnedeki gibi görüyoruz dedeyi sonra. Buradan eve geçiyorlar ve karpuz faslı başlıyor. Aynı yavaşlıkla. Film dedenin (hayatın) nabzına iniyor. Film zamanını ve gerçek zamanı eşitliyor yönetmen. Yalnızca Eyüp’e değil, seyirciye de sakin olmasını, kendisine biraz zaman vermesini salık veriyor.
KADRAJIN (HAYATIN) İÇİNDEN GEÇİP GİDEN BİR EYÜP
Murat Fıratoğlu’nun anlatıyı çerçevelediği kadrajlarına dair de bir şeyler söylemek gerekiyor. Açık alanlarda, birkaç sahne hariç kamerayı karakterlerine yaklaştırmıyor Fıratoğlu. Bu ilk bakışta pratik bir zorunluluktan kaynaklı gibi görünüyor: Başta başrolü oynayan Fıratoğlu dahil oyuncuların neredeyse tamamının ‘amatör’ olması. Yakın plan çekimler bu amatörlükleri daha belirgin hale getirebilir. Geniş planlarda görece uzak kaldığımız karakterlerin detaylarında ilgimizi kaybetmiyoruz böylece. Ama bu tercih asıl olarak hikayenin anlatısına hizmet ediyor. Çünkü karakteri kadar (belki de ondan daha çok) onu çevreleyen dünyayı da önemsiyor filmin görsel dili. Açılıştaki domates tarlası bölümünün ülke sinemasından (Bereketli Topraklar Üzerinde vb.) ödünç aldığı estetik, Eyüp’ün oradan ayrıldığı andan itibaren başka bir boyut kazanıyor.
Fıratoğlu’nun çoğunlukla sabit kamerası, doğayı, sokağı ve kenttin belli alanlarını kadrajın içine alırken Eyüp bu kadrajdan gelip geçiyor. Ama o geçtikten sonra da bir süre kamerada başka insanları, nesneleri, olayları izlemeye devam ediyoruz. Eyüp, kendisi dışındaki dünyanın içinden geçip giderken hayatın ondan çok bağımsız bir biçimde akmaya devam ettiğini, onun büyüttüğü dertlerinin, kendisini önemsediği yerlerin dünyanın (ve doğanın) kalanı için çok fazla şey ifade etmediğini anlatıyor bize adeta bu tercih. Eyüp, bir kahvenin önünden, bir sokağın içinden, bir bahçenin yanından geçerken, gidene değil orada olana takılı kalan bu kamera tam da Eyüpvari dertlerin beyhudeliğini anlatmak istiyor belki de. Bu da bizi yeni bir noktaya getiriyor. “Hemme” karakter odaklı film olmasına rağmen, filmin bütün yükünü çeken karakterini fetiş hale getirmiyor. Aksine giderek sıradanlaştırıyor, hayatın içinde kaybediyor. Tuhaf olan bu onu daha da etkili kılıyor.
“Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, yönetmenin de kabul ettiği gibi kusurları da olan bir film. Ama Türkiye sinemasında uzun bir süredir kaybolmuş hikaye ve estetik değerleri yeniden hatırlattığı için heyecan yarattığı muhakkak. Olumsuz bir ruh halinin esiri olan ‘olumlu karakteriyle’, taşra anlatılarındaki suratsızlığı bir kenara itip mizahı bulan diliyle, özellikle açılış bölümündeki emek sürecinin tarifi ve görselliğindeki gücüyle ‘eskiye’ yepyeni bir yorum getiriyor.
Seyircisi bol olsun diye bitirirken, yönetmen Murat Fıratoğlu ile yaptığımız söyleşinin 15 Aralık Pazar günü ArtıTV’de yayınlanacağını da hatırlatayım.
Altın Koza Günlükleri 3: Performans ve sinema
Altın Koza'da ödüller sahiplerini buldu: ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri' geceye damga vurdu
Türkiye yapımı filme Venedik'ten ödül: 'Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri'
İstanbul Modern Sinema 12'nci yılını 'Biz de Varız!' programıyla kutluyor
35. Ankara Film Festivali'nde ödüller sahiplerini buldu
Altın Koza'da ödüller sahiplerini buldu: ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri' geceye damga vurdu