Doğan Özgüden
Hrant’ın dediği gibi, su çatlağını buluyor!
Nazım Hikmet’in 117. doğum yıldönümü dolayısıyla hem Artıgerçek’te hem de sosyal medyadaki İnfo-Türk sayfalarında yayınlanan yazılar üzerine aldığımız yorumlar 56 yıl önce sürgünden ebediyete uğurladığımız büyük şairimizin ne denli sayılıp sevildiğini gösteriyordu.
Üzerinden dört gün geçmeden, 12 yıl önce İstanbul’da alçakça katledilmiş olan, tüm demokrat ve hümanist yurttaşlar tarafından Nazım Hikmet kadar sevilen ve saygı duyulan meslektaşımız sevgili Hrant Dink’i anacağız. Gerek Türkiye’de gerek yurt dışında bu amaçla 19 Ocak’ta birçok etkinlik düzenlendi. Belçika’da da, 20 Ocak Pazar günü Ixelles’deki Ermeni Soykırımı anıtının önünde Hrant’la birlikte olacağız.
19 Ocak, İnci ve benim için, 12 yıldan beri anması büyük acı veren en kara günlerimizden biridir. Tıpkı 26 yıl önce Sivas’ta İslamcı faşistlerin sevgili dostumuz Aşık Nesimi de dahil 35 cana kıydığı 2 Temmuz gibi… Tıpkı bundan 47 yıl önce faşist generallerin ve onların Meclis’teki sallabaşlarının Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ı idam ettirdiği 6 Mayıs gibi… Tıpkı 82 yıl önce Kemalist iktidarın Seyyid Rıza ve diğer 4 Kürt liderini sehpaya gönderdikleri 15 Kasım gibi… Daha da geriye… Tıpkı 98 yıl önce aynı Kemalist iktidarın TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’in sularında katlettirdiği 28 Ocak gibi… Ve de tıpkı 104 yıl önce İttihat ve Terakki’cilerin Ermeni soykırımını ve sürgününü başlattıkları 24 Nisan gibi…
Evet, Hrant Dink katledileli 12 yıl geçti… Bu cinayetin üzerindeki karanlık hâlâ kalkmış değil… Cinayeti çakma darbeyle ilişkilendirip oradan da siyasal rant sağlamaya çalışan Tayyip iktidarının sanık sayısını 85’e yükselttiği dava uzatmalarla sürüp gidiyor… İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi en son 21 Aralık 2018’de iki sanığın daha tahliyesine karar vererek duruşmayı 12 Mart 2019’a erteledi.
Türk adaleti bu cinayet konusunda kafa karıştırıp kamuoyunu oyalaya dursun, Hrant Dink’in asıl katili olan Türk Ceza Yasası’nın 301. Maddesi ülkemizin gerçek aydınları, demokrasi savunucuları için bir karabasan olmaya devam ediyor.
Anımsayalım, Hrant Dink soykırım konusunda Agos’a yazdığı bir yazıdan dolayı "Türklüğü aşağıladığı" suçlamasıyla Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesine dayanarak yargılanmış, duruşmalar sırasında mahkemeyi basan gözü dönmüş ırkçıların saldırısına uğramış, ana akım medyadaki demokrasi düşmanı kalemlerin kışkırtıcı yazılarıyla faşist katillerin boy hedefi haline getirilmişti.
Dink’in öldürülmesinin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtiği halde bu katil 301. Madde hâlâ yürürlükte…
Kemalist iktidar döneminde faşist Mussolini’nin ceza yasasından transfer eski Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesi onyıllarca gazetecisi ve siyasetçisiyle binlerce muhalifi mahkeme kapılarında süründürmüş, zındanlara atılmasına neden olmuştu.
Bu madde sırf Avrupa Birliği’nin gözünü boyamak için 2005’te kabul edilen yeni Türk Ceza Yasası’na da 301. Madde olarak transfer edilmişti. Bu yeni maddeye göre Türk Milleti'ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ve devletin yargı organlarını, devletin askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor.
12 Mart darbesinin 30. yıldönümünde Türkiye’de bir dergiye yazdığım yazıdan dolayı hakkımda 2002 yılında 159. Madde’den dava açılmış, mahkeme Türkiye’ye girdiğim takdirde derhal tutuklanmam için sınır kapılarına müzekkere göndermişti. 2005’deki değişiklikten sonra da, yakalanırsam, hakkımdaki davanın yeni 301. maddeye göre sürdürülmesi kararlaştırılmıştı.
Başlangıçta savcılar bu maddeye göre doğrudan dava açabilirken, Hrant Dink cinayetinden sonra 2008’de yapılan bir değişiklikle bu maddeden dava açılabilmesi Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmıştı.
MİLLETVEKİLİ GARO PAYLAN'IN YİĞİT MÜCADELESİ
HDP’den milletvekili olduktan sonra hak ve adalet mücadelesini Meclis kürsüsünde yiğitçe sürdüren, bu nedenle cumhur ittifakçılarının fiziki saldırılarına da uğrayan Ermeni kökenli milletvekili Garo Paylan, Meclis’e verdiği bir soru önergesiyle 301. Maddeden kaç soruşturma açılmasına izin verildiğini Adalet Bakanı’na sordu.
Paylan bu önergeyi niçin verdiğini şöyle izah ediyor:
"301. madde ve önceki muadil maddeler, siyasal iktidar tarafından, Türkiye'de yaygınlığı bilinen nefret söylemi ve nefret suçlarına zemin oluşturacak biçimde uygulanmıştır.
"Gazeteci Hrant Dink'in Ermeni kimliği üzerinden nefret söylemlerine maruz bırakılmasında ve 19 Ocak 2007 tarihinde organize bir cinayetle öldürülmesinde, kendisi hakkında 'Türklüğe hakaret' suçuyla dava açılması ve mahkûmiyet kararı verilmesinin etkili olduğu bilinmektedir.
"Hrant Dink cinayetinde 301. maddenin rolünün sabit olması üzerine, 2008 yılında, Avrupa Birliği'yle uyum sürecinde, 301. maddede değişikliğe gidilmiş, madde gereğince soruşturma başlatılması Adalet Bakanı'nın iznine bağlanmıştır.
"Dönemin hükümet yetkilileri bu değişikliğin, uygulamadan kaynaklanan sorunları gidermek ve ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlar yaşanmasının önüne geçmek için yapıldığını ifade etmişlerdir.
"Söz konusu değişikliğin, Adalet Bakanlığı'nın açılması istenen davalara ilişkin teknik inceleme yaparak bir 'filtre' görevi görmesiyle, açılan dava sayısının azaltılmasının amaçlandığı, böylelikle uygulamadan doğan sorunların ortadan kaldırılması için yapıldığı ileri sürülmüştür.
"Bu değişiklikten sonra, yakın zamana kadar savcıların 301. maddeden soruşturma taleplerine Adalet Bakanlarınca büyük oranda izin verilmedi. Ancak son dönemde tarafınızca, ikisi şahsımla ilgili, çok sayıda soruşturma talebine sorgusuzca izin verilmiştir."
Sayı konusunda bakanın vereceği yanıt nedir şimdilik bilmiyoruz ama Garo Paylan’ın dokunulmazlığının kaldırılması için Cumhuriyet Başsavcılığı’nın TBMM Başkanlığı’na gönderdiği 16 Şubat 2018 tarihli fezlekede gerekçe olarak şöyle deniyor:
"26. Dönem HDP milletvekili Garo PAYLAN’ın 14/01/2017 tarihinde TBMM’de söz alarak ‘Bir zamanlar yüzde 40 idi. Bugün binde biriz. Herhalde başımıza bir iş geldi ki, ben bunun adına soykırım diyorum. Ermeni halkı başına ne geldiğini çok iyi biliyor. Bir zamanlar atamın, dedemin başına ne geldiğini çok iyi biliyorum. Adını siz koyun o zaman. Biz yok hükmündeyiz. Binde bire düşmüşüz’ şeklinde beyanda bulunduğu..."
"01/05/2017 tarihinde Kanada Montreal şehrinde, Horizon Weekly’ye verdiği röportajında ise ‘Türkiye’de soykırım yapıldığı ve halen bu soykırımın devam ettiği’ şeklinde beyanda bulunmak suretiyle suç işlediği…"
Ve başsavcılık Paylan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasını TBMM Başkanlığı'ndan aşağıdaki ifadelerle talep ediyor:
"Şikâyet edilen 26. Dönem milletvekili Garo Paylan’ın Türk Milleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni alenen aşağılama ve Cumhurbaşkan'ına hakaret suçlarını işlediğine dair hakkındaki isnatların yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan gerekçelerle suçların kapsamında kaldığı, şikâyet edilenin üzerine atılı suçların yasal unsurlarının oluştuğu, bu nedenle adı geçen milletvekili hakkında Anayasa’nın 83. Maddesine istinaden dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunulması gerektiği kanaatine varılmıştır."
HRANT... JAURÈS... NAZIM... VOLTAİRE...
Bunları okuyunca 12 yıl öncesine gittim… Öldürülmesinden birkaç ay önceydi… Hrant Dink’le Belçika Gazeteciler Cemiyeti’nde Türkiye’de insan haklarının durumuyla ilgili bir toplantıda beraberdik. Etyen Mahçupyan da vardı.
Uğradığı tüm baskılara ve tehditlere rağmen Hrant iyimserliğini korumaya, bize de umut vermeye çalışıyordu.
O günleri düşünürken ekrana Hrant’ın kendi sesinden "Su çatlağını buldu" söyleşisi düştü… Tekrar tekrar dinledim. Boğazımda bir şeyler düğümlendi.
Yağan yağmura rağmen kendimi dışarı attım… Schaerbeek Belediye Sarayı’na doğru yokuşu nefes nefese tırmanırken 1895 Ermeni soykırımı konusunda bundan 117 yıl önce, 25 Temmuz 1902’de bu belediyede düzenlenmiş olan uluslararası konferansta Avrupa ülkelerini bu insanlık suçuna karşı sesini yükseltmeye çağıran Jean Jaurès’i düşündüm… Tıpkı Hrant Dink gibi, buradaki konuşmasından 12 yıl sonra barış ve özgürlük düşmanlarının kurşunuyla can verecek olan büyük sosyalist lideri…
Oradan Maréchal Fochs Caddesi’ne dalıp Ayı Kafesi diye ünlü Eugène Verboekhoven Meydanı’nda biraz nefeslendikten sonra Voltaire Caddesi’ni adımladım.
Yazının başında Nazım Hikmet’in 117. doğum günü dolayısıyla gelen sevgi ve övgü dolu mesajlardan bahsetmiştim. Ancak Nazım Hikmet’i Ermeni ve Kürt kırımları konusunda sessiz kalmak ya da yeterince tepki göstermemekle eleştiren mesajlar da vardı.
Bence de büyük şairimizin hapis ve sürgünlerle büyük bedel ödediği kavgasının eksik kalan yanıydı bu. Daha çok da onun da üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi’nin eksiğiydi. Üstelik liderleri arasında Ermeni kökenli komünistler olduğu halde… İki yıl önce yitirdiğimiz Vedat Türkali’nin son eseri Bitti Bitti Bitmedi’nin arka kapağına konulan mesajımda da bu eksikliği vurgulamıştım.
Kürt halkının özgürlük ve eşitlik arayışına hep destek vermiş olan ve bu yüzden 12 Mart darbesinden sonra kapatılan Türkiye İşçi Partisi de Ermeni soykırımı konusunda sessiz kalmıştı.
Bu eksikliklere rağmen TKP de, TİP de Türkiye sosyal mücadeleler tarihinin iki temel taşıdır. Nazım Hikmet de öyle…
Voltaire Caddesi’nden geriye dönerken onun o muhteşem deyişini hatırladım:
"Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim…"
Evet, soykırımın açtığı yaraların sarılması konusunda diyasporadan farklı görüşler savunan Hrant Dink’in alçakça katledilmesinden sonra onun anısına tüm diyaspora nasıl sahip çıkmışsa…
Hrant’ın dediği gibi, su çatlağını buluyor!