Celal Başlangıç
İktidarın bir günü: Asla normal bir seçim olmayacak
Bu ülkede yaşanılan bir güne bakmak bile içinde yaşanılan sefilliği anlamak için yeterli.
Sadece dün, yani 28 Aralık 2022 günü, yeni bir yıla, hatta Cumhuriyet’in 100. Yılının bitmesine kısa bir süre kala bile bizzat iktidar eliyle başlatılmış “uğursuz bir iktidar savaşı”nın barut kokusu dört bir yanı sarmış durumda.
AKP devleti seçim yaklaştıkça dozunu arttırdığı mevzi savaşını artık topyekun savaşa dönüştürdü.
Savcılarıyla, yargıçlarıyla, bürokratlarıyla, bakanlarıyla…
Emniyetiyle, jandarmasıyla, istihbarat örgütleriyle…
İktidarlarına bağlı tüm kurum ve kuruluşlarıyla…
Resmi, yarı resmi, özel bütün gazeteleriyle, televizyonlarıyla ve haber ajanslarıyla…
Düzen içi, düzen dışı tüm muhalefete karşı topyekun bir cephe savaşı başlattı AKP iktidarı.
Erdoğan’ın, sahip olduğu bütün silahların tetiklerine aynı anda basmasının nedeni zamanında yapılacak bir seçime hepi topu 25 Pazar gününün kalmış olması.
Bu savaşın bütün motivasyonu; Erdoğan’ın tek adam rejimini daha da pekiştirmesi, AKP-MHP ortaklığının mutlak iktidarını kaybetmemesi; kurulan eş, dost, akraba saltanatının beş yıl daha ülkeyi talan etme fırsatının yakalanması oluşturuyor.
Dün yaşanılan olayların başlıklarını alt alta sıralamak bile Saray’ın açtığı “iktidar savaşı“nın boyutlarını görmek için yeterli.
İşte dün peş peşe dizilen olayların birkaçı…
Sabah, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısı vardı, kendisine yönelik İçişleri Bakanlığı’nın “terör” suçlamasını yanıtladı.
Ardından Bakan Süleyman Soylu apar topar bir basın toplantısı yaparak İmamoğlu’nu yanıtlamaya çalıştı.
Bu arada İmamoğlu’na “ahmak davası”nda verilen hapis ve siyaset yasağı cezasının gerekçeli kararı açıklandı.
Peşinden, Osman Kavala ve diğer Gezi sanıklarına verilen haksız ve hukuksuz hapis cezasının istinaf mahkemesince onaylandığı haberi geldi.
Hepsi birkaç saat içersinde gelişen ve her biri yayıncılar için “son dakika”lık olan bu haberlerle arka planlarındaki gerçekler Saray iktidarının Türkiye’yi götürdüğü süfli noktanın net çekilmiş röntgeni gibiydi.
Bir gün içersinde yaşanılan bu olaylara biraz yakından bakınca bile iktidarın kendinden olmayanlara yaşattığı zulmü seçim yaklaştıkça nasıl da yoğunlaştırdığını apaçık biçimde görürüz.
Sabah güne İmamoğlu’nun basın toplantısıyla başlamıştık.
İçişleri Bakanı Soylu’ya “ahmak” dediği iddiasıyla hapis cezası alan ve dolayısıyla siyaset yasağı konulan İmamoğlu’nu bu kararla görevden almak ya da yerine kayyım atamak bugünden yarına gerçekleştirilecek bir uygulama değil.
Bu karar ilk adımda İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığına aday olmasını engelleyecek nitelikte.
Ancak iktidarın acelesi var. Biran önce İstanbul’u ele geçirmek istiyor. Bu yüzden görevden alıp yerine bir AKP’li ataması, seçimlere de İBB’nin gücüyle girmesi gerekiyor.
Ama bu kararın bir istinaf bir de Yargıtay aşaması var. AKP’nin bu süreyi beklemeye bile tahammülü yok.
Bunun için ikinci adım atılıyor ve İçişleri Bakanlığı savcılığa İmamoğlu hakkında bir rapor veriyor. Buna göre İBB’de “terörle iltisaklı ya da irtibatlı olanlar” işe alınmış.
Amaç, İmamoğlu’na “terör” soruşturması açtırarak, aynen HDP’li belediye başkanlarına yapıldığı gibi iddianame ortaya çıkar çıkmaz mahkeme kararını, istinaf ve Yargıtay aşamalarını beklemeden yerine kayyım atamak.
İmamoğlu dünkü basın toplantısında bu suçlamalara yanıt verirken gerçekten çok başarılı bir hat çizdi ve Soylu’yu siyaseten, mantıken ve de ahlaken adeta gömdü.
İmamoğlu’nun basın toplantısı biter bitmez, Soylu’nun bir basın toplantısıyla yanıt vereceği haberi geldi.
Ekrandaki Soylu; tereddütlü konuşan, akıcılığını ve inandırıcılığını kaybetmiş, argümanları zayıf, İmamoğlu’nun deyimiyle “zavallı” bir İçişleri Bakanı görüntüsü verdi.
İşte tam bu sıralarda İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve bu ceza nedeniyle konulan siyaset yasağıyla ilgili mahkumiyetin 17 sayfalık gerekçesinin yayınlandığını yandaş basın duyurdu. İmamoğlu’nun avukatlarından bile önce gerekçeli kararı Saray’ın besleme medyası yayınladı.
Mahkemenin karar vermesinden sonra jet hızıyla 14 günde gerekçeli kararın yazılması aynı zamanda İmamoğlu hakkında hızlı bir istinaf ve Yargıtay sürecinin işletileceğinin işaretiydi.
Bu ağır saldırı karşısında eğer muhalefet gerektiği dirençte duramazsa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olamayan bir İmamoğlu ve AKP’nin çöktüğü bir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile gidilecek.
Erdoğan son yerel seçimlerden önce çok severdi “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” demeyi.
Şimdi anlaşılan o ki, Saray kararını vermiş, seçimle alamadığı İstanbul’u hukuku ve yürütmeyi kullanarak gasp yoluyla alan bir iktidar olarak seçime gitmeye bile razı.
Tüm bu art arda eklenmiş her biri ayrı ama aynı zamanda birbiriyle sıkı sıkıya bağlı “son dakika”lar dün bir zincir gibi halka halka akarken başka bir “son dakika” ekranlara yapışıverdi; Gezi davasında uyduruk bir iddianameyle Osman Kavala’ya verilen müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ekmekçi’ye verilen 18’er yıl hapis cezaları onaylanmıştı.
Saray iktidarının sopası olarak kullanılan yargı, Türkiye’nin bu güzel insanları üzerinden tüm muhalefetine seçimler öncesi ürkütücü bir gözdağı vermişti.
İşte Saray iktidarının ülkeye yaşattığı bir günün kısa bir özeti bu…
Elbette bütün bu yaşananlar, seçimler yaklaştıkça Saray iktidarının içinde bulunduğu çaresizliği, nasıl bir zulme çevirebileceğinin en açık göstergesidir.
Kürtlere uygulanan zulmü “bize olmaz” diye suskunlukla karşılayanlar da artık görmüşlerdir bu iktidarın kendi kapılarını da çaldığını.
Elbette Saray’ın bu zulüm politikası bunlarla sınırlı kalmayacak.
Önce Kürtlere, muhalif sosyalistlere uygulanan bu zulüm dalgası sosyal demokratlardan muhafazakar demokratlara kadar Saray iktidarından yana olmayan herkese dalga dalga yayılarak dev bir tsunamiye dönüşecek.
2022 yılının son günlerinde çekilen bu fotoğraf aynı zamanda 2023’ün ilk günlerinin de bir gerçeği olacak.
Saray’ın karanlık ve kanlı zulmüne; evde, sokakta, mahallede, okulda, işyerinde ve hayatın her alanında karşı konulmazsa asla normal bir seçim görmeyecek ve bu ülkenin üzerine çöken kabustan kurtulmak mümkün olmayacak.
Sadece yeni bir yılın değil; aynı zamanda iyilikle kötülüğün, zulümle adaletin, esaretle özgürlüğün, iptidailikle gelecek güzel günlerin çok keskin bir yol ayrımında duruyoruz.
Yeni bir yılda, yeni bir umutla, ülkenin içine düştüğü karabasandan bir an önce kurtulması dileğiyle…
Celal Başlangıç: 1956 yılında İstanbul’da doğdu. 1975’te Ekspres’te gazeteciliğe başladı. 1978 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Demokrat İzmir, Politika ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, istihbarat şefliği, bölge temsilciliği, politika servis şefliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1995’te Evrensel Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Radikal’de 10 yıldan fazla süreyle “Zaman Mekan ve İnsan” röportajları yaptı. 2002’de Beyoğlu Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni oldu. 2011’de İMC TV’nin Kurucu Yayın Kurulu Üyeliğinde bulundu. T24, Haberdar ve Gazete Duvar haber sitelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2017’de Artı TV ve Artı Gerçek’in Kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.