Celal Başlangıç
İnandırıcılığını kaybetmiş bir İçişleri Bakanı’nın ‘altın vuruş’u!
İstiklal Caddesi’nde patlayan bombadan sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun düştüğü durum ancak bir tümceyle anlatılabilir; teröristleri ayakkabı numaralarına kadar bildiğini sanıyordu ama pabucu ters giydirdiler!
Bir İçişleri Bakanı olarak suyu çoktan ısınmıştı ama AKP iktidarının ortağı MHP’nin Lideri Devlet Bahçeli’nin desteği sayesinde hacıyatmaz gibi düşüp düşüp kalkıyordu.
Elbette bu hacıyatmazlığa, başında bulunduğu bakanlığın olanaklarından yararlanarak Saray çevresindeki herkesi tehdit eden kritik dosyaların katkısını da eklemek gerekiyor.
Bütün bunlara rağmen, sadece son birkaç günde yaşananların bir İçişleri Bakanı’nı nasıl “altın vuruş”a sürüklediğine bakalım.
11 Kasım 2022’de T24 Yazarı Tolga Şardan, iki farklı kaynaktan doğrulattığını ileri sürdüğü yazısında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş arasında “sızıntı” gerilimi yaşandığını aktarıyordu:
“İddiaya göre; temmuzun son günlerindeki bu görüşmede Soylu, kentin genel güvenlik ve ihtiyaçlarıyla ilgili değerlendirmeler yaptı. Aynı görüşmede Soylu, İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş’a yönelik olarak Sarallar grubu operasyonuyla ilgili kendisine neden bilgi verilmediğini sordu.
“Soylu’nun eleştirisi üzerine Aktaş, ‘Size her söylediğimizde sızıntı oldu’ yanıtını verdi.
“Görüşmenin gerçekleştiği oda bir anda buz kesti.”
Şardan’ın aktardığına göre, Soylu bu gerginliğin yaşanmasından birkaç gün sonra il emniyet müdürleri kararnamesi hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı’na gönderir. Kararnamede İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş’ın görevden alınması ön görülüyordu. Yerine ise, Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın ismi yazılıydı.
Ancak Soylu’nun bu talebi Cumhurbaşkanlığı tarafından veto ediliyor.
Soylu’ya haber vermeden yapılan Sarallar operasyonunda MHP MYK Üyesi Şahin Gürz ile Bakan Soylu’ya yakınlığıyla bilinen Trabzonlular Platformu Başkanı Ahmet Köksal Öztürk’ün de tutuklanan şüpheliler arasında olduğunu bir kenara not edelim.
Tam bu tartışmalar sürerken, 13 Kasım 2022 Pazar günü Demirörenlerin Hürriyet Gazetesi’ni eline alanlar çok ilginç bir haberle karşılaştı.
Şardan’ın iddialarını lafı hiç dolandırmadan doğrulayan ve Bakan Soylu’nun “olağan şüpheli” durumunu daha da pekiştiren haber Musa Kesler imzasını taşıyordu. Haberin spotu aynen şöyleydi:
“Sarallar grubuna yönelik iddianamede, yeni detaylar ortaya çıktı. Çetenin birçok eyleminden sorumlu tutulan zanlıların kendilerine yönelik operasyonlara dair önceden haberdar olabildikleri belirtildi.”
Haberin devamında Sarallarla ilgili iddianameye atıfta bulunularak Soylu’ya ilişkin iddia daha da keskinleştiriliyordu:
“Sarallar grubuna yönelik hazırlanan iddianamedeki değerlendirmeye göre, kamu kurumlarından örgüt üyelerine bilgi akışı vardı ve bu bilgilere dayanarak da kendilerine yönelik operasyonlara karşı tedbir alıyorlardı. Örgüt yöneticilerinin bazı telefon konuşmaları da kamu kurumlarından kendilerine bilgi akışı olduğunun delili olarak iddianamede yer aldı.”
Korkunç bir iddiaydı tartışılan. İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük kentinin Emniyet Müdürü, bağlı olduğu İçişleri Bakanı’nın yüzüne karşı suç çetelerine bilgi sızdırdığını söylüyordu.
Her halde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir İçişleri Bakanı ilk kez böyle bir suçlamaya muhatap olma “şerefine” erişiyordu.
Soylu’nun suç örgütlerine emniyetten bilgi sızdırdığına ilişkin iddialar daha da alevlenecekken, tam da haberin çıktığı günün akşamüstünde İstiklal Caddesi’nde altı kişiyi öldüren, onlarca insanı yaralayan o hain bomba patladı.
Görünüşe göre Bakan Soylu, Türkiye’nin kontrolünde cihatçı çetelerin yönettiği Suriye’nin İdlip kentinde briket evleri törenle teslim ederken “Suriyeli teröristler” İstanbul’un göbeğinde bomba patlatıyordu.
Olayla ilgili ayrıntıları ve tutarsızlıkları şimdilik bir kenara bırakarak bir İçişleri Bakanı’nın nasıl bir “altın vuruş” yaptığını izlemeye devam edelim.
İlk bakışta bombalı saldırıyla ilgili iki temel kuşku gündeme geliyordu.
Birincisi, bütün kötülükleri Kürtlerden bekleyen ırkçı kafaların aklına ilk gelen “PKK yaptı” klişesiydi.
İkincisi ise, Türkiye’nin seçim sürecine girmesiyle birlikte AKP’nin kaybettiği 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan kanlı ve karanlık sürecin iktidar tarafından tekrar yaşatılacağını bekleyenlerin “tam işte, başladı” tepkisiydi.
Suriye’den dönen Bakan Soylu ayağının tozuyla yaptığı açıklamada bombalı saldırıyı PKK/PYD’nin yaptığını, bombacının Kobane’de eğitim alıp Afrin’den yasadışı yollarla Türkiye’ye girdiğini söylüyordu.
Ancak bu çok acemice yazılmış, kötü bir senaryoydu. Daha çok Saray’dan beslenen televizyon kanallarında yayınlanan abuk sabuk dizilere benziyordu.
En azılı Kürt düşmanları bile Soylu’nun yazdığı bu senaryoya inanmadı.
Çünkü hem senaryosu inandırıcı değildi Bakan Soylu’nun, hem de zaten kendisi çoktan inandırıcılığını kaybetmişti.
Nitekim ertesi gün PKK kanadından (Halk Savunma Merkezi-HPG) “Biz yapmadık” açıklaması geldi.
Örgütün bu olayı reddetmesi, PKK’ye en karşı olanlar tarafından bile tartışılmadı, hatta inandırıcı bile bulundu.
Son patlayan bomba da kesin olarak gösterdi ki meğer iktidar yanlıları bile İçişleri Bakanı Soylu’dan daha fazla inanıyorlarmış PKK’ye.
Gelinen nokta itibariyle bütün verileri soğukkanlı biçimde değerlendirince ortaya çıkan tablo Türkiye’nin Suriye’de nasıl bir bataklığa saplandığının çok net bir göstergesi.
Evet, görünen o ki bu eylemi PKK yapmadı.
Ancak eldeki verilere bakınca; seçimi kaybedeceğinden korkan iktidara bağlı karanlık güçler tarafından 7 Haziran-1 Kasım arasındaki kanlı ve karanlık süreci yaşatmak için de patlatılmadı bu bomba.
Soylu’nun “aldığı mesaj”ı taşıyan bomba büyük olasılıkla Afrin’de birbiriyle çatışan cihatçı gruplardan biri tarafından Ankara’ya bir ders vermek amacıyla patlatıldı.
Bakan Soylu da iktidarın Suriye’de bataklığa saplandığını gizlemek ve de Rojova’ya bir türlü yapılamayan işgal girişimine yol açmak için suçu PKK/PYD’nin üzerine attı. Bu amaçla da karşı karşıya kaldığı durumu rasyonelize etmek için çok acemice bir senaryo yazdı.
Ama artık itibarını kaybetmiş, inandırıcılığı kalmamış bir İçişleri Bakanı olarak Soylu kimseyi inandıramadı.
Patlamanın ertesi günü, “PKK/YPG’yle işbirliği yaptığı için” ABD Büyükelçiliği’nden gelen taziye mesajını kabul etmediğini açıklamıştı Bakan Soylu.
Memleketin istihbarat teşkilatı da belli ki Soylu’ya inanmıyordu.
Çünkü Soylu’nun ABD Büyükelçiliği’nin taziye mesajını reddettiği gün, CIA Direktörü William Joseph Burns ile Rusya Dış İstihbarat Birimi Başkanı Sergey Narışkin, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’in nezareti ve kontrolünde Ankara’da bir araya geliyordu.
Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bile inanmıyordu Soylu’ya.
Aynı gün Erdoğan G-20 zirvesi için gittiği Bali’de baş başa görüştüğü ABD Başkanı Biden’e ilettiği taziye mesajı için teşekkür ediyordu.
Bu olgular da gösteriyor ki, bırakın muhalifleri, Saray’ın en tepesinden ülkenin istihbarat teşkilatına kadar kimsenin inanmadığı bir İçişleri Bakanı var Türkiye’nin.
Gelinen noktayı bir tümceyle ifade edecek olursak…
“Teröristleri ayakkabı numarasına kadar biliyoruz” diye böbürleniyordu, hadsizliği ve şuursuzluğu nedeniyle pabucunu ters giydirdiler.
Aslında İstiklal’de patlayan bu bomba, kendinden olmayan herkese karşı ergen bir holigan edasıyla saldıran, inandırıcılığını yitirmiş bir İçişleri Bakanı’nın “altın vuruşu”dur.