Doğan Özgüden
İstanbul 2019’unun öncüleri unutulmasın…
Tüm demokrasi ve özgürlük savunucuları gibi, yinelenmiş İstanbul büyük şehir belediye başkanlığı seçimlerinin sonuçlarını ben de büyük bir gönenç ve kıvançla karşıladım. Bu sonucun alınmasında hiç kuşkusuz yeni seçilen belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yürüttüğü başarılı seçim kampanyası birinci derecede rol oynadı.
Sezar’ın hakkı Sezar’a…
Ama bu sonuç, aynı derecede, 17 yıllık AKP despotizmini yıkma iradesinde birleşen tüm demokrasi ve özgürlük yanlısı kurum ve kişilerin, aralarındaki görüş farklılıklarını askıya alarak, 23 Haziran’da aynı hedefe birlikte vurması sayesinde alındı.
Hiç unutulmasın, bu sonucun alınmasına katkı sağlayan en önemli kurum, 31 Mart’ta olduğu gibi 23 Haziran’da da, İstanbul büyük belediyesine başkan adayı göstermeyerek bir milyonu aşkın seçmeninin oylarını İmamoğlu’na yönlendiren HDP idi. Katkısı hiçbir şekilde inkar edilemeyecek kişi ise, hiç kuşkusuz, halen Tayyip’in zindanında çile çektirilen HDP’nin eski eşbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’tı.
Tayyip takımının son anda Kürt oylarını kısmen de olsa AKP adayına yönlendirmek için Öcalan’ın adının da kullanıldığı kirli bir manevraya başvurması karşısında Demirtaş baştan ortaya koyduğu net tavrını bir daha vurgulayarak bu son seçimde tüm HDP’lilerin firesiz şekilde İmamoğlu’na oy vermesini sağlamıştı.
Seçim ertesindeki ilk yazımda da belirttiğim gibi, bugünkü mahpusluk günleri geçtiğinde, hattâ mahpusluğu sürdüğü sürece de Demirtaş sadece Kürt halkının, sadece HDP’ye oy verenlerin değil, gerçek bir demokratikleşmeden yana olan tüm güçlerin sesi olmaya devam edecektir.
Aynı yazıda sormuştum: "İmamoğlu bu sese sürekli kulak verebilecek, eleştirilerini ve önerilerini dikkate alacak mıdır? Dahası, partisinin genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ sırasında dahi göze alamadığı jesti yaparak, Edirne zindanındaki Demirtaş’ı İstanbul Belediye Başkanı olarak ziyaret edebilecek midir?"
Uzak da değildi… İstanbul Belediye Sarayı ile Edirne F Tipi Cezaevi arasındaki mesafe sadece 248 kilometreydi ve hızlı makam arabasıyla 2,5 saatte ulaşılabilirdi.
Seçim zaferinin üzerinden sadece iki hafta geçmişti ki, İmamoğlu’nun gerçekten Edirne yollarına düştüğünü öğrenince seyahatini ekranlarda bu beklentiyle izlemeye koyulduk. Ama yanılmışız… Sayın başkan 7 Temmuz pazar günü Edirne’ye sırf 658. Kırkpınar Yağlı Güreşleri'ni izlemek üzere gidiyordu.
Müsabakanın açılışında son 8 yılın Kırkpınar Ağası olan Trabzon'lu Seyfettin Selim’in 9'uncu kez ağa olmasını destekliyor, seçimden sonra seyirci kitlesiyle birlikte bayrak dalgalandırırken, tıpkı Tayyip gibi, Osmanlı referanslı bir nutuk çekiyordu:
"Tarihî Kırkpınar çayırındayız. Osmanlı’nın 3 başkentinden birisi Edirne, birisi İstanbul. Buradaki değerleri beraber tartışıp, konuşup nasıl iş birliği yapabiliriz? Bunu bir vazife olarak görüyorum. Bundan sonraki buluşmalarda hem Edirne’ye hem ata sporumuz yağlı güreşe şunu müjdeleyelim ki, işbirliği yapacağız. Bunu şahsi bir ilişkiden öte, bence 2 tarihi başkentin kurumsal ilişkisine dönük bir başlangıç olarak düşünüyoruz."
Laik devletin en büyük kentinin belediye başkanlığı koltuğuna otururken dualı imamlı törenle yemin eden bir siyasetçi için pek de şaşırtıcı değil…
Bu arada CHP il merkezine olduğu gibi, İYİP merkezine de ziyarette bulunmayı ihmal etmiyor, ama seçim zaferini borçlu olduğu Demirtaş’ın mahpus yattığı 15 dakika mesafedeki Edirne F Tipi Cezaevi'ne uğramadan büyük tezahürat arasında Osmanlı başkenti Edirne'den Osmanlı'nın diğer başkenti İstanbul'a dönüyor.
Seçimden sonra gazetecilerin Demirtaş’ı ziyaret edip etmeyeceği sorusuna "İmkan olsa ziyaret etmek isterim. Ama ziyaretle ilgili kurallar var" diye kaçamak bir yanıt verdiğini biliyoruz.
Antidemokratik ve insan haklarına aykırı kuralların varlığı 15 dakikalık mesafeye kadar gitmişken makam arabasıyla zindanın kapısına dayanmasına hiç engel olabilir mi?
Daha önceki konuşmalarında "herkesi kucaklayan bir başkan" olacağını vurgularken kucağını Erdoğan’a da açarak "beni kapıdan sokmazsa bacadan girerim" demişti. Edirne’de F Tipi’nin kapısından içeri girmesine izin verilmeyecek olsa dahi, Demirtaş’a iletilmek üzere girişe bir teşekkür mesajıyla bir buket çiçek, hattâ bir tek kırmızı gül bırakamaz mıydı? Ve de hemen orada ziyaretinin engellenmesini protesto eden bir konuşma yapamaz mıydı?
Türkiye’de muhalif parti listesinden seçilenlerin belediye başkanlığı yapmaları her daim zor olagelmiştir. Hele başkan Kürt ise ve ağırlıklı olarak Kürt oylarıyla seçilmişse…
Bu satırları yazarken belleğim beni 39 yıl geriye götürdü…
O tarihlerde hızla tırmanan faşizme rağmen biri Karadeniz’de, diğeri Kürdistan’da halkın özgür iradesiyle oluşturulmuş iki belediye, Fatsa ve Diyarbakır belediyeleri, tüm baskılara karşı direniyor, Türkiye’de ilk kez gerçek bir belediyeciliğin nasıl olması gerektiğini dosta düşmana gösteriyordu.
Bölgedeki tüm demokratik örgütlerin desteğiyle halktan yana bir belediye yönetimi kurmuş olan Karadeniz’in Fatsa kenti 11 Temmuz 1980’de Türk silahlı kuvvetleri tarafından "Nokta" adı verilen bir operasyonla işgal edildi, devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez ve çalışma arkadaşları tutuklandı.
Diyarbakır Belediye Başkanı dostum Mehdi Zana da 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tutuklanacaktı.
Devlet Fatsa’ya tüm askeri ve polisiye gücünü kullanarak neden saldırmıştı?
"Fikri Sönmez'in diğer bütün partilerden daha fazla oy alarak 1979 yılında belediye başkanı olmasından sonra, Fatsa'da yaşam hızla değişmeye başladı. Kurulan Halk Komiteleri aracılığıyla halkın belediye yönetimine doğrudan katılımı sağlandı, her iki ayda bir büyük halk toplantıları düzenlendi, ilçenin sorunları elbirliğiyle giderildi. Fatsa'nın yıllar sürer denilen çamur sorunu, halkın katılımı ve desteğiyle birkaç ay gibi kısa bir sürede ortadan kaldırıldı.
"Bütün bu gelişmeler, Fatsa'da hayatın son derece kısa bir sürede ve gözle görülür bir şekilde değişmesi, üstelik tüm bunların halkın her kesiminin onayının ve desteğinin alınarak gerçekleştirilmesi, egemen sınıfın temsilcilerini ve siyasetçilerini dehşete düşürmüştü. ‘Fatsa'da komünist işgal!’ ya da ‘Fatsa'ya pasaportsuz girilemiyor!’ gibi yalan haberlerle kamuoyunu Fatsa'ya karşı yönlendirmeye çalıştılar, ancak Fatsa'da bütün partilerin temsilcileri ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söylüyorlardı: ‘Tüm Türkiye'deki çatışma ortamı bizde yoktur. Herkese insan muamelesi yapılmaktadır. Kimse kimseyi zorlamıyor. Huzur ve güven içinde yaşamımızı elbirliğiyle sürdürüyoruz. Bizi rahat bırakın!’
"Çevre ilçelerden Fatsa'ya heyetler gelmeye, duyduklarını yerinde incelemeye başlamışlardı. Bütün bunlar artık egemenler için fazlasıyla dayanılmaz olmuştu, çünkü Fatsa artık bir örnek teşkil ediyordu. Dönemin başbakanı Demirel ‘Bırakırsanız yüz Fatsa daha çıkar’ diyerek korkusunu ve niyetini açıkça ifade ediyordu. Fatsa'yı bir örnek olmaktan çıkartacaktı. Bunun için ilk iş olarak Türkeş'e ‘Başbuğum’ diye mektuplar yazan MHP'li faşist Reşat Akkaya'yı Ordu'ya vali atadı. Akkaya, çok kısa bir sürede tümü faşistlerden oluşan ekibini kurdu.
"Demirel, 9 Temmuz günü bir demeç vererek, ‘küçük terör odaklarının kurutulacağını’ söyledi. Üstelik bir süre önce Çorum'da yaşanan katliam, gözleri faşistlerin üzerine çevirmişti. Dikkatleri başka yere çekmek isteyen Demirel’in ‘Siz Çorum'u bırakın, Fatsa'ya bakın!’ diyerek düğmeye basmasıyla birlikte Fatsa, Erzincan ve Sarıkamış'tan getirilen askeri birlikler tarafından kuşatıldı.
"11 Temmuz 1980 günü ‘Nokta’ adı verilen operasyon başladı. Bir mekanize piyade taburu, jandarma komando birliği, il alay komutanlığı takviye birlikleri, Ordu, Konya, Erzincan, Samsun emniyet müdürlüğü ekipleri zırhlı araçlar eşliğinde Fatsa ya girdiler. Ayrıca iki hücumbotu da denizde hazır bulunduruldu. Operasyonda yüzleri maskeli faşist muhbirler kullanıldı. Bu faşistlerin bir kısmının kimliği sonradan açığa çıktı ve çoğunun hakkında tutuklama kararı bulunduğu anlaşıldı.
"Sokağa çıkma yasağı konulan Fatsa askerler ve faşistler tarafından mahalle mahalle, ev ev, oda oda arandı. İnsanlar kadın erkek ayırımı yapılmadan hakaretlere uğradı, dövüldü, işkenceye uğradı. Maskeli faşist muhbirlerin işaret ettiği kişiler derhal gözaltına alındı. Gözaltına alınanların sayısı kısa sürede 400'e yaklaştı. Aramalarda 22 tabanca ve 7 av tüfeği bulundu. Tabancalardan 17 si ruhsatlı çıktı.
"Ordu valisi Reşat Akkaya'nın yönetiminde yürütülen operasyonda başkan Fikri Sönmez de gözaltına alınanlar arasında idi. Sönmez tam dokuz ay önce belediye başkanı seçilmiş, bu dönemde Fatsa tabiri caizse altın çağını yaşamıştı. Bu dönem, Nokta Operasyonu'yla birlikte kan ve zulümle sona eriyordu. Nokta Operasyonu yalnızca Fatsa ile sınırlı kalmadı, Ordu'nun diğer ilçe, kasaba ve köylerinde de benzeri uygulamalar sürdürüldü.
"Bu dönemde onlarca köy ve kasabaya karakollar kuruldu, binlerce insan işkence, dayak, jandarma dipçiğinden geçirildi. Polislerin denetiminde seyyar işkence timleri oluşturuldu, Fatsa dışındaki ilçelerde de işkence tezgâhları çalıştırıldı. 12 Eylül darbesiyle birlikte Nokta Operasyonu tüm Türkiye'ye yayıldı ve binlerce kişi tutuklandı, hapse atıldı, işkenceden geçirildi. Fikri Sönmez de hapiste kötü yaşam koşullarına dayanamayarak 4 Mayıs 1985’de öldü.
"Fatsa deneyimi, dokuz ay gibi kısa bir sürede, istenildiği takdirde neler başarılacağını göstermesi bakımından önümüzde yolumuzu aydınlatan bir örnek olarak durmaya devam ediyor. " (marksist.org, 11 Temmuz 2016)
Fikri Sönmez’i tanımak şansım olmadı. Fatsa Olayları yaşanırken biz sürgünümüzün dokuzuncu yılında, yurt dışındaydık.
Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana ise, Türkiye İşçi Partisi’nin örgütlenmeye başladığı 60’lı yıllardan beri yoldaşımdır, dostumdur. TİP’in çeşitli kademelerinde yönetim sorumluluğu üstlendiği gibi, dönemin ünlü Doğu Mitingleri’nin de örgütleyicilerindendir.
Zana 1977 seçimlerinde Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’nin desteğiyle Diyarbakır belediye başkanı seçilmiş, 12 Eylül 1980 darbesine kadar bu kentte halktan yana belediyeciliğin ilk örneklerini vermiştir.
Evren cuntası’nın dönemin tüm Kürt liderleri, aydınları ve militanları gibi derhal tutuklattığı Mehdi Zana Diyarbakır, Aydın, Afyon ve Eskişehir cezaevlerinde tam 16 yıl hapis yattıktan sonra sürgüne çıkmıştı. Kendisiyle onyıllarca sonra Belçika’nın Leuven kentinde Kürt sorunu üzerine uluslararası bir konferansta tekrar buluşmam sürgün yaşamımın en duygulandırıcı olaylarındandır.
Mehdi Zana tüm yaşamını, siyasi mücadelelerini ve zındanda çektiklerini beş yıl önce Avesta Yayınları tarafından yayınlanan "Bekle Diyarbakır" adlı anı kitabında okurlarıyla paylaşmıştır.
Fikri Sönmez ve Mehdi Zana,,, Halktan yana belediyeciliğin öncüleri…
Günümüzde onların mücadelesini üst boyutlara ulaştıran ve İstanbul’da islamo-faşist dükalığın yıkılmasında en büyük rolü oynayan HDP ve onun zındandaki liderleri, milletvekilleri, belediye başkanları, örgüt başkanları, militanları her türlü saygıyı ve şükran ifadesini sonuna dek hak ediyorlar.
Tekrarlıyorum:
Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki Salahattin Demirtaş, seçimini sağladığı İstanbul Belediye Başkanı 15 dakikalık mesafeye kadar gelmiş olan İmamoğlu tarafından ziyaret edilmeliydi, İçeride ziyarete izin verilmese bile, kendisine iletilmek üzere zindan kapısına bir teşekkür mesajı bırakılarak selamlanmalıydı.
Bittabi bir demet çiçek, o da fazla geliyorsa bir dal kırmızı gül eşliğinde…