Kader-kariyer ya da objektif şans

Kendi varoluşunu erkek bilgisiyle inşa etmeyen bir kadın olarak, ölümün sıradanlaştığı bir ülkede kaderin ne anlama geldiğini içeriden kavramış biri olarak, yeni bir nesne icat etmek istiyorum;

Gündemin içinden tesadüfen çekilmiş kelimeleri önce yan yana, sonra alt alta koyarak bir anlam oluşturacak mı diye bakmak istediğimde, anlamın böyle suphanallah boncuğu gibi dizilmiş öbeklerden üretilmediğini hatırladım, serbest çağrışım tekniğini denedim. Kazanın kader olduğundan söz ediyorlardı, ama kaza, kaza değilse kader, kader olarak kalabilir miydi? Hiçbir şey aynı kalmıyordu ama aynı kelimeler binlerce yıl önce de kullanılmıştı, objektif şans hariç.

Tragedyalarda trajik kahramanın konumu, kader meselesine düz bir hattan bağlanırdı, fakat onları bugün bile hatırlanmaya değer kılan kaderin sillesi karşısındaki ezici yıkımları değil, varoluş ısrarıyla karşı çıkışlarıydı. Hiçbiri henüz psikoloji, sosyoloji, birey mefhumunun bilinmediği bir çağda oldukları için modern anlamda karakterler değildi belki, en azından iradeleri yoktu fakat seçimleri, tercihleri vardı ve bu seçim, onları “kahraman” kılan tek mekanizmaydı.

Trajik evren dönülmesi mümkün olmayan bir dünyanın içinde biçimlenmişti, değerlerin çatışmaya başladığı bir dönemecin politik ifadesi olarak, bütün siyasi anlamların nasıl kurulduğunu gösteren bir arke olarak bir dehşetin içinde biçimleniyor olsa da kaderin kendisinden çok ona karşı çıkışın dünyasını gösteriyordu. Değişmezin içinde sabit olanı bozan olmadığında trajik çatışma da oluşmayacaktı, keza trajik kahraman da. Kader bildiğimizdi, riayet tanıdıktı, biat uzun bir hikayeydi ama itiraz ve direniş bu uzun hatta tek kırılma yaratacak devinimdi, imkansız da olsa, sonu kötü bitecek bile olsa, kaderini üstlenmenin en eski formlarından biriydi.

Kaderi inkar etmeden kadere itirazın bu eski biçiminden bize, eylemini üstlenmek, varlığında ısrar etmek gibi pek çok şey kaldı. Sonraki zamanlarda kader, Platoncu bir düzlemde yaratan/ kukla ilişkisiyle devam etse de özgür irade bu repertuvara dahil edilecekti; artık iradesi olan, özgür iradesiyle seçim yapan insanın varlığıyla, önceden yazılmış kader meselesi kafa karıştıracaktı, ama bu “aşkın” bir anlamın dünyevi kavranışına denk düştüğü için kafa karıştırır, orada işler başka türlüdür, şimdi ve sonsuzu birbirine bağlayan, alfa ve omegayı birleştiren aşkın bir zaman tasarımının içinde her şey imkan dahilindedir; tekil ömürleri kronolojik yaşarken, evrensel yaratının planında oluş hali, olup bitmişlik hali iç içe geçmiştir ve bu derece soyut bir oluşumun, “ne! bana düşman mı dedin”, “düşmansan öl”, “beni sevmiyorsan hainsin” türünden bir mantık dizgesiyle yaşayanlar tarafından anlaşılması zaten ilksel olarak imkansızdır ya da eskilerin sözüyle nasip değildir. Ama bütün bunların bir maden faciasıyla elbette ilişkisi yoktur, şirketler fazla kazansın altta kalan ölsün mantığıyla yürüyen bir sistemdeki ihmaller zincirini, teknik, mevzuat yokluğunu hiçbir kader planıyla ilişkilendiremezsiniz, buna izin veren din henüz yapılmamıştır.

İkinci kelime kariyerdi ve bu kullanımıyla, doksanlı yılların “çocuk da yaparım kariyer de” sloganını, çocuk yapma ile kariyeri birleştirerek, kadınları zor bela kendilerini attıkları sokaktan alıp, kamusal hayattan çekip evin sıkıcı yolunu gösteren bir işaret levhasına çevirmişti. Gerçekten enteresan bir hamleydi, kadınlar elbette ciddiye almadı almasına da, bunun bu kadar rahat telaffuz edilmesi karşısında şaşkınlık yaşadılar.

Devlet buraya bari müdahale etmesin dedi beş çocuklu komşum, onları doyururken yapayalnızsın. Çocuk sahibi olmayı bu dünyada yapılacak kötü bir şey olarak gören arkadaşlarım için ise, kadınların mücadelesinin, söke söke aldıkları hakların karşısında kötücül eril bir kahkaha gibi duruyordu bu öneri. Benim aklıma da sürrealist nesnelerden birini getirdi, doğum makinesini. Sürrealistler sahne gösterilerinde ilginç, gündelik kullanımı olmayan nesneler icat ederlerdi, doğum makinesi bunlardan biriydi. Doğumu bir mekanizmaya indirgeyen eğlenceli ama acıklı bir nesne. Kadını bir doğum makinesine dönüştüren acıklı ama hiç eğlencesi olmayan bir kelime.

Objektif şans ise, Rene Passeron'un dediği gibi, “bağımsız iki nedensel dizinin umulmadık karşılaşması” olarak, “bir işarettir, meydana gelirken kendisine tanık olan kimse tarafından az ya da çok farkına varılmış bir olay” olarak tanımlanır. Kaderin bir uyarısı olarak da algılanabilecek”objektif şans” birbirinden bağlantısız olaylardan ya da nesnelerden uygun anlamsal unsurlar seçmeye dayanır.

Elbette objektif şans'ı absürd biçimde buraya dahil ettiğimin çok farkındayım ama gündeme ait kelimelerin tamamı zihnimde ancak, “alışılmadık bağdaştırmalar” bağlamında bir anlam kazanmıştı ve orada imgeyi güçlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkan şey, burada şiirini, eğlencesini kaybetmiş bir biçimde karşımıza dikilmiş, sadece olguların içerdiği anlamları parçalayacak biçimde karşı karşıya getirilmekle kalmayıp, aynı zamanda “buradan uzaklaşalı çok oldu” bilgisini de “yooo biz hep buradaydık” duygusuyla iç içe geçirerek gerçekten akıl almazın sularına derin bir dalış yapılmasına sebep olmuştu.

Sürekli bir başa dönme duygusundan bezmişler kulübünün bir üyesi olarak, kendi varoluşunu erkek bilgisiyle inşa etmeyen bir kadın olarak, ölümün sıradanlaştığı bir ülkede kaderin ne anlama geldiğini içeriden kavramış biri olarak, yeni bir nesne icat etmek istiyorum; acıları kanırtıp, araçsallaştıranlara karşı kullanılabilecek bir nesne, kendi bedeni dışında kimsenin hiçbir beden hakkında konuşma hakkının olmadığını öğreten bir nesne. Burada hiçbir şeyin modası geçmediğine göre sürrealizmin hiç geçmez, ben nesneye çalışırken siz de bir isim düşünürsünüz artık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi