Koray Düzgören
Kılıçdaroğlu’ndan Kürtlere tavsiye: Bir dahaki seçimi bekleyin
AKP-MHP-Devlet Koalisyonu’nun Kürt belediyelerine yönelik beklenen kayyım operasyonu, Suriye’de batağa saplandıkları iyice ortaya çıkınca yürürlüğe konuldu.
Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyeleri, ikinci kez Saray’ın memurları olarak valilere teslim edildi.
Kürt halkının iradesi bir kere daha yok sayıldı ve Kürtlere adeta "Sizin oy kullanma ehliyetiniz yok" denilerek iğrenç bir provokasyon süreci başlatılmış oldu.
Böylelikle devletin AKP-MHP Koalisyonu, ülkedeki derin ekonomik ve siyasi krizi gündemden çıkartabilmek amacıyla Suriye Kürtlerine açılması planlanan savaş için ABD’den yeşil ışık alamayınca, yine ülke içindeki Kürtlere yöneldi.
Üstelik son haftalarda Koalisyon’un İdlib’de de foyası iyice meydana çıktı.
17 Şubat 2017 Astana Süreci ile cihatçı güçleri bu bölgeden çıkartıp silahtan arındırma sözü veren Türkiye, 2.5 yıldır bunu gerçekleştiremedi. Aslında gerçekleştirmek istemiyordu.
Rusya sonunda, Ankara’nın ABD ile güvenli bölge konusunda başlattığı yakınlaşmadan duyduğu tedirginliğin de etkisi ile bu iki yüzlü politikaya ‘dur’ dedi.
Rusların desteklediği Şam güçleri, İdlib’de İktidar Koalisyoun’nun kurduğu ya da yönettiği cihatçı örgütleri püskürterek Türkiye’nin 9 numaralı gözlem noktasının da bulunduğu Han Şeyhun şehrini ele geçirdiler.
TSK (Türk Silahlı Kuvvetlerinin) gönderdiği destek konvoyu da Suriye uçakları tarafından vuruldu. TSK’nın bu gözlem noktasını Rusya’nın talebi üzerine terkettiği söyleniyor.
Bu da bir yenilgiydi ve bu gelişmeleri de kamuoyunun gözünden uzak tutmak gerekiyordu.
Böylece 100 yıldır uygulanagelen, geçtiğimiz dönem de yürürlüğe konulmuş ama ters tepmiş olan, beylik kayyım uygulamasına hiç sıkılmadan yeniden başvurdular.
Rejim her sıkıştığında şöyle ya da böyle Kürtlere yöneliyordu. Bu sayede günü kurtardıklarını zannediyorlardı.
Yine böyle oldu.
KOALİSYON’UN KAYYIM KARARINA KARŞI ELEŞTİRİLER
Yalnız bu sefer kayyım kararına karşı çok değişik çevrelerden çok sayıda tepki işittik. Bu uygulamanın milli iradeye bir saldırı olduğundan yola çıkıp İktidar Koalisyonu eleştirildi. Bazıları oldukça utangaç, bazıları temkinli, bazıları endişeli eleştiriler değişik dozlarda devam ediyor.
İlk başlarda Kürt belediyelerine yönelik kayyım uygulamasının Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere bazı CHP’li belediyelere de yaygınlaştırılacağına ilişkin söylentiler hatta haberler ortalıkta dolaştı. Ancak dün, Saray’dan yapılan bir açıklama ile Ankara ve İstanbul’un gündemde olmadığı duyuruldu.
Son kayyım kararlarının devletten hükümete dayatılmasında başrollerde olan Devlet Bahçeli’nin dünkü açıklaması ise ibretlikti.
Bahçeli, İstanbul için aradıkları meselenin eş başkanlık sistemi olduğunu söyleyerek İstanbul Belediyesi’nin bu kritere girmediğini ifade etmiş oldu.
Bazıları ise -Bunlar daha ziyade CHP’nin sağcı ve Kürt düşmanı kadroları- kayyım kararı ile barış sürecinin yeniden başlatılmak istendiğinden dem vurarak her seçim ve referandum sürecinde bıkmadan uzanmadan gündeme getirdikleri Kürt siyasi hareketinin iktidar ile pazarlığa girişeceği saçmalamasını dile getirdiler.
Onlardan biri, "Belediye başkanlarının görevden alınmalarının Devlet-iktidar bloku Öcalan ve PKK üzerinden yeni süreci zorlamak için attıkları bir ilk adım olabileceğini" yazıyordu.
CHP GENEL BAŞKANI’NIN İKİ GÜN GECİKEN AÇIKLAMASI
Tabii kayyım kararı ile birlikte demokratik kamuoyundan, çeşitli partilerden, sivil toplum örgütlerinden ve bireylerden çok sayıda açıklama yapılırken gözler ve kulaklar her zaman olduğu gibi Ana Muhalefet Partisi liderindeydi.
Onun nasıl bir açkıklama yapacağı merak ediliyordu.
Çünkü iktidarın kayyım kararının arkasındaki gerçek nedenlerden biri de 31 Mart yerel seçimlerinde muhalefet güçlerinin birarada duruşlarıyla kazandıkları başarıydı.
Bu birliktelik ve başarı iktidarın gözünü korkutmuştu. Bu olay, iktidar açısından kaybedilen belediyelerden çok daha fazla anlam taşıyordu.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun bu son kayyım kararı karşısındaki tavrı çok önemliydi.
Kılıçdaroğlu kesin bir tavır ortaya koyarak görevden alınan Kürt belediye başkanları ile bir dayanışma mi sergileyecekti, yoksa her zaman yaptığı gibi devletçi bir refleksle beylik bir açıklama mı yapacaktı?
Kılıçdaroğlu iki günlük bir suskunlıktan sonra (Gereken danışmalar ve temaslardan sonra mı demek lazım?) beklendiği gibi bir açıklama ile yetindi.
Evet, CHP lideri "Artık demokrasinin son kırıntılarının da ortadan kalktığını" söyledi ve "Madem böyle yapacaktınız sandığı niye koydunuz? Madem sandığı koydunuz, niye gereğini yapıp vatandaşın iradesine saygı göstermiyorsunuz?
Aklın mantığın alacağı şeyler değil bunlar. Bu yapılanlarla dünyanın hiçbir yerinde ‘Türkiye'de demokrasi var'ı anlatamayız." dedi.
Herkesin kolayca söyleyebileceği sıradan sözler bunlar.
Arkasından, "Peki ne yapacaksınız?" şeklinde bir soruyu ise Kılıödaroğlu, malum devlet muhalefeti tavrıyla cevapladı:
'Bu tür olaylar yaşanınca sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları doğru bulmuyoruz.'
Peki ne olacak? Ne yapılmalı? Bir ana muhnalefet partisi lideri bu konuda önemli açıklamalar yapmalı değil mi?
O da yaptı tabii:
"Biz milletin ferasetine güveniyoruz. İstanbul'da da aynı şeyi YSK eliyle bize yaptılar. 'Ya sokağa çıkın ya boykot edin' dediler. İkisini de yapmadık. Halkın ferasetine güvendik ve gördük" diye yanıtladı.
Yani Kürtlere, önümüzdeki seçimi bekleyin. Bir kere daha oylarınızla kayyımları uzaklaştırın. Gösteri, protesto falan yok" diye de öğüt verdi.
Aynı saatlerde Britanya Ana Muhalefet Lideri, İşçi Partisi Genel Başkanı Jeremy Corbyn de kayyım kararına tepki göstererek, "Türkiye insan haklarına, hukukun üstünlüğüne saygı duymalı. Demokrasinizi baltalamayın" diye açıklama yaptı.
Bizim Ana Muhalefet Lideri’nin Britanya Ana Muhalefet Lideri’nden biraz daha farklı şeyler söylemesi gerekmez miydi?