Süreyya Karacabey
Kimse kimseyi bir yere çağırmıyor
Bir ortaklık inşa etme fikrinin hep önünde duruyoruz, şiddet ne kadar yükselirse o oranda ayrışarak, bir kolektif direnişin zorunluluğundan söz ediyoruz. Akıl, düşe düşe parçalandığı tarihin surlarında belli belirsiz bir hayal olarak kaydetmiş ortaklığı. Biliyor ki, karşısına dikilen taşları tek başına indirmesine imkan yok. Onu hatırlıyor, bütün kolektif kalkışmaların hatıralarını saklıyor ve yıldönümlerinde önüne koyuyor, bir süre bakmak için.
Geçen yüzyıllardaki insanlardan daha fazla şeyler bildiğimizi düşünüp, eyleme ait bütün bilgileri elimizin tersiyle itiyor, belki de haklı olarak, orada yapılan yanlışları tekrar etmemek için, sürekli konuşuyoruz. Her şeyin değiştiğini söylüyoruz birbirimize, aslında “birbirimiz” diye bir şey kalmadığını da gizliden gizliye biliyoruz. Sistem çürük bir kolon, sürekli sallanıyor tepemizde, biz konuşarak yıkımı geciktireceğimizi sanıyoruz.
Direniş şarkıları söylüyoruz, sürekli belirsiz bir geleceğe, tutamayacağımız sözler veriyoruz, tıpkı artık yok olmuş “birbirimize” verdiğimiz sözler gibi. Bütün kazanımlarımız, bizi kolon yıkıldığında kurtarmayacak mikro alanlarda; kendiliklerimizden milisler yaratıp, tekil varlığımızdan elde ettiğimiz çoğulluk, gerçekten süratle üzerimize doğru geleni durduracak sanıyoruz.
Tekil seslerin önemli bir bölümü, mücadeleden söz ediyor ama kahvesini tek başına içerken, dışındaki “birbirimize” nereden kaldığı belirsiz bir tiksintiyle bakıyor. İçimiz, dışımız olmuş gibi, içimiz, özerkleşmiş, kendine bayrak arıyor.
Sistem, çürük bir kolon şimdi, bütün tarihsel imkanlarını kullanmış, devletiyle, neoliberal politikalarıyla, her şeyiyle bitmiş kapitalizm, bizi, tıpkı ölü olduğunu bilmeden yönetenler gibi, sadece yanılsamalar yaratıyor. Sistem, artık finali de tamamladığını bildiği için, dünyaya karşı sadece silah kullanıyor. Tek bir söz üretemiyor teorisyenleri, kendi budalalıklarının nişanını taşıyan yapay zekalarla sayfaları doldurmaya çalışıyor.
Toplu bir fiskeyle dağılacağını iyi bildiği fiyakasını, ırkçılığı yeniden hortlatarak berbat bir pastişin içinde sergiliyor. Eski savaşların arkasından yükselen hayal kırıklığı bile yok manzarada, soykırımlar, haksız savaşlar, çoktan kapandığı sanılan bir çağdan ödünç alınarak- bir fiskeyle dağılacak uygarlığı ayakta tutmak için kullanılıyor. Hepsi ticaretin gelişmiş formu artık. Kıyımların arkasında, geçmişte olduğu gibi sebepler aramayacak kimse, vahşi bir kazancın cephede duran faturalarına yazılı duracak hepsi.
Faşizm, ezber sözcüklerle, bildik kalıplarla yükseliyor dünyada. Aynı kitaptan çalışıyorlar derslerini, hepsi birbirine benziyor. Vuracaklarsa, benzer biçimde vuruyorlar, savaşacaklarsa aynı. Öldürmenin ve eziyetin hiç değişmiyor şekli; sadece şimdi savaşa, bölgesel operasyon deniliyor. Firavun kelimesi kaybolmuyor dilden, diktatör de. Hiçbir şey kaybolmuyor, bomba düştüğünde aynı biçimde yıkılıyor evler, aynı biçimde parçalanıyor insanlar.
Faşizmi, güncel siyaseti anlatmak için kullanılmasından rahatsız oluyordu yirmi yıl önceki siyaset bilimciler, ve klasik faşizmin yapısını anlatıp, onun, daha korkunç olduğunun altını çiziyorlardı. Sonra, çok sonra, “ömrümüz” diyecektir belki bir şair, “faşizmler arasındaki mola yerlerini kurtuluş durağına yaklaştık sanarak geçti.”
Muhalifler, hepimiz antifaşistiz diye bağırıyor, blokaj sertleşince, ama kimse kimseyi bir yere çağıramıyor, bir mola yerine daha ulaşırız belki diye bekliyor herkes ve ortak bir söz kurmanın anlamsızlığında takılı kalındığı için, karşısında dikili duran muazzam tekilliğe, toplu biçimde çarpmanın gerekliliğine inanmıyor.
Kimse kimseyi bir yere çağırmıyor, herkes tekil sesine başkalarının eşlik edeceği günün peşinde. Kahvesini yalnız içiyor, okuduğu kitaplardan çıkardığı anlam ne kadar farklıysa, o kadar iyi olduğunu sanıyor çıkardığı sesin. Kimse kimseyi beklemiyor, birbiri için bir şey yapmıyor, eski kolektifleri çoktan çıkarmış hayatından, yenisi nasıl olmalı diye soranlara, sadece eskileri kötüleyerek veriyor cevabını.
Gündeliğin bütün ayinlerini kızdığı bir geçmişin kalıntılarını kullanarak her yerde yeniden üreten insan, kendinden başkasına inanmıyor, içinden sadece kendisinin geçtiği bir yol gibi tanımlıyor hayatı. Ne ortaklık kurmayı biliyor ne de bir şeye karşı mücadele edebilmenin tek koşulunun, ortak iyi için kendinden vazgeçmeden ama kendini-gerektiğinde-silmek olduğunu anlıyor.
Kimse, kimseyi bir yere çağırmıyor, yolu, kendisine ait sanıyor ve iktidara kızarken, her bulunduğu yerde onun mikro örneklerini oluşturup, birlikte kelimesinin bütün harflerini dağıtıyor. Önce kendi iktidarını yık diyor birisi, ayrışmak için verdiğin mücadeleyi, ortaklık inşa etme çabasına çevir, önce kendine en az önem vermeyi öğren, öğren ki topluca zulmedenin karşısına topluca çıkmayı başaralım.