Erol Köroğlu
Kolektif belleği de anlamak gerek: Kaçınılmaz bir kuramsal arasöz
Geçen haftaki yazımı bir tür “akla çağrı” ile tamamlamıştım: “Bu cehennemi hak etmiyoruz. Ağır konuları, atalarımızın ağza alınamaz kötülükler olarak ortaya çıkan eylemlerini konuştuğumuzda, eleştirel akla dayanan bir tarihselci tavır geliştirdiğimizde aslında anlaşmanın ve farklı anlayışlarla ortak akıl üretmenin mümkün olabildiğini göreceğiz. Aklın önüne set çekerek akıllı bir toplum yaratamayız. Setleri yıkmak zorundayız.”
Tüm bunların kolaycı bir aydınlanmacılıkla halledilemeyeceğinin farkındayım. Bir eleştirel tarih tavrı geliştirmek ve uygulamaktan söz edeceksek, kuramsal bir kavram setine de sahip olmak zorundayız. Bu durumda ben, daha önceki yazılarımda da kullandığım kolektif bellek kavramını bir parça kuramsal biçimde ayrıntılandırarak tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu nedenle, bu hafta ve önümüzdeki hafta biraz kuramsal konuşuyor olacağım. Kolektif bellek konusu, dev bir araştırma alanı ama ben belirli isimler ve yaklaşımları üzerinden konuyu tartışacağım. Bunu yaparken daha önce yayımladığım Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikâyesi Dörtlüsü” üzerine yayımlanmış çalışmalarımdaki ilgili bölümleri, biraz daha genişleterek kullanıyor olacağım. İsteyenler academia.edu sayfamdan bu konudaki yayınlarıma ulaşabilirler.
KOLEKTİF BELLEK KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI
Kolektif bellek kavramının sosyolojinin doğuşuyla birlikte ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu açıdan da, Durkheim’ın rolü belirleyicidir. Durkheim, kolektif belleği değil, belleğin ta kendisini toplumsal yapıya yerleştirir ve bu toplumsal yapının, bireylerin geçmişi anımsamalarına yardım edecek kavramsal araçlar sunduğuna inanır. (Jay Winter and Emmanuel Sivan, “Setting the Framework,” in War and Remembrance in the Twentieth Century, ed. Jay Winter and Emmanuel Sivan, 1999, s. 20)
Onun bu görüşünü, tüm ilgisini kolektif bellek konusuna yöneltecek öğrencisi Halbwachs zirveye taşıyacaktır. Halbwachs, kişinin ancak kendisini bir ya da birkaç toplumsal grup ile bir ya da birkaç kolektif düşünce akımı içerisinde konumlandırarak anımsadığını söyler. Bu doğrultuda bir olayı anımsamak, olayı gözlerinden gördüğümüz toplumsal grubun bakış açısını anımsamak anlamına gelecektir. Bu nedenle kolektif bellek, toplumsal olarak konumlanmış bireysel belleklerin matrisidir. Halbwachs belleğe asla bireylerden ayrı bir varoluş tanımaz ama bu bellek asla bireysel de değildir. (Winter ve Sivan, 1999, s. 24).
BELLEĞİN TOPLUMSALLIĞI
Bellek konusunda önde gelen isimlerden biri olan Michael Schudson, kolektif bellekteki çarpıklıkları incelediği bir makalesinde, bellek ve toplumsallık bağlantısını oldukça etkili bir biçimde savunur. Schudson’a göre bellek öncelikle, bireysel zihinlerde olmaktan çok kurumlarda konumlandığı için toplumsaldır. Belleğin kurumlarda konumlanmasını sağlayan şey kurallar, yasalar, standartlaşmış prosedürler, insanların geçmişe borçlu olduklarını hissettiren ya da bu geçmişle aralarında ahlaki bir süreklilik olduğunu düşündürten kültürel pratikler bütünüdür.
İkincisi, bellek bazen kolektif olarak yaratılmış anıt ve işaretleyicilerde konumlanır. Bunlar kitaplar, milli ve dini günler, heykeller, hediyelik eşyalar olabilir. Schudson’un vurguladığı üçüncü nokta, onu Halbwachs’ın yaklaşımına iyice yakınlaştırır: Bellek bireysel zihinlerde konumlandığında bile, söz konusu olan bellek yine bireysel değil, en azından kuşaklar ya da mesleki zümrelerle ilgili bir grup yapısı sergiler. Dördüncüsü, bellek tamamıyla bireysel zihinde konumlanmış gibi göründüğü zaman bile toplumsal ve kültüreldir, çünkü (a) dilin bireyi aşan yapısı sayesinde işlerlik kazanır, (b) toplumsal uyaranlar ya da ipuçlarıyla harekete geçer ve (c) anımsamanın da toplumsal olarak yapılandırılmış örüntüleri vardır. (Michael Schudson, “Dynamics of Distortion in Collective Memory,” Memory Distortion: How Minds, Brains, and Societies Reconstruct the Past içinde, yay. haz. Daniel L. Schacter, 1995, s. 346-347)
TOPLUMSAL ANIMSAMADA BİREYİN VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Bunlar doğru ve akla yakın açıklamalar ama bireyin rolünü fazla geri plana atıyor gibi. Bu doğrultuda, bireye daha fazla rol hakkı veren bir başka yaklaşımdan söz edebiliriz. Roger Bastide’in antropolojik yaklaşımında da, anımsama toplumsaldır ama kolektif belleği yaratan, besleyen ve sürmesini sağlayan bireysel belleklerin çakışmasıdır. Bu çakışma sayesinde insan toplulukları kimliklerine yönelik bir bilinç geliştirirler ve toplumsal bir grup da, bilinç düzeyinde alışveriş ilişkisine giren bireylerden meydana gelir.
Bastide’e göre böylece “tamamlayıcı ağlar” ortaya çıkmış olur. Bastide, bireylerden ayrı, onların üzerinde duran, şeyleşmiş bir kolektif belleği reddeder. Kolektif bellek alışveriş ilişkisinin sonucudur ve bu ilişki sırasında her birey kendi belleğiyle katkıda bulunur. Ancak her bireyin belleği eşit de değildir. Seçkinlerinki daha önemli olacaktır; kolektif belleğin oluşmasında, kamusal alanda daha fazla söz sahibi olanlar, susan ya da susturulanlara göre daha fazla iz bırakırlar. (Winter ve Sivan, 1999, s. 27-28)
Winter ve Sivan, Bastide’in kolektif bellek tanımını bireylerin bir araya gelerek hep birlikte şarkı söylemelerine (sing-along) benzetirler. Ortada çok katı kurallar yoktur ve bireyler kendi besteledikleri ya da geliştirdikleri farklı bir melodiyi istedikleri anda söylemeye başlayarak etkinliğe katılırlar. Ama yine de bu bireyler şarkılarını, bu koronun diğer üyelerince kabul edilmiş müzikal, dilsel, edebi normlara uygun olarak söyleyeceklerdir. Bu koroda bir birey şarkısını söylerken iç kulağında kendi sesini duyar ama dış kulağıyla da kolektif koroyu duyar. Böylece toplu çabayla ortaya çıkan ürünü duymuş olacaktır. Bu toplu ürün ister istemez onun söyleme biçimini ya da şarkısını etkileyecektir. (Winter ve Sivan, 1999, s. 28)
ANIMSAMA BİR EYLEM
Winter ve Sivan’ın kolektif bellek konusuna katkısı, özellikle homo actans kavramıyla ortaya çıkar. Homo actans, özel belleğin insanı olan homo psychologicus ile toplumsal olarak belirlenmiş belleğin insanı homo sociologicus arasındaki bağlantı noktasıdır. Onu ayırt edici kılan özelliği actans olması, yani eylemselliğidir. Genellikle yukarıdan ona emredilmeyen bir biçimde, bir toplumsal grubun katılımcısı olarak anımsama eylemini gerçekleştirir. (s. 10)
Winter ve Sivan’ın bu katkısı, anımsamanın dinamizmine vurgu yapar. James V. Wertsch de, homo actans ifadesinde kendini gösteren dinamizmle uyumlu bir biçimde, “bellek” sözcüğünü reddeder ve bunun yerine “anımsamayı” kullanmamızı teklif eder: “Bu yönelimin tümü süreç ya da eylemi güçlü bir biçimde vurguladığından ‘bellek’ terimi yerine ‘anımsama’yı tercih ediyorum. ‘Sahip’ olduğumuz anılardan bahsetmek yerine, yaptığımız bir şey olarak anımsamayı vurguluyoruz.” (Wertsch, Voices of Collective Remembering, 2002, s. 17)
Konuyu bu doğrultuda artık “kolektif anımsama” biçiminde adlandırarak sürecin değişkenlik ve dinamizmini vurgulayan Wertsch, işleyişe yönelik kendi yaklaşımını vermeye de farklı görüşleri karşılaştırarak girişir. Wertsch’e göre, kolektif belleğe yaklaşımlarda iki ana grup söz konusudur: Güçlü yaklaşım ve dağıtılmış yaklaşım. Güçlü yaklaşım, bir topluluktaki bireylerin zihinlerinin üzerinde ve ötesinde duran bir kolektif zihin ya da bilinci öngörür. Dağıtılmış yaklaşım ise, geçmişe yönelik bir temsilin topluluğu oluşturulan bireyler arasında dağıtılmış olduğunu ama bunun bir kolektif zihin tarafından gerçekleştirilmediğini düşünür. (s. 21) Wertsch ancak ikinci yaklaşımın savunulabileceğini söyler.
Gelecek hafta buradan devam edeceğiz. Şimdilik, bu konuştuklarımızın eleştirel tarih yaklaşımıyla yakından bağlantılı olduğunu bir kere daha vurgulamakla yetineyim.
Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir.